KALPLERİN MÜHÜRLENMESİ ÜZERİNE

KALPLERİN MÜHÜRLENMESİ ÜZERİNE

 

Kalplerin mühürlenmesi, insanın kalbinde Tanrı’ya ve sevgiye yer kalmaması sonucunda; sorgulama, gerçekleri görme ve düşünme kabiliyetinin yok denecek kadar azalması olarak tanımlanabilir. Bir insanın kalbinin mühürlenmiş olduğunu anlamak, zor değildir. Eğer bir insan, bakıyor ama görmüyorsa, duyuyor ama kavrayamıyorsa kalbi katılaşmaya başlamış demektir. Eğer bu insan, şahsi menfaatini sürdürmek için sürekli yalan söylemeye başlamışsa, kalbinin mühürlenmiş olması ihtimali çok yüksektir. Kalbi katılaşmaya başladığı için zalimlikler yapan bir insanın, hatasını anlayarak kendini düzetmesi ihtimali her zaman vardır. Fakat şahsi menfaati için sürekli yalan söyleyen birisinin, hatasını anlayarak kendini düzeltmesi ihtimali yok denecek kadar azdır.

Kutsal kitapların ifadelerinden anladığım kadarıyla, Yüce Yaradan, her bir şahısla ilgili olarak, o insanın davranışlarına göre fiillerini oluşturmaktadır. Bu sebeple, yanlış olduğunu bildiği halde, menfaati doğrultusunda davranışlarda bulunan bir insana, Tanrı’nın, yardımını durdurarak, karışmadığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla, o insan sapkınlığa doğru yürümeye devam eder. Ancak, insanlara rahmetini üzerine yazmış olan Allah’ın, insanların sapmalarına razı olmadığı, kutsal kitaplarındaki ifadelerinde görülmektedir. Razı olmadığını, sürekli olarak peygamberler göndererek insanları uyarmasından da görebiliyoruz. Aslında Yüce Yaradan, insanlara yaptığı bu genel ikaz ile de yetinmemektedir. Her insanı ayrıca uyarmaktadır. Yarattığı her kulu ile ayrı ayrı ilgilenmektedir.

Yüce Yaradan’ın, her insanı hangi yöntemlerle uyardığını biz bilemeyiz. Ama derinlemesine düşünürsek, bizi zaman zaman ikaz ettiğini anlarız. Nitekim menfaatinin peşinde koşarken insanları ezmekten çekinmeyen bir insan, seyrek de olsa, bu yaptığının yanlış olduğunu düşünür. Aslında kafasından geçen bu düşünce, Yüce Yaradan’ın, o kişinin kalbine indirdiği bir fikirdir. Ama büyük çoğunluğumuz, kafasında şimşek gibi çakan bu fikre itibar etmez. Menfaati daha ağır basar ve zalimliğine devam eder. Rahmeti çok geniş olan Yüce Yaradan, her insana, bu şekilde veya bambaşka yöntemlerle uyarılarını defalarca yapar. Bazen, mallarından ve evlatlarından eksilterek, insanların düşünmeleri, durumlarını sorgulamaları ve hatalarını anlamaları için fırsatlar verir. Bazen, böyle kullarının dünya nimetleriyle ilgili olarak hemen her isteklerini verir. Ama Allah, kalpleri katılaşmış bu kişilerin iç huzurlarını alır. Bu kişilerin, bırakın birkaç aylarını, bir haftası bile mutlu geçmemesi ihtimali çok kuvvetlidir.

Tek olan Tanrı’nın yaptığı bu ikazları sorgulayıp, kendisini düzelten insanların sayıları elbette azımsanmayacak kadar çoktur. Ama başına gelen tersliklere veya güzelliklere rağmen, yaşadıklarına kendince mazeretler üreterek, hatasını sürdürenlerin sayıları çok daha fazladır.

Okuyucularımın bazısından ricam, geçmiş hayatına dönük olarak yaşadığı olayları, film şeridi gibi gözlerinin önünden geçirsin. Ama yaşadıkları olaylara, “Tanrı’nın ikazı olabilir mi” diye bakarak düşünsün. Geçmiş yaşamı hangi yapıda olursa olsun, akıl erdiren her okuyucumun, kendisine böyle ikazların yapıldığını kabul edeceğini düşünüyorum. Bende böyle olmadı diyenlerden ricam, bazı ayrıntılara dikkat ederek, tekrar tekrar düşündükten sonra karar vermeleridir.

Yüce Yaradan, yarattığı hiçbir kulunun kalbini, sadece tek uyarı yaptıktan sonra mühürlediği söylenemez. Eğer şöyle bir düşünürsek, bir değil, birkaç ikazdan sonra bile mühürlemediğini anlarız. Eğer tek olan Tanrı, bir-iki ikazla yetinseydi, insanların neredeyse tamamının kalbinin mühürlenmesi beklenirdi.

Eğer kalpler kolayca mühürlenseydi, kalbi mühürlenenler hatalarını anlayamayacak hale geldikleri için, hatasını anlayarak tövbe edip dönen insanların sayısı, yok denecek kadar az olurdu.

Eğer tek olan Tanrı, kalpleri kolayca mühürleseydi, peygamberlerine, tebliğ için bıkmadan gayret etmelerini söylemezdi. Peygamberlerinden biri olan Hz. Nuh’un, 900 yıl boyunca tebliğ için çile çekmesine razı olmaz, tufanı daha önce yapardı.

Yunus Suresi 10/41: Eğer seni inkâr etmeye devam ederlerse, “benim amelim bana, sizin ameliniz size” de…

Bu ayette de görüldüğü üzere, peygamberini inkâr etmeye devam edenlerin kalplerini mühürlemiş olsaydı, böyle bir tavsiye yapmaz, ayette “onları Bana bırak” mealinde ifade kullanırdı. Surenin devam eden ayetleri, kalplerin mühürlenmesi hususundaki bu fikrimizi kuvvetlendirmektedir.

42: “İçlerinden seni dinlemeye gelenler de var. Sen, sağırlara, üstelik akılsız da olanlara dinletebilir misin?”

43: “İçlerinden sana bakanlar da var. Fakat sen, körlere, üstelik basiretleri de yoksa hidayet edip yol gösterebilecek misin?”

44: “Şurası kesindir ki Allah, insanlara zerre kadar zulmetmez. Ne var ki, insanlar kendi kendilerine zulmedip duruyorlar.”

Demek ki, Yüce Yaradan’ın verdiği aklı kullanmayanlar, peygamberlerden dinlediklerini kavrayamıyorlar. İnsanlar bakıyorlar, ama basiretlerini kullanmadıkları için hakikati göremiyorlar. Bu sebeple insanların bazıları, Yüce Yaradan’ın insanlara verdiği güzel vasıfları kullanmadıkları için, kendilerine verilecek cezayı hak ediyorlar. Dolayısıyla, kendi kendilerine zulmetmiş oluyorlar.

Yüce Yaradan, ister kalpleri katılaştığından, isterse kalpleri mühürlendiğinden dolayı zalimlik yapanlara bile merhamet ettiğini, şu ayetiyle vurguluyor.

Nahl Suresi 16/61: “Eğer Allah, insanları zulümleri yüzünden hesaba çekseydi, yeryüzünde kımıldayan tek canlı bırakmazdı…”

Ayetten anlaşılan o ki, Yüce Yaradan, bir insanın kalbini mühürlemeden önce, çok fazla sabrediyor. O kişinin kendisini düzeltmesini, sabırla bekliyor.

Yunus Suresi 10/22: Sizi karada ve denizde gezdirip dolaştıran O’dur. Hatta gemilerde bulunduğunuz ve o gemiler, içindekilerle beraber hoş bir esinti ile akıp gittikleri ve tam keyiflendikleri sırada o gemilere şiddetli bir fırtına gelir çatar ve her taraftan onlara dalgalar gelmeye başlar. Bütünüyle kuşatılıp artık bittiklerini sanırlar. İşte o vakit tam ihlas ile Allah’a yalvarır ve dindar olurlar: “Eğer bizi buradan kurtarırsan, andolsun ki, şükredenlerden olacağız.” derler. Sonra Allah onları oradan kurtarır, kurtulur kurtulmaz yeryüzünde çeşitli taşkınlıklara başlarlar. Ey insanlar, taşkınlığınız sırf kendi zararınızadır. Şu değersiz dünya hayatının bir süre tadını çıkarınız, sonra nasıl olsa dönüp bize geleceksiniz. Biz de, bütün yaptıklarınızı tek tek size haber vereceğiz.

Ayette, “denizde fırtınaya” yakalanınca, yalvar yakar Yüce Yaradan’a dua ederek “kurtulurlarsa şükredenlerden olacaklarını” söyleyen insanların, Tanrı onları kurtarınca, verdikleri sözü unutup, yeryüzünde zalimliklere başladıkları anlatılıyor. Yüce Yaradan, böylelerine bile, süre tanıyor. “Ey insanlar zalimliğiniz sırf kendi zararınızadır. Şu değersiz dünya hayatının bir süre tadını çıkarınız, sonra nasıl olsa dönüp bize geleceksiniz. Biz de bütün yaptıklarınızı tek tek size haber vereceğiz.” diyerek sabrediyor. Onların kalplerini mühürlemiyor.

Araf Suresi 7/100 üncü ayette, kalplerini mühürleriz diye bahsedilen insanlarla ilgili olarak 102inci ayette şu açıklama yapılır: “Onların çoğunda, sözde durma (diye bir şey) bulamadık. Gerçek şu ki, onların çoğunu yoldan çıkmış bulduk.”

Demek ki, sözünde durmayanlar, yani yalan söyleyenler, yoldan çıkıyorlar. Yoldan çıktıklarını görmelerine rağmen, yalanlarını sürekli hale getirenler, aynı suredeki 100üncü ayete göre, kalpleri mühürleniyor.

O halde, ne kadar yanlış işler yapmış olursak olalım, yalanlara boğulmadan, hatamızdan dönüp, Yüce Yaradan’a tövbe edelim. Kendimizi kurtarmaya çalışalım. Eğer yalan söylemeye alışırsak, yalanlarımızı durduramayız. Yalancılığımızı sürekli hale getirirsek, kalbimizin mühürlenmesine davetiye çıkarmış oluruz ve tövbe edecek gücü bulamayabiliriz. Dolayısıyla hiçbir zaman dönüşümüz, yani kurtuluşumuz olmayabilir. Hem bu dünyada huzursuz ve korku içerisinde yaşarız, hem de asıl ve ebedi olan ahiret hayatında, cehennem azabına duçar oluruz.

Unutmayalım ki, bize yapılan bu ikaz, belki de, kalbimizin mühürlenmesinden önceki son uyarıdır.

Seçim bizim. Çünkü Yüce Yaradan’ın bize olan tavrı, bizim seçimimize göre şekillenmektedir.

Ahiret hayatına inanmayan insanlarda kalplerin katılaşması, kalplerinde sevgiye yer kalmaması anlamına gelir. Böylelerinin zararı, daha çoktur. Hem bu dünyada sevmek ve sevilmek gibi mutluluktan mahrumdurlar, hem de af dileyecekleri bir mercileri olmadığından, kendilerini düzeltebilecekleri bir imkânları yoktur. Dolayısıyla kurtuluş umutları kalmamıştır. Bu kişiler için, bu sitede yayınladığımız “Tito’dan Tarihi İtiraflar” başlıklı makalemizi okuduktan sonra tekrar düşünmelerini salık veririz. Yazıyı aramak zahmetine katlanmak istemeyenler için, Tito’nun sözlerinin bir kısmını veriyoruz:

“Düşünün, şu kâinatın bir Yaratıcısı, şu muhteşem sistemin bir kanun koruyucusu olmalıdır…

Mazlumca gidenlerle, zalimce gidenlerin hesaplaşma yeri olmalıdır. Hakkını alamadan, cezasını görmeden gidiyorlar. Böyle keşmekeş olamaz. Ben bunu vicdanen hissediyorum…

Nedense ölüm kapıya dayanmadan bunu idrak edemiyoruz. Belki de göz kamaştırıcı makamlar buna engel oluyor. Ben bu inancı taşıyorum yoldaşlarım, sizler ne dersiniz deyin!”

Allah’ım, insanların, kalplerini mühürlediğin şahısların peşinden gitmeyi bırakabilmeleri için, onlara anlayış ihsan eyle,

Allah’ım, insanların doğru yolu bulabilmeleri için, onlara irade gücü ver.

Senin, her şeyi helâk etmeye veya hâlk etmeye gücün yeter.

Bu yazı KUR'AN ÜZERİNE kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.