GÖÇEBELİĞİN ANLAMI ÜZERİNE

GÖÇEBELİĞİN ANLAMI ÜZERİNE

 

Göçebe denilince akla sürekli yer değiştiren insanlar geliyor. Ancak böylelerine seyyah veya “göçer” demek daha uygun olur. Ancak, göçebe kavramının toplumdaki algılanışı daha farklıdır. Göçebeler, aynı ülke içerisinde yazın ayrı mekânlarda, kışın ayrı yerlerde yaşayan insanlar olarak bilinir. Toplumlardaki yaygın kanaat böyledir.

Göçebe olarak nitelenen bu insanların, yazın ve kışın yaşadıkları yerler aynıdır. Yazın gittikleri yöreler ve kurdukları düzenler bile aynıdır. Kışın yaşadıkları mekânlar ve kurdukları düzenler de aynıdır. Hattâ kalabalık guruplar olarak göç ediliyorsa, her gurubun yazın ve kışın kalacağı yerler bile belirlidir. Gurup içerisindeki herkesin de sabit yerleri vardır. Yazın veya kışın kurdukları düzenler de, her yaz ve her kış benzerdir. Göç yolları bile aynıdır.

Bu insanların yaptıkları işler aynı olmasına, kurdukları düzenleri aynı olmasına rağmen, biz onlara göçebe demekteyiz. Göçebe kavramına bu açıdan bakılınca, günümüzdeki göçebe sayısı, çok daha fazladır. Günümüzde insanların bir kısmı deniz kenarlarında ev sahibi oldular. Kışın şehirlerdeki evlerinde kalıyorlar. Yaz gelirken yazlıktaki yerlerine göçüyorlar. Her iki tarafta da kurdukları düzen her yıl aynı. Kışın yaşadıkları yer ve yaptıkları aynı, yazın yaşadıkları yer ve meşgaleleri aynı.

Yazlık evi olmayan şehirlilerin bir kısmı ise, yazın doğdukları yerlere gidiyorlar. Oralarda yaz boyunca kalıyorlar. Yazlık yerlerin sıcaklığından şikâyet eden bazı insanlar ise, yaz gelince yakınlarındaki yaylalarına çıkıyorlar. Yaz boyunca yaylada kalıyorlar. Tıpkı hayvancılıkla uğraşan ve bizim göçebe olarak nitelediğimiz insanlar gibi yazın ayrı yerde, kışın ayrı yerde yaşıyorlar.

Günümüzdeki yazlıkçıların, doğdukları yerlere gidenlerin ve yaylaya çıkanların ortak yönleri, gittikleri yerlerde üretim yapmamalarıdır. Sadece para harcamalarıdır. Hâlbuki bizim göçebe olarak nitelediğimiz Yörükler, yazın gittikleri yaylalarda üretim yapmaktaydılar. Kışın geri geldiklerinde, yaptıkları ürünleri satmaktaydılar.

Eğer, yazın üretim yapan, kışın ürettiklerini satan Yörükler göçebe iseler, günümüzdeki yazlıkçılar, yaylacılar ve diğerleri için ne diyeceğiz? Sırf şartlar gereği üretimi ayrı, pazarlamayı ayrı yerde yapan Yörüklerin konumları ile diğerlerininki karşılaştırılınca, Yörüklere göçebe denilmesi yanlış olmaktadır.

Dolayısıyla, göçebe terimi, fiilen, yazları ve kışları mekân değiştiren, ama aslında aynı yerlerde yaşayanlar için kullanılırsa yanlış olmaktadır.

Göçebe kavramına, farklı bir açıdan yaklaşmak gerektiğini düşünüyoruz. Göçebe; insanı sevmeyen, tarihi bilmeyen, tarihine saygı göstermeyen, tarihi olguları sürdürmeyen, köksüz bir kişilik gibi davranan, kendi başına buyruk yaşayanlara denilir.

Bu tanıma göre değerlendirdiğimizde, yazın ve kışın farklı yerlerde yaşayan Yörükler, göçebe olmuyorlar. Çünkü onlar, insanı seviyorlar, tarihlerini biliyorlar, tarihlerine saygı gösteriyorlar, tarihi olguları sürdürüyorlar. Kendi başlarına buyruk yaşamıyorlar.

Şimdi, bazı nüfusu hızla artan şehirleri, bu göçebe kavramına göre değerlendirelim. Örnek olarak, dünyanın en tarihi ve güzel şehirlerinden İstanbul’u ele alalım. Çok değil, sadece 70 yıl öncesindeki durumuyla karşılaştıralım. İstanbul, 1950’de bile, tarihi dokusuyla, yeşil alanlarıyla, ormanlarıyla, zarif insanlarıyla dünyanın incisi sayılabilecek bir şehir idi. Günümüzde ise perişan halde. Bilhassa, ara sıra çıkarılan imar afları ve menfaatçi talan zihniyeti sayesinde, eski tarihi dokusunu kaybetmek üzeredir. Değişik kültürleri barındıran tarihi dokuyu hiç acımadan bozan şahısların, zarif insanlar olmalarını ve insanları sevmelerini bekleyemeyiz.

Günümüz İstanbul’unu bu hale getiren, yöneticilerin, iş adamlarının, fırsatçı vatandaşların ortak özellikleri, göçebe zihniyetine sahip olmalarıdır. Bu kişiler, insanları sevmiyorlar, menfaatlerini seviyorlar. Tarihi bilmiyorlar. Belki bazıları biliyorlardır, ama menfaatleri gereği, bilmeyenler gibi davranıyorlar. Tarihe saygılı olduklarını söyleyenleri var, ama saygı, sadece dillerinde. Tarihi olguları devam ettirmiyorlar. Devam ettirmek adına, şehrin gelişmesiyle ilgili nazım planlar yapmıyorlar. Geleceğe yönelik şehir planlarında, tarihsel dokuyu ve tarihi hafızayı dikkate almıyorlar. Sadece, az sayıdaki bazı binaların inşaatında, tarihi mimarinin çok kötü taklidini yapıyorlar.

Konuşurken tarihi köklerinden bahsediyorlar. Ama fiiliyatta köksüz bir kişilik sergiliyorlar. Söylemleri ve eylemleri birbirine zıt olduğundan, köksüz ve başına buyruk bir insan haline dönüşüyorlar.

Biz, yukarıda İstanbul örneğini verdik. Çünkü İstanbul’un tarihi konumunu ve güzelliğini bütün dünya takdir etmektedir. İstanbul, her bölge insanları arasında tanınmaktadır. Dolayısıyla, göçebelik kavramıyla ilgili olarak bizim yaptığımız bu değerlendirme, çok sayıda şehir ve ülke için geçerlidir.

Geçmişe bakıldığında, göçebe denilen Yörüklerin değişmeyen kurallarının olduğu görülür. Gerek gurup içerindeki olaylarla ilgili, gerek aile içi, gerekse ticari anlaşmazlıklarla alâkalı olarak, yazılı olmayan sabit kuralları vardır. Ahlâki kuralları, zaten değişmeyen niteliktedir.

Eğer bu güzel ve değişmez kurallara sahip zihniyetteki insanlar, göçebe iseler, günümüzde, bütün dünyada, kuralları kendi menfaatlerine göre değiştirenlere ne demek gerekir? Yeni çıkardıkları kanunları yine kendileri defalarca değiştirenler, hangi zihniyet olarak nitelenmelidir? Kurallardan işlerine gelenlerini tanıyıp, işlerine gelmeyenleri tanımıyoruz diyenleri nasıl tanımlamak doğru olur?

İnsanlık, güzel bir geleceğe doğru yol almak istiyorsa, insanları sevmeyen, tarihe saygı duymayan, köksüz ve başına buyruk kişilerin anlayışlarını düzeltebilmeleri için gayret sarf etmelidir. İnsanlar, birbirlerine yardımcı olmaya çalışmalıdır. Kendilerini düzeltmek isteyen insanlar, Yüce Yaradan’ın işaretlerine ve ayetlerine odaklanmalıdır.

Bu yazı Sosyal kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.