İSLÂM’IN AMACI, BİZİ MELEK DEĞİL, İNSAN YAPMAKTIR
Bu sitede daha önce yayınladığımız bazı makalelerimizde ifade ettiğimiz gibi, Allah’ın dini tektir. O da İslâm’dır. Bütün peygamberler, Yüce Yaradan’ın elçileridir. Dolayısıyla her bir peygamber, tek Tanrı’ya inanan her insanın da peygamberidir. Yüce Yaradan insanlardan beklediğini, her Peygamberine, zamanın şartlarına ve insanların algılayışlarına göre kademelendirmiştir.
Ayrıca, insanlar, Yüce Yaradan’ın gönderdiği bilgileri tahrif ettikleri için, yeniden elçi göndermiştir. Allah’ın son kitabı olan Kur’an’da, Maide Suresi 3üncü ayette ifade edildiğine göre, Yüce Yaradan, İslâm dinini kemale erdirmiş ve tamamlamıştır. Bu sebeple, bizim bu makalemizde temel alacağımız esaslar, Kur’an ayetleri olacaktır.
İslâm, bizim zevk aldığımız şeyler hakkında bilgi verir. Hattâ karşı cinse karşı duyduğumuz arzularımızı hatırlatır. İnsanlardan zengin olup, fakirlere yardım etmelerini ister. Böylece zenginlerin de manevi mutluluğu tatmasını arzular.
Yüce yaradan, bütün bu zevkli şeylere ulaşabilmemiz için, bizlere helal yollar gösterir.
İslâm, bizden hem bu dünyaya hem de ahirete uygun yaşamamızı ister. Bu dünyaya uygunluk açısından, temizlenmemizi ve temiz olmamızı öğütler. Günümüz deyimiyle, bizi hijyene davet eder. Böylece, hem fert olarak kendimizin, hem de toplumun daha sağlıklı yaşaması için gerekli ortamı hazırlamaya çalışır.
İslâm, bizden kalp temizliği de ister. Bu istek, bizi ahirete hazırlamak içindir. Ahirette cennette, kalbi temizlenmiş insanlar yaşamaktadır. Yüce Yaradan bizden böyle bir şeyi isteyerek, cennetine hazırlık yapmamızı sağlar. Bu durum da göstermektedir ki, Allah, bizi cennetine almak için uğraşmaktadır.
Kur’an’ın böylesine net ifadeler kullanmasının -bize göre muhtemel sebebi- Kur’an’ın Hz. Muhammed aracılığıyla nazil olmasından önceki toplumlardaki anlayışlarda görülen bazı yanlışlıklardır. Bu dönemde Hıristiyan din adamları, insanların sadece ahirete ait olduklarını tasavvur ediyorlardı. Benzer şekilde, Budist ve Brahman bilgeleri de, insanları bu dünyaya değil, sonraki doğacakları hayata yönlendiriyorlardı.
Hıristiyanlıkta sonradan oluşturulan keşişlik, Budist ve Brahman rahiplerdeki dervişlik gibi anlayışlar, İslâm’da kabul görmemiştir. Buna rağmen İslâm’da da keşişler gibi davranıp, kendilerine derviş diyenler olmuştur. Hâlbuki İslâm’da derviş “dilenci” anlamına gelmektedir. Fakat derviş konusunda bir kavram kargaşası oluşmuştur. Tarih içerisinde İslâm’a hizmet etmiş insanlara Türkler, derviş değil, alperen demişlerdir. Alperen, kelime olarak, hem bu dünyaya hem de ahirete yönelik insanı anlatır. Alp, bu dünyaya uygun olan, yiğitlik kısmını ifade eder. Eren ise, ahirete uygun davranan, kendisini Tanrıya adamış kalbi temiz insanı tanımlar.
Müslüman Türkler arasındaki benzer yapıdaki insanlara, gazi derviş de denilmektedir. Hoca Ahmet Yesevi gibi önderlerin dergâhlarında böyle insanlar yetişmişlerdir. Böyle dergâhlarda yetişenlerin ortak özellikleri vardır. Hemen hepsi, mesleklerini çok güzel icra edecek şekilde yetiştirilmeye çalışılmıştır. Hepsi de, özü sözü doğru, güvenilir insandı. Hepsi de kanaatkârdı. Hemen hepsinin dini bilgileri, etraflarını aydınlatacak yeterlikteydi. Hemen hepsi de, gönderildikleri görev bölgelerinde mücadele edecek ruha ve karar verecek hür iradeye sahipti.
İslâm’ın emrettiği konulardan birisi, evliliktir. Nur Suresi 32 inci ayette Müslümanlara böyle bir emir verilir. Hıristiyanlıkta, Kiliseye bağlı din adamlarında, rahip ve rahibelerde var olan evlenme yasağı, İslâm’da hiç yoktur. Başlangıçta ifade ettiğimiz gibi, İslâm, insanın içerisindeki cinsel arzuların varlığını onaylar. Bu arzuların bastırılmasını başarmanın güçlüğünü bilir. Bastırılamayan ve tatmin edilmeyen bu isteklerin, ileride daha ağır sorunlara yol açacağını görür. Bu sebeple, arzularımızı helal yollardan ve saygı çerçevesinde karşılayabilmemiz için, evlilik müessesesini hem emreder hem de teşvik eder. Görüldüğü gibi İslâm, bizden aziz olmamızı değil, insan olmamızı bekler.
İnsan olmanın önemli kilometre taşlarından birisi, erdemli olmaktır. Meryem Suresi 31inci ayette, beşikteki Hz. İsa, kendisinin Tanrı tarafından erdemli kılındığını söyler. Erdemin seviyesini ölçebilmemiz için, daha önce yayınladığımız “Sevincin Değerini Acıların Şiddeti Belirler” makalesindeki gibi, karşı zıddına bakmak gerekir. Nefsani arzuların olmadığı ortamda, erdemden bahsetmek anlamsızlaşır. Nitekim Kur’an’dan anladığım kadarıyla, melekler için erdemlilikten bahsetmek bir anlam taşımaz. Çünkü meleklerde nefsani duygular yoktur. Benzer şekilde, cennet ehli için de, erdemli insanlar olarak bahsetmenin bir anlamı yoktur. Çünkü Kur’an’a göre, cennette nefsani arzular yoktur.
Erdemliliğin seviyesini ölçebilmemiz için ikinci bir şart daha vardır. O da, güç sahibi olmaktır. Güçlü ve zengin bir şahsın davranışları için söylenebilecek “erdemli” sözcüğü, güçsüz ve fakir bir kişininkine göre, daha anlamlıdır.
Bir Müslüman, namaz kılıp oruç tutarak insan olmaya çalışabilir. Fakat bu ibadetleri, hakiki anlamlarında yapmazsa, bu amacına ulaşamayabilir. Nitekim Kur’an, birçok ayetinde “namazı dosdoğru kılmaktan” bahseder. Bir Müslüman, hem bu ibadetleri gereğince (dosdoğru) yaparak, hem de hayatın zevklerini helal yollardan, aşırıya kaçmadan, sevgi ve saygı çerçevesinde gerçekleştirerek amacına ulaşabilir.
Bir Müslümanın insan olması, bütün dünyevi sevgileri, aşkları bırakıp, sadece Tanrının aşkıyla yanıp kül olmakla gerçekleşmeyebilir. Bakara Suresi 165inci ayete göre, iman edenlerin Allah sevgisi daha kuvvetlidir. Ancak bu dünya sevgisine engel değildir. Hatta mal sevgisi, bunları veren Tanrı’nın sevgisine vesile olur. Nitekim Sad Suresi 32inci ayette Hz. Süleyman şöyle der: “Gerçekten ben malı, Rabbimi anmamı sağladığından dolayı çok severim”. Bir Müslümanın insan olması, kişinin dünyevi sevgileri kendisine veren Yüce Yaradan’ı anması ve Allah’a olan sevgisinin dünyevi sevgilerine yol göstermesiyle daha kolay gerçekleşir.
Bir şahsın insan olması, kendisini toplumdan soyutlayıp, inzivaya çekilmesiyle gerçekleşmeyebilir. Kendisini ihmal etmeden (Nisa Suresi 29uncu ayette: “…Nefislerinizi de öldürmeyin…”, hayatını başkalarının insafına bırakmadan (Ali İmran 200 ve Enfal 60ıncı ayetlerde düşmanlara karşı hazırlıklı ve uyanık olunması, onların silahlarıyla silahlanması istenilir), yaşadığı cemiyetteki diğer insanlara da faydalı olacak şekilde davranmasıyla (bu husus çok sayıda ayette geçer), daha bariz gerçekleşebilir.
Yukarıda bahsettiğimiz hususlara, okuyucularımızın daha çok konu ekleyeceklerine inanıyorum. Her okuyucumuzun, bahsedilen her alan için, birçok örnek vereceklerini biliyorum. Okuyucularımızın verecekleri bütün örnekler, geliştirecekleri bütün düşünceler, benzer sonuca ulaşacaktır. İslâm, bizden, melek veya aziz olmamızı değil, Yüce Yaradan’ın tanımladığı “insan” olmamızı istemektedir.