MİTOLOJİLERİN DÜŞÜNCELERE ETKİLERİ ÜZERİNE 1
Dünyada çok fazla sayıda mitolojinin olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla hepsini ele almamız mümkün olmadığından birbirinden farklı iki örnekle yetineceğiz. Biri, Batı Medeniyetini derinden etkileyen Antik Helen Mitolojisi, diğeri Kızılderili Mitolojisidir.
Batı Medeniyetinin, Antik Helen anlayışıyla ciddi benzerlikleri olduğu açıktır. Diğer yandan, son bin yılda Batı Medeniyetinin haricindeki en önemli medeniyet olan Türk Medeniyetinin temelindeki anlayış, Kızılderililerle örtüştüğü için, ayrıca ele almaya gerek duymadık. Bilindiği gibi, 1500’lü yıllarda daha belirginleşen Batı ve Türk Medeniyetleri arasında birbirine zıt anlayış farkları vardır. Batı Medeniyetinin temeli “kâr” ağırlıklı, Türk Medeniyetinin temeli “itibar” ağırlıklıdır.
Türklerin, Kızılderililerden farkı, teknoloji alanında kendisini gösterir. Türkler, demiri işlemelerinin güzel bir sonucu olarak önce üzengiyi bulmuşlardır. Sonrasında, çok kaliteli kılıçlar yapmışlardır. Yaptıkları okların, at üzerinde üzengiyi kullanarak ayağa kalktıklarında bile uzun mesafelere gidebilmesi için, yayların teknolojisini geliştirmişlerdir. Daha kısa yay ile daha uzun mesafeye ok atma başarısını, komşularından daha fazla göstermişlerdir. Avrupalıların 200 cm yay ile ok attıkları mesafeye, Türkler 95 cm yay ile ok atmışlardır. Daha sonrasında da, baruta sahip olarak komşularına üstünlük sağlamışlardır.
Türklerin sahip oldukları teknolojik üstünlükleri sayesinde, Kızılderililerin de sahip olduğu kahramanlık duygusu, Türklerde daha kesif hale gelmiştir. İslâmiyet ile tanıştıktan sonra da, Türklerdeki kahramanlık hisleri, sonsuzluk anlayışıyla birleşmiştir. Teknolojide elde ettikleri üstünlük, Türklerdeki insanlık anlayışını ortadan kaldırmamıştır. Aksine sahip oldukları teknolojiyi, mazlumları ve mağdurları korumak için kullanmışlardır. Tarih bu anlayış uygulandığı örneklerle doludur.
Avrupalıların Doğuya gidebilmek için, Batıya yönelmelerinin sebebi, Türklerin sahip oldukları bu teknolojilerle ve sonsuzluk anlayışıyla birleşen kahramanlıklarıyla baş edecek seviyede olmamalarıdır. Karadan Doğuya ilerleyemeyen Avrupalıların, deniz üzerinden gittikleri yeni yerlerdeki başarılarının iki temel sebebi vardır. Birincisi, gittikleri yerlerdeki yerli halkların sahip oldukları hoşgörü ve misafire hürmet anlayışıdır. İkincisi ise, Avrupalıların, yeni keşfettikleri topraklardaki yerlilere göre çok bariz olan teknolojik üstünlükleridir.
Sorgulamalarım sonucunda ulaştığım bu bakış açısını kısaca verdikten sonra, mitolojileri ve fikirleri irdelemeye başlayabiliriz.
Aşağıda anlatacağımız mitolojiler, Jean-Pierre Vernant’ın “Antik Yunan’da Mit ve Düşünce” adlı eserinde, Hesiodos’un “İşler ve Günler” şiirlerinin yorumladıklarından çok kısa olarak alıntılanmıştır. Antik Helen’de yaygın olarak iki mitoloji anlatılır. Bunlar, çoğunlukla Hesiodos’un şiirsel anlatımlarından ve kısmen Homeros’un şiirlerinden çıkarılmıştır.
Biri Prometheus Miti, diğeri Soylar Mitidir. Prometheus, bir diğer adıyla Pandora Mitinde, iki farklı soy olan tanrılarla insanların, mutlu olarak birlikte yaşadıkları, ama sonrasında bu iki soyun birbirinden ayrıldıkları anlatılır.
Diğeri, Soylar Mitidir. Esas olarak Hesiodos’un anlatımlarına dayanır. Prometheus Mitinden sonradır. İnsanlarla tanrıların mutlu bir şekilde yaşamalarının, nasıl sona erdiğini anlatır. Soylar Mitinde, daha geniş bir anlatım vardır.
Hesiodos da, tanrılarla insanların farklı soylarda olduğunu düşünür. Ama her iki mitte de, tek Tanrı inancı yoktur. Tanrılar vardır. Zeus bunların en güçlüsüdür.
Soylar Mitinde belirli çağlardan bahsedilir.
Altın Çağı: Burada insanlar, tanrılarla beraber yaşamışlar ve hep genç kalmışlardır. Zeus’un isteğiyle, insanların koruyucusu olacak yeryüzü cinlerine dönüşmüşlerdir.
Gümüş Çağı: Burada da insanlar, tanrılarla birlikte yaşamışlar ve hep çocuk kalmışlardır. Bunlar, yasa tanımadıkları için yeraltı cinleri yapılmışlardır.
Tunç Çağı: Kibirle savaşarak birbirlerini yok etmişler. Hiçbir pay alamamışlar. Zeus, bu soyu öfkeyle yok etmiş. Sonunda yok olmuşlar, Haides’teki ölü ruhlar haline gelmişler.
Kahramanlar Çağı: Tanrılarla birlikte yaşamamışlar. Yarı tanrılarla birlikte yaşamışlar. Ömür boyu adaleti gözetmişler, tanrılara yakın durmuşlar. Kibirli değiller, ama kahramanlık için savaş alanlarında birbirlerini öldürmüşler. Fakat adil ve yürekli olduklarından isimleri yaşatıldı. Zeus, bunları dünyanın öbür ucunda “insanlardan uzakta” bulunan Kutlular adasına gönderilip dertsiz tasasız bir varoluş sürüyorlardı. Ama orada iken insanlar üzerinde herhangi bir etkileri yok.
Demir Çağı: Bu çağdakilerde, birbirinden farklı iki yaşam biçimi var. Hesiodos’un yaşadığı ilk bölümde ahlâklı yasalar var. Hayırla şer iç içe girmiş, birbirini dengeliyor. Genç doğup yaşlı ölüyorlar. İkinci Demir Çağında tam tersi olduğuna inanılıyor.
Hesiodos’un ulaştığı ders, “adaletli davran, kibri azalt”. Hesiodos, ilk olarak insanlığın ahlâki çöküşünü tasvir ederken madenleri sembol olarak kullanıyor. Sonra soyların uhrevi akıbetini anlatıyor. Ancak, ilahi tasnifi açıklamak için, araya kahramanlar soyunu katıyor. Ancak anlatımlardan anlaşıldığına göre, insan soylarının dünyaya gelişi kronolojik sırayla değil.
Demir Çağında yaşayan Hesiodos’un bu çağda yaşadığına pişman olduğunu, “keşke daha önce veya daha sonra yaşasaydım” sözünden anlıyoruz.
Hesiodos’un M.Ö 750-650 yılları civarında yaşadığı tahmin edilmektedir. Homeros’un ise M.Ö. 9uncu asırda yaşadığı tahmin edilmektedir.
Günümüzde çok daha ayrıntılı bilgi sahibi olduğumuz Platon (Eflatun) ve Aristo gibi ünlü düşünürler ise M.Ö. 4üncü yüz yılda yaşamışlardır. Dolayısıyla, yukarıda bahsettiğimiz Mitlerden bilgileri olduğunu söylemek yanlış olmaz. Zaten bu durumu, fikirlerine baktığımızda da görebiliriz.
Mitolojilerde, çağlara bağlı olarak insanlar arasında görülen bu ayrımın sonraki asırlarda da devam ettiğini Platon’un eserlerinden anlıyoruz. Ruhçu anlayışta olduğu düşünülen Platon (Eflatun), “metaller mitosu” ile polisteki (site devleti) insanlar arasındaki var olan ayrımı şöyle doğallaştırmış.
“Bu toplumun birer parçası olan sizler, birbirinizin kardeşisiniz. Ama sizi yaratan Tanrı, aranızdan önder olarak yarattıklarının mayasına altın katmıştır. Onlar, bunun için baş tacı olurlar. Yardımcı olarak yarattıklarının mayasına gümüş, çiftçiler ve öbür işçilerin mayasına da demir ve tunç katmıştır.”
Platon, her sınıfın kendi üzerine düşeni gerçekleştirmesini, iyi bir devlet için olmazsa olmaz olarak görür.
Platon’un bahsettiği devlet Atina Site Devletidir. Bütün site devletlerinde kolektif mülkiyetten özel mülkiyete geçildikçe, toprak sahibi olan özgür aristokratlar, işleyemedikleri toprakları kiraya vermeye başladılar. Şartları kendileri koyduklarından, toprağı işleyenleri, kirayı ödeyememeye başladılar. Özgür aristokratlar, kiraları ödeyemeyenleri önce yarı köle sonra köle haline getirdiler. Site Devletlerinde aristokratlar, askerlik ve eğitimle uğraştıklarından, yarı köle ve kölelere üstünlüklerini korudular. Köle ve yarı köle insanlar, bütün site devlerinde vardı. Oran olarak en yüksek olanı Sparta Site Devletiydi. Atina Site Devletinde de, nüfusun yarısından fazlaydı.
Diğer bir ünlü düşünür Aristo, köleliği iki sınıfa ayırır. Biri doğuştan (doğadan) köleliktir. Diğeri yasal köleliktir. Doğuştan kölelerin, sonradan azat edilerek özgürleşmeleri mümkün değildir. Bunlar yaratılış itibarıyla köledir. Aristo’nun bu anlayışı, Platon’un, insanların mayası tanımıyla örtüşmektedir.
Aristo’ya göre köle, her yerde ve her durumda köledir. Ancak, kimileri hiçbir durumda köle olamazlar. Bazıları doğa tarafından efendi, bazıları ise köle olarak tasarlanmıştır. Köleler, üretime katılarak devlete katkı sağlarken, özgür vatandaşlar, yönetim işlerine katılıp kamu yararına çalışırlar.
Dolayısıyla ünlü düşünürler; köleleri, işçileri, çiftçileri ve zanaatkârları vatandaş olarak kabul etmezler. Düşünürlerin, takdir ettiğimiz bütün söylemleri, özgürler yani vatandaşlar için geçerlidir. Diğerlerini yani, köleleri ve yarı köleleri kapsamaz.
Antik Helen mitolojileriyle ve düşünürleriyle başlayan bu ayrımcılık, Batı tarihinin her döneminde ve hattâ kapitalizme şiddetle karşı olduğunu söyleyen Karl Marks’ta da görülür. Ona göre, Doğu, genelleşmiş köleliktir. Dolayısıyla, kendi rehavetine bırakılamaz. Gerekirse zorla, Batıya bağlanmalıdır. Nitekim Marks ve benzer düşüncedekiler, Çarların, Asya’yı topraklarına katmasını, Fransa’nın Cezayir’i işgalini, ABD’nin, Kaliforniya’yı Meksika’dan almasını, “oralara uygarlığın götürülmesi” olarak nitelemişler ve alkışlamışlardır. Alkışlayanların, ezilen insanların sesi olduklarını öne süren kişilerin olması, Antik Helen düşüncesinin Batı medeniyeti üzerindeki etkisinin gücünü göstermektedir. Birbirine zıt sistemlermiş gibi görülen Kapitalizm ve Komünizmin, aslında aynı temele dayandığının bir göstergesidir.