İMAN KALPTEN OLMALIDIR

İMAN, KALPTEN TASDİKLi OLMAZSA

 

İmam Maturidi, imanın kalpten tasdik edilmesini şart koşar. Dil ile ikrarı yeterli görmez. Diliyle iman ettiğini söyleyenlerin, davranışlarına inançlarını yansıtamayacağını düşünür. Maturidi, kalpten iman eden kişinin, yaşadığı her an, imanını davranışlarıyla pekiştirme gayreti içerisinde olacağını kabul eder.

Bakara Suresi 8. ayet: “İnsanlar içinden kimisi de vardır ki; ‘Allah’a ve ahiret gününe iman ettik’ derler; hâlbuki iman etmiş değillerdir.”

Bilindiği gibi, Kur’an bütün zamanlar için geçerlidir. Dolayısıyla Allah’ın bize örnek olarak gösterdiği insanlar, sadece, eskiden Allah’a ve ahiret gününe inanmayıp şimdi inandık diyenler değildir. Müslüman bir ailede doğup, Müslüman bir çevrede yetişenler için de geçerlidir.

Müslüman bir ortamda yetişen bu insanlardan yetişkin çağa gelen kimileri de, sözle iman ettik demelerine rağmen, iman etmiş değillerdir. Sadece dilleri ile iman etmişlerdir. Benzer durum, herhangi bir dinin hâkim olduğu yerde doğup, kendi kararlarını verir duruma geldiklerinde, sadece dilleri ile iman edenler için de geçerlidir.

Kalpten iman edeni, dil ile iman edenden nasıl ayıracağımızı, Yüce Yaradan bize bir sonraki ayette açıklıyor. Bakara 9. ayet: “Allah’ı ve müminleri aldatmaya çalışırlar, hâlbuki kendilerini aldatırlar da farkına varmazlar.”

Bakara 10. ayet: “Kalplerinde bir hastalık vardır da, Allah hastalıklarını artırmıştır ve yalancılık ettikleri için bunlara pek acı bir azap vardır.”

Demek ki, dil ile iman edenler, Allah’ı ve müminleri aldatmaya çalışırlar. Aldatırken de yalan söylerler.

Dikkat edilirse aldatılmaya çalışılanlar için ‘Müslüman’ denilmiyor, mümin deniliyor. Çünkü Müslüman, dil ile iman edendir. Mümin ise, kalpten iman edendir. Yüce Yaradan Hucurat Suresi 14. ayette, dil ile söylemekle kalpten iman etmenin farkını anlatır.

Müminleri, ilk başlangıçta aldatmak, çok kolaydır. Çünkü mümin kişi, karşısındaki insanın da kendisi gibi kalpten iman ettiğini düşünür. Dolayısıyla söylenenin yalan olabileceğini, en azından başlangıçta hesaba katmaz.

Dil ile iman ettiklerini söyleyen ve Müslüman olarak bilinen böyleleri ile ilgili olarak Allah, Kur’an’da sıkça vurgu yapıyor. Bize açıklamalarda bulunarak, ne yapmamız gerektiği konusunda yol gösteriyor.

Nisa Suresi 137. ayet: “Şunlar ki iman ettiler, sonra küfre gittiler, sonra yine iman ettiler, sonra yine küfre gittiler, sonra da küfürde ileri gittiler. Allah onları mağfiret edecek değildir.”

İman ettikten sonra küfre gitmenin yollarından biri, yalan söyleyerek Allah’ı ve müminleri kandırdıkları için uyarıldıktan sonra kısa bir süre düzelip, sonrasında tekrar eski haline dönmektir. Yalancılara, ikazları bazen Yüce Yaradan doğrudan yapar. Bazılarını da müminler yapar.

Bütün bu uyarılara aldırmayarak yalanlarına ve aldatmalarına devam edenleri ise, artık küfürde ileri gittiklerinden dolayı, Allah doğru bir yola da çıkarmaz.

Nisa 138. ayet: ”Münafıklara da müjdele ki, onlara gayet acı bir azap vardır.”

Ayetlerin arka arkaya gelmesinden anlaşılan o ki, insan, Allah’ı ve müminleri kandırmada ileri gidince artık münafık oluyor. Ayrıca dini, insanların duyacağı şekilde açıktan inkâr etmeden de, kâfir olunabiliyor. Eşariler böyle insanların kâfir olacağına kesin olarak inanıyorlar. Maturidi ise, sınırı aşmayarak tövbe edip geri dönenleri, sadece günahkâr olarak niteliyor. Sınırı aşanları o da kâfir olarak değerlendiriyor.

Ayette münafıklara yapacağı acı azabı onlara haber verirken, ‘müjdele’ kelimesi kullanılıyor. Buradan anlaşılabileceklerden birincisi, münafıklara yapılacak azabın, müminler için bir müjde olmasıdır. İkinci husus, münafıklara bu dünyada, müminler vasıtasıyla azap vermenin, müminler için hayırlı ve müjdeli bir davranış olduğudur.

Nisa 139. ayet: “Onlar ki müminleri bırakarak kâfirlerin velayetine tutunuyorlar, izzeti onların yanında mı arıyorlar? Fakat izzet, tamamıyla Allah’ındır.”

Demek ki münafıklar, müminleri bırakarak kâfirlerin velayetine de tutunuyorlar. Bu ayette tutunmak kelimesi ile muhtemelen kastedilen, kâfirlerden korunma istenmesidir.

Bu ayetlerde Yüce Yaradan’ın kâfir olarak nitelendirdiği insanlar, yalnızca Allah’ı ve ahiret gününü inkâr edenler değil. Maide 17. ayet: “Yemin olsun ki, ‘Meryem’in oğlu Mesih İsa’yı Allah’ın oğludur’ diyenler kâfir oldular……” derken, Tövbe 30. ayette, ayrıca ‘Üzeyir Allah’ın oğludur’ diyenleri de kâfir olarak niteler.

Sadece dilleriyle iman edenler, düştükleri bataklıktan kurtulmak için çırpındıkça, daha beter batıyorlar. Kâfirlerin velâyetine tutunuyorlar. Onların kendilerini koruyacağını zannediyorlar. Yanılıyorlar. Dil ve nüfus cüzdanı Müslümanlarına destek vererek, onları korumaya alacağını zannedenler de yanılıyorlar. Çünkü Allah’ı aldatmaya çalışanlar, mutlaka onları da aldatırlar. Hem de hiç beklemedikleri bir zaman aldatırlar ki, karşılık verilemesin.

Yüce Yaradan, izzetin kısmen değil, tamamen Kendisine ait olduğunu net bir şekilde vurguluyor. Aynı şekilde korumak da, helâk etmek de, tamamen Allah’a aittir.

Dünya insanlığının gözünde, Allah’ın dini olan İslamiyet’in kötü görünmesine sebep, dil ile iman edenlerin davranışlarıdır. Böyle insanlar etkili yerlerde yönetici olurlarsa, daha tehlikeli oluyorlar. Çünkü yaptıkları her yanlışı, küreselleşen dünyamızda insanların önemli bir bölümü hemen öğreniyor. Öğrenenlerin çoğu, yanlışı yapanları değil, İslâmiyet’i suçluyor.

Benzer şekilde, asılları yine Allah’ın olan dinleri, ‘İsa ve Üzeyir Allah’ın oğludur’ diyerek saptıranlar da, yanlış içerisindeler.

İnsanlık; sadece diliyle iman eden yalancı halk dalkavuklarını, Allah’ın dediklerinin çoğunlukla tersini yapan silahlı veya silahsız gurupları değil, her inanışın müminlerini ve Kur’an’ı örnek aldıkça insanlık huzur bulacaktır.

Allah, insanlığı, yalanlarında ısrar ederek küfürde ileri gidenlerden, ülkelerin ve dünyanın huzurunu bozanlardan kurtararak, onların yerine insanlığa örnek olacak özellikte yenilerini getirmeye muktedirdir.

Umudumuz o an gelmeden, bugüne kadar dik durarak kurtulacaklarını zannettikçe, daha fazla battıkları bataklıktan kurtulmak için, tövbe edilip, derhal güzel işler işlenmesidir. Yoksa Allah’ın vaadi, en hak vaattir. O’nun vaadinin üzerine bir vaat olamaz.

Bu yazı Dini kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.