SAVAŞ VE BARIŞ ÜZERİNE
Savaş kavramından ne anlaşıldığı hususunda, insanlar arasında fikir farklılıkları çok azdır. Okumuşu okumamışı, genci ihtiyarı, erkeği kadını hepsinin düşüncesi arasında benzerlik vardır. Fakat barış kavramı için aynı fikri birlik yoktur.
Barış konusundaki en yaygın tarif, “savaş olmaması hali” olarak ifade edilir. Hâlbuki savaşın olmadığı ortamlarda barış vardır denilemez. Meselâ II: Dünya Savaşından sonra dünyada barış ortamı oluştu demek, gerçeği yansıtmaz. Nitekim gerçek bir barış ortamı olmadığını bilen düşünürler, SSCB’nin parçalanmasına kadar geçen bu zamanı, Soğuk Savaş dönemi olarak nitelemişlerdir. Dönemin böyle anılmasının esas sebebi, dünya siyasetinde etkili devletlerin, Varşova ve NATO şeklinde iki kampa ayrılmalarıdır. Birbirine zıt olarak nitelendirilen bu devletler, birbirleriyle doğrudan savaşmamışlardır. Fakat aralarındaki düşmanlık hissi değişmeden devam etmiştir. Bu sebeple olaylar, “perde arkası savaşları” şeklinde sürmüştür.
Dönemi Soğuk Savaş olarak nitelememizin sebebi, devletlerin önemli bir bölümünün birbirine zıt iki kampa ayrılması olduğuna göre, SSCB’nin ve Varşova Paktının dağıldığı ve Avrupa’daki “Demir Perde Ülkeleri” olarak nitelenen devletlerin bağımsızlıklarını kazandıkları ortamda Soğuk Savaşın bitmesi gerekirdi. Bitmedi. Sebepleri ve nitelikleri değişerek devam ediyor. Hattâ eskisine göre daha geniş alanda sürüyor.
Nasıl ki, tek parti veya tek adam tarafından yönetilmek istikrar sağlar denilemezse, görünüşte savaşın olmaması, barışın sağlandığı anlamına gelmez. Demek ki, barış, savaşın olmama hali değildir. Doğrudan savaşın olmadığı bir ortamda, eğer adaletsizlik hüküm sürüyorsa, barış olmaz, çatışma olur. O halde, bir yerde barış var diyebilmemiz için, orada adaletin etkin olarak var olması gerekir.
Bir kısım insanların, başkalarını ezdiği ve bir gurubun diğer guruplara da hükmettiği ortamda barış olmaz. O halde bir ortamda barış var diyebilmemiz için, orada birbirini ezmeye değil, birbiriyle kardeş olmaya hevesli insanların ve gurupların olması gerekir.
Yukarıdaki fikirlerimizi desteklemek için, dünyadaki olaylardan, kitaplar dolusu örnekler verebiliriz. Her okuyucu, sırtını geriye yaslayarak şöyle bir düşünse, çok sayıda örnek sıralayabilir.
Bütün bu misallerden ulaşacağımız sonuç şudur: Savaş ve barış önce kişinin içerisinde başlar. Her insan içerisinde hem nefis taşır, hem de ilâhi yansımalar barındırır. İnsanın sahip olduğu bu iki farklı özellik birbiriyle sürekli çatışma halindedir. Eğer, bunlar arasında denge kuramazsak, içimizdeki savaşı dışarıya yansıtırız. Eğer, nefsimizin isteklerini karşılarken ilâhi sınırlar içerisinde kalırsak, bu durum dışarıya barış olarak yansır.
O halde barış ortamını önce kendi içimizde sağlamalıyız. Eğer herhangi bir sebeple başlayan savaş ortamında bile bunu başarabilirsek, savaşın bitmesine vesile oluruz. Savaş sonrasında da gerçek barış ortamının oluşmasına katkı sağlarız. Diğer bir deyişle, savaş sırasında barış ortamının şartlarına uyduğumuz oranda barışı tesis ederiz. Savaş ortamında bile adaletli davranırsak, nefsimize yenilip başkalarını gereksiz yere ezmesek, barışa ulaşmamız kolaylaşır. Kurulacak barış ortamı uzun ömürlü olur.
Günümüzdeki siyasetçilerin ve yöneticilerin çoğunluğundaki anlayış, barış görüntüsü içerisinde savaşmayı tercih etmektir. Bu anlayışın hüküm sürdüğü bir ortamda, yönetilen kişiler barışı tesis etmek isteseler bile, başaramazlar. Bu nedenle yöneticilerin ve halkı önderlerinin içerisindeki kişilerden kendi içerisinde barışı tesis etmiş olanların desteğine ihtiyaç vardır. Eğer bu insanlar yükümlülüklerini yerine getirmeye başlarlar ve barışın şartlarını oluşturmak için çabalarlarsa, Yüce Yaradan’ın onları desteklemesi, insanları ezenleri cezalandırması her an mümkündür