İNSANLIĞIN ORTAK ANLAYIŞLARI ÜZERİNE
İrdeleyeceğimiz anlayışlardan birisi, yaratıcı Tanrı konusudur.
Bütün ilâhi dinlerde yaratıcı Tanrı tektir. Eğer birden fazla tanrı olsaydı, insanlık kargaşa içerisine düşerdi. Her tanrı, kendi hükmünü geçerli kılmaya çalışacağından, önce tanrılar arasında kavgalar olurdu. Bu kavgalar, insanlara daha şiddetli olarak yansır ve kargaşa bitmezdi.
İlâhi kaynaklı olmayan dinlerde Tanrı anlayışını irdelemeye Hinduculuk’tan başlayalım. Roger Graudy’nin aktardığına göre, Rig Veda I, 164 ve 70; III, 5; V, 3 ve bilhassa X, 145’te şöyle denilmektedir:
“Onlar, O’na pek çok ad verirler, gerçekte O, Bir’dir.”
Bilindiği üzere, Hinduculuk’ta 11 farklı tanrı gurubu olduğu söylenir. Fakat yukarıdaki ifadelerden anlaşılan o ki, farklı tanrı isimlerinin olması, Tanrı’nın birden fazla olduğunu göstermemektedir. Aksine çok sayıda tanrı ismi olsa da, Tanrı’nın tek olduğu anlayışı vardır.
Budizm ile ilgili olarak, yazılı kaynaklarda bir bilgi verildiğini bilmiyorum. Bu nedenle irdelemeyi, Budizm’deki anlayış hakkındaki bilgimizi inceleyerek yapacağız. Budizm’de, bir insan için asıl amaç, Nirvana’ya (Nibbana) ulaşmaktır. Budizm’e göre, ölüm ve doğum çevrimlidir. Bu çevrimin sonu, Nirvana’dır. Nirvana, son dirilişten sonra yaşanacak ideal yaşamdır. Takdir edileceği gibi, bir yaşamın ideal ölçülerde olabilmesi için, yaratıcı Tanrı’nın tek olması gerekir. Birden fazla tanrının olması durumunda, hiçbir insan ideal yaşama ulaşamaz. Çünkü birbirleriyle çatışan tanrılar, insanların ideal yaşama ulaşmasını engellerler. Her tanrı, kendi anlayışı açısından bir ideal yaşam tanımı yapacağından, zaten insanlar, Nirvana’ya ulaştıklarını bile anlayamazlar ve hiçbir zaman Nirvana’ya ulaşılamaz. Dolayısıyla, Budizm’in öğretisi olan, nefsimize hâkim olup, ideal hayatı yaşayacağımız Nirvana’ya ulaşabilmek için, Tanrı’nın tek olması gerekir.
İrdeleyeceğimiz anlayışlardan bir diğeri, insanlığın birliği konusudur.
Bütün ilâhi kaynaklı dinlerdeki anlayışa göre, insanlık birdir. İnsanlar arasındaki tek fark, Yüce Yaradan’ın isteklerine uygun davranma hususundadır. Diğer bir anlatımla, insanları, Yüce Yaradan nezdinde derecelendiren şey takvadır. Yani, Allah’ın gösterdiği yolda inançlı bir şekilde yürüyenler farkı oluşturur. Dolayısıyla, insanların arasında, dindarlık derecesi dışında bir fark veya üstünlük yoktur.
İlâhi kaynaklı olmayan Hinduculuk’ta, uygulanmakta olan kast sistemi insanları ayrıştırmaktadır. Fakat ilginç olan, Hinduculuğun yazılı kaynakları olan Vedalarda, Upanişadlarda ve Bagavat Gitalarda, kast sistemiyle ilgili hiçbir beyan yoktur. Dolayısıyla kast sisteminin, din adamları olan Brahmanlar tarafından sonradan uydurulduğu tahmin edilmektedir.
Hinduculuğun, insanlık hususundaki fikrini, yine Graudy’den aktaralım. Graudy’ye göre, Hindistan’ın büyük kutsal metinlerinden olan Upanişadlardan Svethara Upanişad, VI, 5’te şöyle denilmektedir: “Tanrı yegânedir, bütün varlıklarda gizlidir. Her şeye nüfuz eder. Bütün yaratıkların iç Bilincidir. Her eylemin şuurudur. Bütün varlıklarda mevcuttur. Şahit’tir, Koruyan’dır, şekilsiz ve eşsiz Mutlak’tır.”
Yukarıdaki metinlerde ifade edildiğine göre, Tanrı, bütün varlıklarda gizli ise, her şeye nüfuz ediyor ve bütün yaratıkların iç Bilinci ise, o zaman, Hinduculuk’ta da insanlar birdir. Bu durumda, Hinduculuk’ta, insanlar arasındaki fark, bütün varlıklarda gizli olan Bir’e, hangi ölçüde uygun davranıldığı hususundadır.
Bilindiği gibi Budizm, insanlara, arzularını yani nefislerini yenmenin yollarını gösteren bir öğretidir. Başlangıçta kendisi de bir Hindu olan Buda, Brahmanların dini uygulamalarına tepki koymuştur. Muhtemelen Hinduculuktaki kast sistemine karşı çıktığı için, kendi öğretisini geliştirmiştir. Buda’nın, insanlara arzularını yenmenin yollarını göstermesinden anlaşıldığına göre, insanlar birdir. Buda’ya göre, insanlar arasındaki tek fark, arzularını yani nefislerini yenme derecelerindedir.
Üçüncü olarak irdeleyeceğimiz anlayış, insan hayatının anlamı konusundadır.
Bütün ilâhi kaynaklı dinlere göre insanlar dünyada başıboş bırakılmamışlardır. Dolayısıyla insanın bu dünyada yaşamasının bir anlamı vardır. Eğer hayatın ilâhi bir anlamı olmazsa, her şey manasızlaşır. İnsanın hayatını, salih amel işlemek anlamlandırır. İnsanlar Yüce Yaradan’ın yap dediklerini ne kadar çok ifa ederse, yapma dediklerinden ne kadar kaçınırlarsa, hayatları o ölçüde anlamlanır.
Hinduculuk’ta, yukarıda örneğini verdiğimiz Svethara Upanişad metnine göre, insan hayatı, insanın Bir’e olan katkısıyla, yani Tanrı’nın insanda oluşturduğu şuura uygun davrandıkça, anlamlanmaktadır.
Budizm’de ise, insan hayatı, arzularını yendikçe anlanmaktadır.
Anlaşılan o ki, gerek ilâhi kaynaklı dinlerin, gerekse Hinduculuk ve Budizm gibi öğretilerin ilk ortaya çıkışlarındaki anlayışlar, ortaktır. Bu ortak anlayışa göre, yaratıcı Tanrı tek olmalıdır, insanlar yaratılıştan birdir, insan hayatının bir anlamı vardır.