KAPİTALİZMİN YAYGINLAŞMASI 1

KAPİTALİZMİN YAYGINLAŞMASININ NEDENLERİ ÜZERİNE 1

 

Bilindiği gibi, kapitalizm, küreselleşen dünyamızda imparatorluğunu ilan etmiş durumda. Bu sitemizde, ekonomi ve kapitalizm ile ilgili olarak, çeşitli makaleler yayınladık. Bu yazımızda, farklı açılardan bakmaya çalıştık. Öncelikle bu yaygınlaşmanın teknik sebeplerini ve insan yapısıyla bağlantılarını irdelemeye çalışacağız. Makalemizin sonunda, insanlığın güzel geleceği için, bazı fikirlerimizi paylaşacağız.

Küreselleşme, kapitalizmin önünü açan etkenlerden biridir. Küreselleşme kavramına, kitle ulaşım ve iletişim araçlarındaki hızlı gelişmelerin etkisini hemen hepimiz bildiğimizden, bu durumun etkilerinden ayrıca bahsedilmeyecektir.

ABD, gümrük duvarlarını yükselttiği 19uncu yüz yılın ikinci yarısında, ekonomik olarak hızla kalkınmıştır. Dünyanın en büyüğü haline gelince tamamen taktik değiştirmiştir. Bilhassa II. Dünya Savaşından sonra başlayan ve gümrük vergilerinin azaltılmasını da kapsayan, ABD’nin öncülük yaptığı anlaşmalar, kapitalizmin yayılmasına vesile olmuştur.

Gümrük vergilerinin azaltılması elbette, hemen olmadı. ABD ve şirketleri, son savaş sonrasında, bilhassa Avrupa’ya karşı ince bir politika geliştirmeselerdi, Avrupalıların gümrük duvarlarını yükseltmeleri ihtimali kuvvetliydi. Müttefik kuvvetleri Berlin’e girdikten sonra, Almanları yenen General Patton, “Sovyetleri işgal etmeliyiz, ordumun gücü var” diyordu. Ama bu sözünden üç gün sonra trafik kazasında öldü. Onun ölümünden sonra ABD yönetimi, önce Avrupa’yı ikiye böldü. Bir kısmını bilerek Sovyetlerin yönetimine verdi. Sonra kendisiyle rekabet edecek en önemli teknolojik güç olan Almanya’yı ikiye böldü. Onun da doğu kısmını, teknolojisi ABD’ye göre çok geri, verimliliği çok düşük olan Sovyetlere verdi. Zaten, SSCB sınırları içerisinde 100 den fazla dil konuşuluyordu. Yani çok fazla sorunu vardı ve uyguladıkları komünist sistemle kalkınmaları çok zor idi.. Bu sorunlara, bir de Doğu Avrupa’yı eklemiş oldu. Bu ortam, toprak büyüklüğüne güvenen ama kalkınma ihtimali çok zayıf olan Sovyetlerin yanlış yönlenecekleri belli ediyordu. Böylece, Sovyet bloğu dışındaki devletlerin, ABD’yi kurtarıcı gibi karşılamaları için ortam hazırlanmış oldu.

Ekonomik olarak da, bölgeden alacaklı iken, aksine, Marshall Planı adıyla yapılan yardımlarını başlattı. ABD şirketleri de, fabrikalarını ve bir kısım araştırmalarını Avrupa’ya taşıdılar. Günümüzde Çin konusundaki uygulamalarının benzerini yaptılar. Böylelikle II. Dünya Savaşı sırasında yıkılmış Avrupa’ya kurtarıcı gibi girdiler. Hem ucuz işçiliğe kavuştular, hem de gümrüklerden kurtuldular. Avrupa’da daha ucuza ürettikleri malların bir kısmını Avrupa’da sattılar, bir bölümünü ihraç ettiler. Avrupa dışına ihracatları arttıkça, ekonomik olarak toparlandıklarını düşünen Avrupalı yöneticiler de, dünya çapında gümrüklerin azaltılması fikrini uygun bulmaya başladılar. Böylece bilhassa, henüz kalkınma hamlesinin başındaki ülkelerde, gümrük vergilerinin indirilmesi gerçekleşmeye başladı. Çünkü Avrupa’daki ABD destekli kalkınma, diğer ülkeler için güzel bir örnek oluşturmuştu.

Kapitalizmin yaygınlaşmasında etkili olan bir başka husus, mülkiyet kavramında oluşan yeniliktir. Eskiden mülkiyet olarak gayrimenkul esas idi. Gayrimenkul olarak da toprak görülürdü. Son dönemlerde binalar da gayrimenkul mülkiyet olarak değer kazandı. Takdir edileceği gibi, dünya üzerinde gayrimenkul kıymetlerin miktarı sınırlıdır. Dolayısıyla sahip olunan kıymetler olarak sadece gayrimenkul kıymetler kalsaydı, kapitalizm bu kadar yayılamazdı. 

Menkul değerler olarak kabul edilen, araç ve makine benzeri varlıkların çoğalması, kapitalizmin yaygınlaşmasında etkili oldu. Ama kapitalizmin yaygınlaşmasında en önemli etkiyi, borsada işlem gören hisse senetleri, tahviller gibi kâğıtlar yaptılar. Çünkü bu kâğıtların oluşturulması çok kolaydı ve alım satımında sınır tanımıyordu. Çok küçük parçalara ayrılabildiğinden, küçük tasarruf sahipleri bile satın alabiliyorlardı.

Nitekim borsadaki kâğıtlara, küçük birikimler yapabilmiş işçiler, memurlar gibi kesimler de sahip oldular. Ellerindeki kâğıtlar, bu insanlara, kapitalizmin kendileri için de bir fırsat olduğu inancını oluşturdu. Çünkü kâğıt sahipliğiyle birikim yaparak, gayrimenkul mülk sahipliğine geçebilmeyi umuyorlardı.

Borsadaki hayal satıcılarının borsadaki etkin hâkimiyetlerini ele geçirdikleri 2000 yılının öncesinde, borsada işlem gören bu kâğıtlardan şirketler de faydalandılar. Kredi almaktan kurtularak, sermayelerini halktan topladıkları parayla artırdılar. Bu durum, şirketlerin, dolayısıyla kapitalizmin, ucuz maliyetle güçlenmelerine yol açtı.

Ancak son dönemlerde, şirketler de borsadan doğrudan sermaye bulma yönünde faydalanamıyorlar. Günümüzde hâkimiyet, tamamen borsadaki hayal satıcılarındadır. Bu hayal satıcıları, şimdilerde, borsada işlem yapan vatandaşların da kazanabilmeleri için çaba gösteriyorlar. Böylece aslında, kendi kazançlarını çoğaltabilmenin önünü açıyorlar. Bu yeni anlayış, küçük birikim sahiplerinin borsaya ilgisini giderek artırdı.  Dünyanın, fakir veya zengin her bölgesinden küçük birikim sahiplerinin de borsada işlem yapmaya başlamaları, kapitalizmin yaygınlaşmasında etkili oldu.

Büyük şirketlerin bilançoları incelendiğinde, kârlarının %70 e varan kısmının, sair gelirler başlığı altında gerçekleştiği anlaşılıyor. Anlaşılan o ki, şirketlerin bile üretimden ziyade, borsa-döviz-faiz üçgeninde dolaşarak kazanç sağlıyor olmaları, kâğıtların, kapitalizmin yaygınlaşmasındaki etkisini göstermektedir.

Aslında kâğıtlar, bir yandan kapitalizmin yaygınlaşmasını sağlarken, diğer taraftan da, buhranlara davetiye çıkarmaktadır. Bu hususta, bu sitede yayınladığımız ekonomi başlığı altındaki çeşitli yazılarımızda irdeleme yaptığımızdan burada bahsetmeyeceğiz.

Mülk kavramındaki bu değişiklik, toplumdaki sosyal yapıyı da, kapitalizmin yapısına uygun hale getirmiştir. Eskiden, ahlâki değerlerden bahseden aristokrat bir gurup vardı. Toplumda etkin olan bu gurup, vahşi kapitalizmin önünde engel olarak görülüyordu. Çok kâr etmekle övünmek, onlar için utanç vesilesiydi. Ancak, borsa-döviz-faiz üçgeninin yaygınlaşması, aristokratların neslinin azalmasına, yerini, para kazanarak sınıf atlamayı hedefleyen, küçük kazançlarla sevinen ve küçük burjuva olarak nitelenebilecek insanların almasına sebep oldu. Bu yeni gurup, hem de, oturduğu yerden kâr etmenin zevkini tattığı için, kapitalizmin hırs ve kâr anlayışına uygun davranarak, zenginliğin ucundan tutmaya başladı. Böylece kapitalizmin halk içerisindeki yaygınlaşması hızlandı. Çünkü insanlar için, işveren olmalarına gerek kalmadan, yani üretim ve satış sürecindeki sorunlara muhatap olmadan, kendi çapında, çevresindekilere göre daha zengin olma ihtimalinin önü açılmıştı.

Bilindiği gibi, kırsal kesimlerde yapılan tarım mahsulleri üretimleri, her zaman zor olmuştur. Bilhassa aile işletmeleri, zengin arazi sahiplerinin üretim maliyetleri ile rekabet edememişlerdir. Hem mahsulün hava şartlarına olan bağlılığı, hem de küçük ölçekli olmaları sonucu rekabet edememe durumu, köylüleri mahsullerinden gelecek gelire güvenerek, doğru dürüst bir plan yapamaz hale getirmiştir. Bu durum, kırsaldaki insanları, belli bir maaşla çalışıp, gelecekleriyle ilgili plan yapabilmek için, şehirlere yönlendirmiştir. Sıkıntılara göğüs germeye alışık olan bu aileler, şehirdeki zor yaşamlarına aldırmadan, işlerinden aldıkları maaşlarıyla küçük birikimler yapmaya başlayabildiler. Böylece, yaptıkları tasarrufları harcama yöntemleriyle, kapitalizmin tüketicileri oldular. Onların bıraktıkları toprakların bir kısmına da, zengin şirketler girdi. Böylece bir taraftan şehirde ve büyük tarım şirketlerinde maaşla çalışanlar, tüketimleriyle ve birikimleriyle kapitalizmi ayakta tuttular. Diğer yandan, çalıştıracak yeni elemanlar bulan şehirdeki şirketler, zenginleşmeye devam ederek, kapitalizmin yaygınlaşmasında etkili oldular.

Ancak yapılan bu tasarruflar, kapitalizmin önünü istenilen seviyede açamamıştır. Takdir edileceği gibi, kapitalizm, bisiklete binmek ile benzerdir. Bisikletin üzerinde kalabilmek için mutlaka pedalın çevrilmesi şarttır. Tasarruflar sınırlı kalınca, borç konusu devreye konuldu. Ancak, sadece şahısların değil, devletlerin de borçlanmaları gerektiği anlaşıldı.

Devletlerin borçlanabilmeleri için en etkili ortam, savaşlardır. Nitekim II. Dünya Savaşı hazırlıkları ve harbin kendisi, devletlerin borçlanma taleplerini çok hızlı artırmıştır. Bu talepler, 1929 büyük ekonomik buhranından çıkılmasına vesile olmuştur. Yoksa John Maynard Keynes’in tavsiyelerini uygulayan ABD ve İngiltere, 1933 yılına gelindiğinde bile, buhran öncesi rakamların çok altındaydı. Bu durumu gören kapitalistler, savaş bitince talepler hızla azalacağı için, NATO ve Varşova paktı kurdurarak, soğuk savaş adını verdikleri bir ortam oluşturdular. Böylece devletleri, mecburi borçlanmaya doğru yönelttiler.

Ancak bu da yetersiz kalırdı. Çünkü borçlanabilmek için,  o dönemdeki uluslararası antlaşmalara göre, altın rezervlerinin olması ve dolar-altın arasındaki bağlantının sağlanması gerekiyordu. Bu bağ, Bretton Woods anlaşması iptal edilerek koparıldı. Bu bağla birlikte, paraların, kendi aralarında sabit ve uyarlanabilir bir şekilde oluşturulmuş olan bağ da kopmuş oldu. ABD 1971’de dalgalı kura geçti. Çevrilebilir dövizler dalgalanmaya bırakıldı Böylece, sadece ABD’nin değil, diğer zengin ülkelerin ve gelişmekte olan olarak nitelenmeye başlanan bütün devletlerin borçlanmalarının önü açıldı. Dolayısıyla, iktidarların vatandaşlarına borç verebilmek ve hizmet yapıyor görünebilmek için, kolayca para basmalarına vesile oldu. Sonuçta, kâğıt paranın altına bağımlılığı kalmayınca, tıkanmaya başlayan kapitalizm ciddi bir nefes aldı.

Bilindiği gibi, İngiltere’nin zenginleşmesinde, denizlerde balina haline gelerek bütün dünyanın hammaddelerinden ucuza faydalanmasının çok ciddi etkisi olmuştur. ABD’nin ve Kanada’nın zenginleşmesinde ise, hırslı İngiliz, İrlandalı ve Fransızların, barut üstünlükleri sayesinde, geniş ve bâkir topraklara el koymaları ve daha sonra, ilk sahiplerini ve Afrikalı köleleri çok ucuz işçi olarak çalıştırmalarının etkisi büyüktür.

Günümüzde de, farklı açıdan benzer durum söz konusudur. Maddeten zayıf ülkeler, sahip oldukları yeraltı kaynaklarını kullanacak teknoloji ve sermayeye sahip değiller. Bunu fırsat bilen zengin ülkeler, bu kaynakları diledikleri gibi değerlendirmeye başladılar. Zenginlerin şirketlerinin ürettikleri ve sattıkları mamullerin fiyatları sürekli artarken, yine zenginlerin şirketleri, işlettikleri hammadde fiyatları için, o ülkelere ödedikleri bedelleri uzun süre sabit tuttular. Hammadde fiyatları artmayınca, kaynaklara sahip olan ülkeler fakirliğe devam ettiler.

Bu kaynakları işleterek zenginleyenler, kaynakların sahibi fakirlere faiziyle borç vererek onlara mal satmayı başarabildiler. Böylece, zenginlerin hammaddelere hâkim olmasıyla, kapitalizmdeki tıkanmanın önünü açıldı.

Bu dönemde petrol üreten ülkelerin OPEC kurarak, petrolün fiyatını kendilerinin belirlemeye başlamaları, bir istisnadır. Bilhassa, 1973 Arap-İsrail Savaşı sonrasında, petrol üreten Arap ülkelerinin gayretiyle, varili 2 dolar olan petrol, hızlı bir yükselişle, 1979’a gelindiğinde 32 dolara kadar çıktı. Ama bilhassa ABD’nin ve zengin uluslararası şirketlerin bazısı, ilk şoktan sonra geliştirdikleri sinsi siyaset ve bazı ülke yöneticilerine verdikleri rüşvetler sayesinde, bu işten de kârlı çıkmayı başarmışlardır. Çok hızlı artan petrol fiyatlarının zenginleştirdiği şirketler, kazandıkları paraları istiflemediler. Bilhassa oluşturdukları ve sekiz yıl süren İran-Irak savaşı gibi olaylar sonucu, bölgede petrol kaynağına sahip ülkelere silah satarak, onların da kazançlarını kendilerine aktardılar. Ayrıca, hızla artan petrol fiyatlarının fakirleştirdiği, en büyük ithalat kalemi petrol olan ülkelere de, kalkınmaları için faizli borç olarak verdiler.

Kısa sürede dünyanın farklı bölgelerine yayılan bu faizli borç verme işlemi, kapitalizmin küreselleşmesinde çok etkili oldu.

Bu yazı Ekonomi kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.