İNSANLIĞA KATKIMIZ, İRADEMİZ VE ŞUURUMUZLA ORANTILIDIR
İnsanlığın huzurunu artıracak hususlarda, her insanın aynı katkıyı sağlaması beklenemez. Takdir edileceği gibi, insanlığın huzurunu artırma yönünde çaba sarf edebilmek için, mutlaka manevi bir yöne sahip olmak gerekir. Bu manevi yön ile ilgili olarak, milattan hemen önce yaşamış olan Romalı şair Horace şöyle demiş: “Eğer bir insan, haklı ve azimli ise, bütün dünya onun üzerine yıkılsa, o yine umut ve azminden hiçbir şey kaybetmeksizin, harabeler arasında dimdik ayakta duracaktır.”
Demek ki, manevi güç ile haklılık arasında doğru orantı var. Bir insan, savunduğu davasında veya verdiği kararda ne kadar haklı ise, manevi gücü de o kadar yüksek olmaktadır. Çünkü haklılık, beraberinde inancı da getirmektedir. Eğer, bu inancın arkasında kutsal bir amaç var ise, insan daha bir azimli olmaktadır.
Bir insanın azimli olabilmesi, iradesinin gücüyle orantılıdır. Güçlü bir iradeye sahip olabilmek için, iradenin kaynağı çok önemlidir. İradenin dayanağı, nakli bilimler olarak niteleyebileceğimiz ilâhi bilimler olursa, daha sağlam bir iradeye sahip olunur. Eğer iradenin kaynağı, insanların oluşturduğu sosyal bilimler olursa, insan her an nefsine yenilebilir.
Eğer bir insan, başkası duymadan kendi içinden yaptığı duanın, Yüce Yaradan tarafından işitileceğine kalpten inanırsa, haklı olduğu konu kendi aleyhine bile olsa, irade göstermeye daha çok gayret edecektir. Çünkü iradesini, tek olan Tanrı’nın kendisini sürekli izlediğinin bilinciyle kullanacaktır.
Diğer taraftan Abraham Maslow, bir insanın egosunu yenebilmesi için süper egosunun kuvvetli olması gerektiğini ifade etmiştir. Maslow’un meşhur teorisi olan ihtiyaçlar hiyerarşisinin son basamağı, kendini gerçekleştirmedir. Bir insanın kendini gerçekleştirerek, önyargısız bir maneviyatın desteğiyle problem çözmeyi yapabilmesi için, iradesini geliştirmesi gerekir. Eğer bu iradenin kaynağı, ihtiyaçlar hiyerarşisinin alt basamakları olursa, insan her an kendi nefsine yenilebilir.
Azimli olmak için, bazen iradeli olmak da yetmez. Şuur sahibi olmak gerekir. Şuurun dayanağı, hem haklılık hem de inançtır. Ancak, şuurlu hareket edebilmek için, bilgi sahibi olmak gerekir. Cahillerin göstereceği irade, çoğu zaman şuursuzdur. Çünkü bilgi ile beslenmemektedir.
Zariyat Suresi 51/11: “Onlar bir sarhoşluk ve cehalet içinde şuursuzdurlar.”
Tarih, bazı küçük gurupların haklı olduklarına inandıkları bir hususta, büyük başarılar gösterdiklerinin şahididir. Eğer bu küçük guruplar, inançlı ve azimli olarak gösterecekleri iradelerini şuurlu tavırlarıyla desteklemişlerse, nice büyük guruplar karşısında galip gelmişlerdir. Böyle örnekleri her milletin tarihinde görmek mümkündür.
Bu şekilde davranarak, büyük başarılar elde edenlerle ilgili olarak, Kur’an’da da örnekler verilmiştir.
Bakara Suresi 2/249: “…Allah’a kavuşacaklarına inanıp bilenler ise, şu cevabı verdiler: “Nice az topluluklar, Allah’ın izniyle nice çok topluluklara galip gelmişlerdir. Allah, sabırlılarla beraberdir.”
251: “Derken, Allah’ın izniyle onları tamamen bozdular…”
Ayetin sonu şöyle bağlanır: “Eğer Allah’ın, insanları birbirleriyle savması olmasaydı, yeryüzü mutlaka bozulur giderdi. Fakat Allah, bütün âlemlere karşı büyük bir lütuf sahibidir.”
Demek ki, kendi nefsiyle bağlantılı olmayan ve toplum tarafından genel kabul gören haklı bir davada irade göstererek şuurlu hareket eden insan sayısı arttıkça, insanlık daha huzurlu olacaktır.
Konuya bu açıdan bakılınca, determinizm anlayışı, anlamsızlaşmaktadır. Determinizm, iradenin dayanağı olursa, o irade zayıf kalır. Bu hakikat, genel kabul gören bir haklılık temeline dayanmayan ideolojilerdeki yanılgıları, bizlere anlatmaktadır