EKONOMİK BUHRANLAR, KAPİTALİZMİN DOĞASI GEREĞİDİR
Kapitalizmin en revaçta olduğu dönemlerde, karşı fikir öne sürenlerin başında Karl Marks geliyordu. Marks, buhranların kapitalizme özgü olduğunu söylüyordu. Bu sebeple kendisi yeni bir sistem önerdi. Ancak kendi oluşturduğu sistem bir sonuç vermedi. Fakat, kapitalizm hakkındaki öngörüsü doğru çıktı.
Kapitalizm, bireysel ekonomik oyuncuların bencilce çıkarları peşinde koşmaları üzerine sistemleştirilmiştir. Bu sebeple hayvani duygularla işler. Bu işleyiş, servet oluşumunu hızlandırır. Ancak, kapitalizmi savunanların dikkatlerinden kaçan bir husus; aynı yapının ani yükseliş ve düşüşlere de imkân sağladığı konusudur.
Nitekim vahşi kapitalizmin uygulanışından günümüze kadar, geçmiş insanlık tarihinde örneği olmayan istikrarsızlık ve belirsizlikler baş göstermiştir. İşin ilginç yanı, kapitalizm, düştüğü istikrarsızlık ve ve belirsizliklerden kendi kendini yenileyerek çıkamamıştır.
1929 büyük buhrandan çıkış yolu, İngiliz iktisatçı John Maynard Keynes’in, devletin ekonomiye müdahale ederek talep yaratmasını istemesiyle aşılmaya çalışıldı. Bu fikrin uygulanması da hemen sonuç vermedi. 1933 yılına gelindiğinde 4 yıl öncesinin rakamlarına ulaşılamamıştı. Fakat o dönemde başlayan II.Dünya Savaşı hazırlıkları için oluşturulan yeni talepler sayesinde ekonomik buhrandan çıkıldı.
Yani kapitalizm, kendi kendini dengeye getiremedi, düzeltemedi. Ancak devlet müdahaleleri sayesinde, o da uzun sürede toparlandı. Bazı ekonomistlere göre, eğer FED yani ABD Merkez Bankası, zamanında ve doğru müdahaleyi yapsaydı, sorun çabuk atlatılırdı. Bize göre, bu iddia da doğru olsa sonuçta, yine kapitalizmi bir dış müdahale kurtarmış olacaktı. Dolayısıyla kapitalizm her halükârda, kendi kendini dengeye getiremeyecekti.
2008 ekonomik buhranından çıkabilmek için ise, devletin müdahalesi sadece talep yaratma alanında kalmadı. Devlet, özel sektöre büyük çaplı finansal destekler verdi. Bankaları, büyük üreticileri kurtarmaya çalıştı. Geniş çaplı teşvik yasaları çıkarıldı. Para arzı üzerindeki devlet denetimi artırıldı. Bütün bunlara rağmen çok sayıda devlet henüz sıkıntıyı atlatamadı.
Küresel anlamdaki iki buhranda da, aynı senaryo oluştu. Buhranları çıkaran, kapitalist sistemin kendisi, ama sistemi kurtaran, devlet oldu. Böyle ticareti herkes yapar.
Görülüyor ki, 2008 buhranı için devletlerin yaptıkları müdahale, sahip oldukları büyük varlıkları, lakayt bir şekilde yöneten zenginleri korumanın ötesinde, ciddi bir işe yaramamış. Fakir devletler ve her devletteki fakir insanlar, daha çok zarar görmüşlerdir.
Bazı iktisatçılara göre, devletlerin destekleri, zombi (öldükten sonra diriltilen) bankalar ve zombi şirketler oluşturmuştur. Hattâ, güçlerinin çok üstünde borçlandıkları halde kurtarılan zombi vatandaşlar oluşturmuştur. Bunlar kendilerine çeki düzen vermek yerine, eski anlayışlarını sürdürmeye daha meyillidirler. Bu sebeple yeni bir buhranın temel taşlarını oluştururlar.
Devletin yaptığı bu müdahale, ilerisi için devletlere yeni yükler getirmektedir. Bu destekler, genel bütçe açıklarını artıracaktır. Genel bütçe açıkları, kamu borçlarındaki artışı tetikleyecektir. Özel sektör borçlanmalarına devlet garantisi verilmesi de, devlete yük getirmektedir. Bütün bu yükler, bir süre sonra kamu borçlarının sürdürülemez hale gelmesine vesile olacaktır.
Kamu borçlarını sürdürememek, ekonomik buhrana davetiye çıkarmaktır. Kamu borçlarını sürdürebilmek için para basmak, kısa vadede işe yarayabilir. Ama orta vadede daha etkili bir buhranın sebebi olabilir.
Ekonomi, sadece matematiksel verilerle yürümemektedir. Bu konuyla ilgili olarak ekonomik buhrandan önce yazdığım “Tarihin Aydınlattığı Gelecek” isimli kitabımdaki ifadelerimi, aynen aşağıda aktarıyorum:
“Sanal yani hayali ekonomi ile, gerçek yani üretici ekonomiyi uzlaştırmak zorundayız. Aksi taktirde insanlar, kendi duygu ve heyecanlarının fasit dairesi (sarmalı) içerisine girebilirler. Bu daireden çıkmaları çok zor olur ve insanlık can çekişebilir. Sanal ekonomi gerçek üretimin olmadığı ekonomidir. Aklın, mantığın, duyguların, duyarlığın yeri yoktur. Dolayısıyla sanal ekonomi, insanlığın geleceği için çok tehlikeli hale gelmektedir. Baudrillard’a göre spekülatörler, hayali değer yaratarak kazandıkça büyüyorlar. Büyüdükçe birbirleriyle birleşiyorlar. Birleştikçe karşı konulamaz oluyorlar. Böyle giderse hem insanlar hem de devletler, hayali değer yaratıcılarının oyun alanı olmaktan ileri gidemeyeceklerdir. (Bu konuda İslâmiyet’in bize öğütlediğinin kendime göre yorumunu, kitabın Türklerin Medeniyetinin Bugünkü Durumu bölümünde yaptım.)
Günümüzde bile sanal ekonomi alanında dönen günlük para akışı, mal ve hizmetler alanındaki dünya ticaretini finanse etmek için gerekli miktarın kat kat üstündedir.
Dünyanın bugünkü karmaşık şartlarında ekonomi biliminin genel bir çözüm getirmesi çok zor. Peter F. Drucker’e göre (s.167) küreselleşen dünya, Fransız Leon Walras’ın ekonomiyi matematiksel bir kalıba oturttuğu 1870’li yıllardan çok farklı yapıdadır. Yeni bir ekonomi kuramı geliştirebilmek için ekonomistler, aşağıdaki dört farklı yapıya tek bir ilke geliştirmek zorundalar:
- Fertlerin ve firmaların mikro (öz) ekonomik anlayışları (yani paranın devir hızı, kâr hırsı ya da girişimcilik yapıları, bazen alınan duygusal kararlar vb.),
- Milli devletlerin uyguladıkları makro (genel) ekonomi uygulamaları (yani para, kredi ve faiz oranları),
- Uluslar aşırı işletmeler (gerek sanal ekonomide gerekse üretimde süper güç ve tekeller oluşturmaya çalışan, milli olmayan şirketlerin farklı amaçları),
- Dünya ekonomisi (teknolojik gelişmelerin oluşturduğu küreselleşmenin, insanlar üzerindeki henüz belirlenemeyen etkisi).
- Bütün bu birbirinden farklı yapıları tek bir “ilke” ile açıklayıp kuramsal hale getirmek çok güç görünüyor. Belki de bu fiili durum, ekonomiyi matematiksel bir denge bilimi olmaktan çıkaracaktır. Ekonominin sadece bölgesel ve kısa süreli kuramlar geliştirilmesine yol açacaktır. Nitekim, 1984-87 arasında ABD ekonomisinde uygulanan bazı politikalar, daha o zaman ekonomi kuramcılarını şaşırtan ve teorilere tamamen ters olan sonuçlar doğurdu. Hattâ aynı uygulamanın ABD halkı tarafından algılanışı ile Japonlar tarafından yorumlanışı birbirine tamamen zıt oldu. Ülkelerin anlayışları arasında her zaman böyle farklar vardır.”
Demek ki, ekonomi süreci, hem beyinle hem de yürekle birlikte götürülmelidir.
Bütün bu buhranlara ve dünyanın büyük çoğunluğunun yoksul kalmışlığına rağmen, yine de kapitalizmi savunanlar, sıklaşan ekonomik buhranlara alışmalıdırlar. Fakat kapitalizm bir gün kendi kendini dengede tutacak hayaliyle beklerken,dünya çapında oluşacak bir kargaşa ortamının sonucunda, inşallah hep birlikte batmayız.
Bu sebeple insanlık olarak mutlaka, bir çıkış yolu bulmalıyız. (Çıkış yolları konusunda, bu sitedeki birçok yazımızda, dolaylı ilgili olan fikirlerimizi belirttik. Belirtmeye devam edeceğiz.)