İSLÂM DÜŞÜNCESİNDE KÖTÜLÜK KONUSU
Bu sitede daha önce yayınladığımız “Metafizik Kötülük Üzerine Düşünceler” başlıklı yazımızda konuyu, bazı yönlerinden kısaca irdelemeye çalışmıştık. O makalemizde, Allah’ın insanlara verdiği özgürlükten dolayı, sistemde iyilik ve kötülüğün olması gerektiğini ifade etmiştik. Dünyadaki kötülüğün karşılığında, insanlara hür irade verilmiştir. Meleklerde hür irade olmadığından kötülük de yoktur. Kötülüğün kaynağını anlamak için, Kur’an’dan, Felak Suresini örnek vererek, şerleri Yüce Yaradan’ın yaratmadığını, Allah’ın yarattığı şeylerin şer yaptığını belirtmiştik.
Yazımızda bahsettiğimiz hususların bir kısmı, kısaca şöyle idi. Su, hayattır. Fakat aynı zamanda ölüme de sebep olabilmektedir. Seller, ovalara bereket taşır. Ama sel yatağına binalar yaparsan, zarar görürsün. Ateş, ihtiyaçtır. Ama felaketlere de sebep olabilmektedir. Fay hatları, madenlerin oluşumunda çok etkilidir. Doğal maden suları ve kaynak suları da, fay hatları nedeniyle oluşmaktadır. Ama depremlere de sebep olmaktadır. Depreme tedbir almak için, Yüce Yaradan’ın verdiği aklı kullanmazsak, bizden on bin yıl önce yaşayanların görmediği zararı görürüz. Bu örneklerden anlaşılacağı üzere, yukarıdaki konularda kötülük, yaratılıştan değil, insanların hatalarından kaynaklanmaktadır.
Bu yazımızda, insanların kafasına takılan bazı soruları irdelemeye çalışacağız.
Genel kanaat, dürüst insanların sıkıntı ve ıstırap çektikleri şeklindedir. Bu düşüncenin temelleri yanlıştır. Kişi için asıl önemli olan, dıştan çekilen maddi sıkıntı değildir. Kişinin iç dünyasındaki sıkıntı çok önemlidir. Bu hususları, mutluluk ve huzur konusunda yazdığımız yazılarda ve zenginlik üzerine olan makalelerimizde çeşitli yönlerinden inceleyerek ifade ettik. Atalarımızın bizlerden çok daha fazla maddi sıkıntı ve hayat şartları zorluğu yaşamalarına rağmen, bizden daha mutlu oldukları izlenimi edindik. Hattâ daha geriye doğru gidildikçe, belki de avcı-toplayıcı olarak yaşayan en eski atalarımızın, bize göre daha huzurlu olmaları ihtimalinin kuvvetli olduğunu hissetmiştik. Bu durumu, en azından, Avusturalya’daki Aborjinleri gözlemleyerek müşahede edebiliyorduk.
O halde dışardan gözlemlenen sıkıntı, Allah’ın insana verdiği özgürlüğün ve hayatın içerisinde, olması gereken bir parçasıdır. Dolayısıyla her insanın hayatında, kötülükler olur. Bu anlamda, zengin insanlar bile, farklı açılardan sıkıntı çekerler. Dışardan gelen sıkıntıları en fazla çeken kişiler de, Allah’ın elçileri olmuşlardır. Hâlbuki konuya iç huzur açısından baktığımızda, en mutlu olanlar, Yüce Yaradan’ın peygamberleri olmuştur. Benzer şekilde, dürüst insanların da, iç dünyaları huzurludur. Dışardan gelen maddi sıkıntılara ve hastalıklara karşı sabırlıdırlar.
Dünyadaki en ıstıraplı insan, kalbinde taşıdığı kin ve hasetten dolayı, kendi iç dünyasında huzursuz olan kişidir. Hırslarının esiri olan kişilerin, ulaştıkları zenginlik veya makam ne olursa olsun, huzursuzlukları süreklidir. Bizim gördüklerimiz, tiyatro sahnesinde sergilenenlerdir. Bizler, tiyatro sahnesinde gördüklerimize göre fikir yürüttüğümüzden, yanılmaktayız. Bir halk deyişindeki gibi, davulun sesi bize uzaktan hoş gelmektedir. Fakat yanında uzun süre duramayız.
Dolayısıyla, kalbinde kin ve haset olanların huzursuzlukları sürekli iken, dürüst insanların çektikleri sıkıntı, geçicidir. Bu sıkıntılarının önemli bir kısmı da, Allah’ın yardımıyla kısa sürede çözüme ulaşır. Yaşadıkları dış sıkıntılar, onların mutluluğunu bozmaz. Ama dalavereci insanlar, dıştan az sıkıntı çekiyorlar gibi gözükseler de, iç huzursuzlukları süreklidir. Böylelerinin ahirette yaşayacakları sıkıntı ise, Kur’an ifadesine göre, daha fenadır. Dürüstlere ise, yine Kur’an ifadesine göre, ebedi cennet vaadedilmektedir.
Diğer bir genel soru ve kanaat, kötülerin işlerinin yolunda gittiği, dürüstlerin ezildiğidir. Bu kanı da yanlıştır. Aslında kötülerin işleri yolunda gitmemektedir. Biz dışarıdan baktığımız için öyle görmekteyiz. Bu dünya, bir imtihan dünyasıdır. İmtihan olmasının sebebi de insanlara verilen özgürlüktür. Özgürlük olmasaydı, imtihan da olmazdı. İmtihan sırasında Yüce Yaradan, insanlara yardımcı olmaktadır. İnsanlar hangi konularda yardım istiyorlar ve o isteklerine uygun davranıyorlarsa, o yönde destek vermektedir. Kötülerin istekleri, dünya nimetleri üzerine olmaktadır. Allah da onların istediklerini yerine getirerek, kendilerine dünya malını vermektedir. İstekleri aynı yönde devam ettikçe, dünya malını vermeyi sürdürmektedir. Fakat bu defa onların kalbini mühürleyerek, onlara dünya malını süslü göstermektedir. Dünya malını tastamam verdiklerini de, ahiret hayatında, doğrudan cehenneme atacağını, Kur’an’ında ifade etmektedir.
Kur’an, dünya hayatının, ahiret hayatı yanında bir yol ağzı kadar kısa olduğunu ifade etmektedir. Hayatı, dünya ve ahiret yaşamı bütünlüğü içerisinde değerlendirince, kötülerin yolunda giden işlerinin, geçici ve sadece çok kısa olan bu dünya hayatı için geçerli olduğunu görürüz. Diğer taraftan bu dünya hayatında da, iç huzurları yoktur.
Bir başka soru da, küçük çocukların neden hastalandığı ve öldüğü hususundadır. Bilindiği gibi Yüce Yaradan, hayvanlara verdiği ve bizim içgüdü dediğimiz şifreler sayesinde, onlar doğdukları andan itibaren hareket ederler ve ne yiyip ne içebileceklerini ve hattâ çoğu zaman dost ve düşmanlarını bilirler.
İnsan ise, doğduğu anda hiçbir şey bilmeyen bir varlıktır. Bu sebeple bebeklerin bakımı ve kollanması büyüklerin sorumluluğundadır. Dolayısıyla bebek ölümlerinin önemli bir kısmından büyükler sorumludur. Konuya ahlâki açıdan bakıldığında da, aynı durum geçerlidir. Yüce Yaradan’ın yol göstericiliği, buluğ çağına ererek akıl baliğ olmuş kişileredir. Akıl baliğ olmayan çocukların gelişiminden, akıl baliğ olan ebeveynler yükümlüdür.
Günümüzden sadece 100 yıl öncesini düşünelim. Zaten ortalama insan ömrünün kısa olduğu bir ortamda, bir kadın 12-15 çocuk doğurmak zorunda kalmaktaydı. Zaten fakir olan ailelerin, bu çocukları koruyup kollamaları mümkün değildi. Dolayısıyla, eski tabirle, kimisini eşek teperdi, kimisi damdan düşerdi. Çocuğu ölen aileler ise, konuya “Allah verdi, Allah aldı” diye yaklaşırlardı. Çocukların doğumlarındaki sakatlık ve hastalıkların önemli bir bölümü, yine ebeveynlerin hataları sonucu oluşmaktadır. Akraba evliliklerin olması, hamilelik sırasında yeterince hassas davranılmaması gibi sebeplerle, sakatlık ve hastalıklı doğumlar oluşmaktadır.
Doğada yaşayan hayvanların doğumlarına bakıldığında, doğum sırasındaki sakatlıklara çok ender olarak rastlanmaktadır. 1830lardan önceki insanların doğumlarındaki sakatlıkları incelediğimizde, akraba evliliği ve hamilelikteki dikkatsizlik dışındakilerde, sakat doğumların çok az olduğunu görürüz. Fakat insanlar, yapay gübreler, böcek ilaçları, tarım ilaçları, hormonlar kullanmaya başladıktan sonra sakat ve hastalıklı doğumlar artmıştır. Tıptaki ilerlemeler bile, bu duruma çare olamamaktadır. Kolesterol, şeker gibi hastalıklar, çocuk yaşlarda görülmeye başlamıştır.
İnsan sağlığına zarar veren ilaçların ve çok tehlikeli hormonların, kimyasal maddelerin kullanıldığı gıdalar yüzünden çeşitli hastalık sahibi olan insanlar, çocuk sahibi olurken çok dikkatli olmalıdırlar.
Çare, Yüce Yaradan’ın bize bahşettiği tabiat nizamına dönmektir. Allah’ın nizamında da, çocuk ölümleri de olabilir. Ama insanların hatalarından kaynaklanan ölümlere nispetle muhtemelen çok az olacaktır. Bir karşılaştırma yaparsak, günümüzde henüz reşit olma yaşına gelmemiş kızların, fuhuşa zorlanmaları sonucu, yaşarken ölü hale getirilenlerin sayısının, Allah’ın nizamında ölen çocuk sayısına nispetle çok yüksek oluşu gibidir. Eğer Allah’ın nizamında ölen çok az sayıdaki masum çocukları, Yüce Yaradan’ın ahiret hayatında mükâfatlandırma ihtimalini düşünerek, dünya ve ahiret hayatının bütünü içerisinde değerlendirirsek, ortada ilahi bir kötülük olmadığını görürüz. Büyüklerin hatalarından dolayı ölen çocukları da, Yüce Yaradan’ın, ahiret hayatında mükâfatlandıracağını ummaktayız.
Akla gelen başka bir soru da, bir aslanın, kendisine hiçbir şey yapmayan bir ceylanı neden yakalayıp yediği şeklindedir. Aslan, hayatta kalmak için bir ceylanı ya da başka büyük canlı hayvanı yakalar ve yer. Diğer ceylanlara dokunmaz. Karnı doyunca kenara çekilir. Sırayla diğer hayvanlar gelirler. Ölen hayvandan hiçbir şey kalmayıncaya kadar, kısmetlerine düşeni yerler. En son karıncalar ortalığı temizlerler.
İnsanlar ise, yakalayabildiği bütün hayvanları öldürür ve başkalarına parayla satar. Bizler de, avcıdan satın aldığımız hayvanların etlerini ve diğer bazı yerlerini pişirir yeriz. Bize hiçbir şey yapmayan hayvanları, hem de karnımızı doyuracak kadardan çok fazlasını, öldürüp yerken soru sormayız. Ama aslanın durumunu sorgularız. Hâlbuki aslan, sadece hayatta kalmak için karnını doyurmayı düşünmektedir. Diğer hayvanların da bedava istifade etmelerine izin vermektedir.
Eğer bazı hayvanların birbirini yiyerek, bazılarının yeşillikleri yiyerek yaşayacağı bir sistem olmasaydı, acaba dünyanın hali nice olurdu? Denizlerde hayat olur muydu? Hayvanlar sadece yeşillikleri yeseydi her taraf yılandan, fareden, böcekten, çekirgeden, aslandan geçilmezdi. Hayvanların hepsi yeşillikleri yiyecekleri için, tarlalarımız ve bahçelerimiz talan olurdu.
Eğer Yüce Yaradan, at, deve, inek, fil, köpek, tavuk gibi hayvanları, insanlara boyun eğdirmeseydi, sonuç ne olurdu? Bu ve benzeri sorulara verilecek en mantıklı cevaplara bakıldığında, dünyadaki düzenin en mükemmel olduğu kanaatine varılır. Nitekim ilimde yeni bulgulara ulaşıldıkça, bizim bilmediğimiz nice dengelerin mükemmel bir şekilde kurulduğunu anlamaktayız. Sadece dünyamızı değil, bütün evreni düşündüğümüzde, mükemmelliğin güzelliğine hayran olmaktayız.
Bu konuya, salah-aslah yani iyi-daha iyi irdelemesiyle devam edeceğiz.