İSLÂMDA MUCİZE VE KERAMET KONUSU 1
Mucize, tabiatta görülen doğaüstü olaylar olarak nitelenebilir.
Keramet de, Allah’ın, ermiş denilen kullarına verdiği düşünülen doğaüstü güç ve kuvvet anlamındadır.
Sonuçta ikisi de benzer anlamdadır ve doğaüstü olayları kapsar.
Kur’an’da keramet kavramı geçmez. Ama mucize sözü sıkça geçer. Mucize kavramı da, kelime olarak “ayet” yani delil şeklinde geçer.
Makalemizin ilk bölümünde, ağırlıklı olarak mucize konusunu irdelemeye çalışacağız.
Kur’an’da aktarılanlara göre, insanlar, kendilerinin peygamber (elçi) olduklarını söyleyenlerden, kendilerine, Rabbinden mucize indirilmesini istemişlerdir. Kur’an’da adı geçen ve geçmeyen hemen bütün peygamberlerden aynı şeylerin talep edildiğini, Kur’an’daki kıssalardan anlıyoruz.
Kendilerinin elçi olduklarını söyleyen bütün peygamberlerden, Rablerinden mucize getirmelerinin istenmesi, mucizelerin, Yüce Yaradan’a ait olduğuna inanıldığını gösterir. Peygamberlerin gösterdiği doğaüstü olan olayların, Allah’ın, gerçekten peygamberleri olan kişilere hemen verebileceği basit bir gösteri olarak algılandığı anlaşılmaktadır.
Kur’an’ın anlatımına göre, peygamberlerden istenilen mucizelerin gerçekleşmesi, Allah’ın oluşturduğu, ama insanlara gösterirken, elçilerini vesile kıldığı doğaüstü vakalar şeklinde olmuştur. En meşhur mucizeler, Hz. Musa ve Hz. İsa’ya verilenlerdir.
Hemen her peygamberden getirmeleri istenilen mucizeler, son elçi olan Hz. Muhammed’den de istenilmiştir.
Ankebut Suresi 29/50: “Ona Rabbinden (başkaca) mucize indirilmeli değil miydi?” derler. Cevaben de ki: “Mucizeler ancak Allah’ın katındadır. Ben ise sadece apaçık bir uyarıcıyım.”
Hz. Muhammed’den istenilen benzer talepler, Enam Suresi 6/109 ve Rad Suresi 13/7 gibi ayetlerde de yapılmıştır. Peygamberden vermesi istenilen cevap, mucizelerin Allah katında olduğunu anlatmasıdır. Hattâ bununla da yetinilmeyerek, Hz. Muhammed aşağıdaki ayetle uyarılmıştır.
Enam Suresi 6/35: “Eğer onların yüz çevirmesi sana ağır geldiyse, haydi gücün yetiyorsa yerin içine (inebileceğin) bir delik, ya da göğe (çıkabileceğin) bir merdiven ara ki onlara bir mucize getiresin! Allah dileseydi, elbette onları hidayet üzerinde toplardı. O halde cahillerden olma!”
Benzer bir ortamı anlatan diğer ayetler şöyle:
Şuara Suresi 26/3: (Resulüm!) Onlar iman etmiyorlar diye adeta kendine kıyacaksın!
4: Biz dilersek, onların üzerlerine gökten bir ayet (mucize) indiririz de, ona boyunları eğilekalır.
5: Bununla beraber kendilerine O Rahman’dan yeni bir öğüt gelmeyedursun, ille ondan yüz çevirirler.
Ayetlerin anlatımından anlaşılan o ki, Hz. Muhammed insanlara sürekli anlatmasına rağmen, katılımlar çok yetersiz kalmıştır. Bu duruma üzülerek, Rabbinden, insanları ikna edecek mucize olaylar oluşturması için yakarışlarda bulunmuş, ama beklediği sonucu alamamış olabilir.
Kur’an’da anlatılan bu açık ifadelere rağmen, bazı âlimler, Hz. Muhammed’le ilgili mucizelerden bahsetmişlerdir. İddialarına mesnet bulabilmek için, peygambere atfedilen hadisleri örnek gösterenler vardır. Ama biz, iddialarına Kur’an ayetini gösterenlerin savunmalarını irdelemekle yetineceğiz. İddialarına mesnet olarak kullandıkları ayet şöyle:
İsra Suresi 17/1: “Kulu Muhammed’i geceleyin, Mescidi Haram’dan kendisine bazı ayetlerimizi göstermek için, etrafını mübarek kıldığımız Mescidi Aksa’ya götüren Allah, her türlü noksan sıfatlardan münezzehtir. Şüphesiz ki her şeyi hakkıyla işiten, hakkıyla gören O’dur.”
Ayet net bir şekilde, olayın, Hz. Muhammed’i sadece geceleyin Mescidi Haram’dan Mescidi Aksa’ya götürülmesi şeklinde oluşan, Allah’ın bir ayeti yani mucizesi olduğunu anlatmaktadır.
Bu netliğe rağmen Diyanet İşleri Başkanlığı, Kur’an tercümesinde ilgili ayetin altına şu notu düşmüş: “İsra ve Miraç, Peygamberimizin mucizelerindendir. Hicretten bir buçuk yıl kadar önce vuku bulmuştur. Hz. Peygamber, bir gece Kâbe’nin çevresinde uyku ile uyanıklık arası bir durumda iken Cebrail gelmiş, onu Burak adlı, -bizce mahiyeti bilinmeyen- bir binite bindirerek, önce Kudüs’teki Mescid-i Aksa’ya götürmüş, oradan da göklere yükseltmiş “Sidretü’l-Müntehâ” denilen en üst makama ulaştırmıştır. Hz. Peygamber, bu makamı da geçerek Cenab-ı Hakk’ın huzuruna erişmiştir. Mucizeler, tabiat kanunlarının dışında cereyan eden harikulâde olaylardır. Bu sebeple, onları aklî ölçüler içinde değerlendirmek doğru olmaz.”
Öncelikle, ayette anlatılan gece yürüyüşü olayını, Hz. Muhammed’in mucizelerinden olarak nitelemek doğru mudur diye irdeleyelim. Kur’an’da anlatılan Hz. Musa’nın mucizeleri ve Hz. İsa’nın mucizeleri, bizzat peygamberler aracılığıyla, insanların gözleri önünde gerçekleşen doğaüstü olaylardır. Hâlbuki Hz. Muhammed’e yaşatılan şey, geceleyin ve sadece kendisinin gördüğü bir mucizedir. Diyanetin açıklamasına göre de, uyku ile uyanıklık arasında olmuştur. Yani peygamberin kendisinin bile tam uyanık olmadığını söylemektedirler. Dolayısıyla yaşanan olay, diğer peygamberlerinkiyle karşılaştırıldığında, Kur’an’ın anlatımındaki peygamberler aracılığıyla gösterilen nitelikte bir mucize olarak kabul edilmesi mümkün görünmüyor. Çünkü mucizeyi başka gören yok ve Hz. Muhammed’in kendisi de bu mucizeye doğrudan aracılık etmiyor. Hz. Musa’daki asasını yere atma, denize vurma, Hz. İsa’daki ölüleri diriltme şeklindeki somut görsellik yok.
Diyanetin ayetle ilgili açıklamasında, sadece bu yanlış yönlendirmeyle kalınmamış. Ayette olmayan ifadeler, ayete eklenmiş. Peygamberin, Mescidi Aksa’dan sonra göklere yükseltildiği anlatılarak şöyle devam edilmiş: “Burak adlı bir binitle önce Kudüs’teki Mescid-i Aksa’ya götürmüş, oradan da göklere yükseltmiş “Sidretü’l-Müntehâ” denilen en üst makama ulaştırmıştır. Hz. Peygamber, bu makamı da geçerek Cenab-ı Hakk’ın huzuruna erişmiştir.”
Bindiği binitin bile isminin yazıldığı bu açıklamalar üzerine söylenebilecek söz yok. Çünkü Kur’an bu gibi hususlarda, yine Diyanetin kendi tefsirine göre, net olarak şöyle diyor:
Nahl Suresi 16/116: Dilleriniz yalana alışageldiğinden dolayı, Allah’a karşı yalan uydurmak için, “Şu helâldir”, “Şu haramdır” demeyin. Şüphesiz, Allah’a karşı yalan uyduranlar, kurtuluşa eremezler.
Eğer Hz. Muhammed’e verilen bir mucize aranılırsa, ona indirilen Kur’an, en anlamlı mucizedir.
Şimdi de, peygamberlerin dışında mucize verilen kişiler olup olmadığını anlayabilmek için, yine Kur’an’a başvuralım.
Rad Suresi13/38: “Andolsun ki, biz senden önce de peygamberler gönderdik. Onlara da eşler ve çocuklar verdik. Allah’ın izni olmadan herhangi bir ayet getirmek ise, hiçbir peygamberin haddi değildir. Her ecel için bir yazı vardır.”
Benzer ifadeler Mümin Suresi 40/78’de de vardır.
Ayette, Yüce Yaradan’ın izni olmadan, hiçbir peygamberin ayet yani mucize getirmesinin hadleri olmadığı ifade ediliyor. Eğer Allah’ın izniyle ayet getirmek, yani mucize göstermek sadece peygamberlerle ilgili olmayıp, diğer kullara da verilen bir hak olsaydı, bizim rahatça anlamamız için ayetin ifadesi farklı olurdu. Ayetteki “hiçbir peygamberin haddi değildir” ifadesi yerine “hiçbir kulun haddi değildir” denilirdi.
Bu açık ifadelere rağmen, bazı âlimler mağarada 309 yıl uyutulan gençlerin olayını misal göstererek, peygamberlerin dışındakilere de mucize verildiğini iddia etmişlerdir. Bu husustaki olaylar Kehf Suresi 16 ile 22inci ayetler arasında anlatılır. Gençler uykuda olmalarına rağmen, dışarıdan bakılınca uyanık oldukları zannedilir. Köpeklerinin durumu bile aynı şekildedir. Ayete göre bu, Allah’ın mucizelerindendir.
Şimdi, bu konuda Kur’an’da anlatılan olayları irdeleyelim. Mağaraya sığınan gençler, uyumuşlardır. Uyandıklarında ne kadar uyuduklarını bilememişleridir. Bir gün veya daha az uyuduklarını söyleyen olmuştur. Yani Yüce Yaradan’ın oluşturduğu mucizeden kendileri de habersizdir. Kendilerinin habersiz oldukları bir mucizeye şuurlu bir şekilde aracılık ettiklerini kim iddia edebilir?
Tek olan Tanrı, bu mucizeyi anlatmasındaki maksadını şu ayetiyle açıklar;
Kehf Suresi 18/21: “Böylece insanları onlardan haberdar kıldık ki, öldükten sonra dirilmenin hak olduğunu ve kıyamet gününden şüphe edilemeyeceğini bildirmek için, öylece şehir halkına buldurduk. Onları mağarada bulanlar, aralarında durumlarını tartışıyorlardı. Dediler ki: “Üstlerine bir bina (kilise) yapın. Bununla beraber Rableri, onları daha iyi bilir.” Sözlerinde üstün gelen müminler: “Üzerlerine muhakkak bir mescit yapacağız.” dediler.
Demek ki, peygamberlerin dışındaki kullarına, şuuru açık bir haldeyken mucizeye aracılık etme hakkı hiçbir şekilde verilmemiştir. Zaten, son peygamber olan Hz. Muhammed’e verilmeyen nitelikte görsel mucizenin, peygamber olmayan kullarına verilebileceğini düşünmek mantıksızdır.
Diğer yandan, Kur’an’ın bütününden anlaşıldığına göre, Yüce Yaradan’ın, mucizeleri peygamberleri aracılığıyla diğer kullarına göstermesinin amaçları; inanç konusunda tereddüt yaşayanların ikna olmalarının yolunu açmak, inananların kalplerini sağlamlaştırmak, Tanrı’nın yolunda savaşanları desteklemek gibi hususlardır. Ancak, Yüce Yaradan bazen, kullarına gösterdiği mucizeler için bir aracı kullanmadan, doğrudan bizzat Kendisi, peygamberlerinin de seyredeceği şekilde herkese gösterir. Kur’an’da bahsedilen, inanmamakta ısrar edenlerin helâk edilmesi olayı, böyle bir mucize sonucu olmuştur. Denizi geçerken Hz. Musa’nın asasını denize vurmasıyla denizin yarılması da, bu nitelikte görülebilir.
Yine, Kur’an’dan anlaşıldığına göre, aracılı veya aracısız bütün mucizelerin, insanların gözleri önünde gerçekleşmesi gereklidir. Bu netliğe rağmen, mucizenin anlamının saptırılması, insanları kandırmak isteyenlerin işlerini kolaylaştırmaktır. İnsanları kandırırken gerçek bir mucize gösteremeyeceklerini bilen bazı kişilerin, İsra Suresinin birinci ayetindeki anlatımı saptırdıkları anlaşılıyor. İnsanları kandırmaya çalışmak isteyen bu yapıdaki şahıslar, rüyalarında gördüklerini söyleyerek mucize gerçekleştirdiklerini anlatırken, Hz. Muhammed hakkında İsra Suresinin birinci ayeti için yaptıkları bu alâkasız yorumu örnek gösteriyorlar.
İnsanları kandıran bu kişilerin, gösterdiklerini iddia ettikleri mucizeler, keramet olarak bahsedildiği için, keramet konusundaki irdelemelerimizi, makalemizin ikinci bölümünde yapacağız.