İSLÂM TARİHİ VE HIRİSTİYANLIK TARİHİNDEN ALINACAK BAZI DERSLER 7
Önceki yazımızda, Müslüman ulemanın, bir konuda hüküm verirken faydalandığı kaynaklar hakkındaki fikirlerimizi paylaştık. Kur’an dışındaki diğer yararlanılan kaynaklardan hadis, icma ve kıyas üzerinde durduk. Bu yazımızda rey, örf, tercih (istihsan) gibi kaynaklar hakkındaki düşüncelerimizi ifade etmeye çalışacağız.
Reycilik, günümüzdeki anlamıyla akılcılık demektir. Akıl, her insanda farklıdır. Ayrıca, her insan aklını kullanırken, nefsine uyacak kararlar alabilir. Veya daha önceden yaptığı bir kabahatin ortaya çıkmasını önlemek isteyebilir. Akla yol gösteren, iradedir. Akıllı bir insanın iradesinin de, aynı güçte olduğunu söylemek güçtür.
Dolayısıyla akıl, kişiden kişiye ve aynı kişinin içinde bulunduğu şartlara göre farklıdır. Bizden önce falan ulema başka türlü akıl yürüterek bir hükme varmışsa, bizim onu aynen kabul etmemiz yanlış olur. Bu nedenle, başka birinin akıl yürütmesiyle vardığı sonucu sorgulamaktan çekinmemeliyiz. Eğer biz de aklımızı kullanarak, bazı âlimlerin vardığı hükme varıyorsak, hem verilen hükmün doğruluğuna hem de kendimize olan güvenimiz artar. Farklı bir sonuca varırsak, bu sonucun Kur’an’ın ruhuna ters olup olmadığını düşünmeliyiz. Kur’an’ın bize aktardığı ahlâk ve salih amel tanımlarına uygunsa, yani bir sebebe dayanıyorsa, eski âlimlere değil, kendimize inanmalıyız.
Demek ki, diğer kaynak olan rey yani akıl, değişkendir. Bu özelliğine rağmen, bilgili insanlar arasında güzel istişareler yapılarak, aklın doğru kullanımı sağlanabilir. Asıl olan istişarelerdir. Bu sebeple, bizden önceki dönemlerde yaşamış başka birinin akıl yürüttüğü bir hususta, şahıs olarak biz de akıl yürütebiliriz. Ama bizim yürüttüğümüz aklı da, başkaları kabul etmeyebilir. Dolayısıyla, akıl yani rey de, tek kişi tarafından gerçekleştirildiyse, güvenilir bir kaynak değildir.
Bizler, ister geçmişte yaşamış olan, isterse günümüzdeki bazı ulemanın fikirlerini aynen kabul ederek uygulamaya çalışmamalıyız. Eğer böyle yaparsak, Kur’an ayetlerine aykırı davranmış oluruz. Kur’an’da en çok sorulan “hiç düşünmez misiniz?” ve “hiç akıl erdirmez misiniz?” sorularına verecek cevap bulamayız. Sessiz kalırız. Suskunluğumuz, düşünmediğimiz anlamına gelir. Diğer taraftan, Bakara Suresi 170inci ayetteki “Onlara, “Allah’ın indirdiğine uyun!” denildiğinde, “Hayır, biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuza uyarız!” derler. Peki ama, ataları bir şey anlamayan, doğru yolu bulamayan kimseler olsalar da mı?” sorusunun muhatabı oluruz.
Bu konuda günümüz Kur’an tercümelerinden bir örnek vererek, meselenin ne kadar ciddi olduğuna dikkat çekelim. Türkiye Diyanet İşleri Başkanlığının Kur’an tefsir kitabı var. Bunu internet ortamında okuyucunun bilgisine sunmuşlar. Kitabı hazırlayan yorumcuların, muhtemelen hepsi de Arapça biliyorlardır. Böyle bir ortamda yazılan Kur’an mealinde, Nisa Suresi 155inci ayetin tercümesine bakalım. Ayetin çevirisinde, ayetin son cümlesi için “Artık onlar inanmazlar” denildikten sonra sayfanın altına, 30 numaralı dipnot düşülmüş.
Dipnottaki açıklama aynen şöyle: ‘Ayetin son cümlesi, “pek azı inanır” veya “onlar pek az inanırlar” şeklinde de tercüme edilebilir.’
Böylesine basit bir konuda akıl yürüten ve din adamı olan aynı kişiler, tercümeyi bu kadar farklı çevirirlerse, insanlardan kendilerinin yorumlarına güvenmelerini nasıl isteyebilirler?
Bu din adamları, diğer taraftan da, Kur’an’ı, kendisi okuyarak anlamaya çalışan şahısları, günah işlemekle suçluyorlar. Bu suçlama durumun vehametini daha da artıyor.
Demek ki, bazı din adamlarının akıl yürütmeleri ve bunların Arapça bilmeleri, bırakın ayetlerden doğru hüküm çıkarmak için yeterli olmasını, ne denildiğini anlamak için bile kâfi değil.
Kur’an yorumlarında aklı kullanmada, daha çok kabul görecek çıkar yol, dini konularda bilgi sahibi ve aynı zamanda dürüst bir yaşamı olan bir kişinin başkanlığında, pozitif ilimler ve sosyal disiplinlerin bilgili ve kaliteli insanlarının birlikte istişare etmeleridir.
İslâm âlimlerinin Kur’an yorumlarında faydalandığı diğer bir kaynak, örftür. Örf yani adetler ve gelenekler, toplumlara göre değişirler. Aynı cemiyet içerisinde bile, yaşanılan yere göre değişir. Bazen aynı bölgede yaşayanlar arasında bile, fakir veya zengin olmaya göre değişir.
Çölde yaşayan bir Müslümanın örfü, köyde yaşayanla veya şehirde yaşayanla bir olmaz. Çünkü örf dediğimiz şey, dini olan ile tarihi olanın karışımıdır. Örf, hiçbir zaman tek başına dini ve tek başına tarihi olarak ifade edilemez. Arabistan’da yaşayan bir Müslümanın örfüyle, Fas’ta yaşayanınki aynı değildir. Türkiye’de yaşayan bir Müslümanın örfüyle, Kazakistan’da yaşayanınki de aynı değildir. Türkiye’nin Ege Denizi kıyısındaki sayfiye yerlerinde yaşayanınki ile, Doğu Anadolu’nun bir şehrinde yaşayanın örfü aynı değildir. Hâlbuki dışarıdan bakıldığında bunlar, hem tarihi hem de dini açıdan aynıdırlar. Aynı yıllarda ama değişik yerlerde ve farklı şartlarda yaşayan Müslümanların örfü aynı değil iken, yüz yıllar öncesi yaşamış olanlarınki ile nasıl aynı olabilir?
Demek ki örf de, Kur’an tefsirinde güvenilir bir kaynak değildir.
Müslüman ulemanın Kur’an yorumlarında faydalandığı bir diğer kaynak tercihtir. Tercih yani istihsan, anlamından da anlaşılacağı gibi, kişiden kişiye, cemaatten cemaate, devletten devlete değişir. Müslüman âlimler, tercih konusunda da birbirleriyle anlaşamamışlardır. Bir konuda hüküm verirken bazıları, ferdin iyiliğini tercih etmişler, bazıları ise, toplumun maslahatını tercih etmişlerdir. Bazı ulema, açıkladığı bir ayetin yorumunu, faydacılık veya uygulanabilirlik açısından karara bağlamış, bazıları bunları dikkate hiç almayarak, Allah’ın hükmü esastır demiştir. Dolayısıyla verilen hükümler de birbirinden çok farklı olmuştur.
Konuya bir başka açıdan bakalım. Bir atalar sözü olan “ehemmi, mühime tercih etmek” hususunda ulema, neyin ehem ve neyin mühim olduğu konusunda, çoğu zaman fikir birliğine varmamışlardır.
Diğer bir zaviyeden bakıldığında, bazı ulema “bahis konusu dini mübin ise, gerisi boştur. Ferdin hakları ve insan hakları dikkate alınmaz, yani tercih edilmez” demişlerdir. Bazıları ise, Kur’an’ın insana verdiği değeri dikkate alarak, insan haklarını tercih etmişlerdir.
Demek ki, tercihler de güvenilir kaynaklar değildir.