GELİŞMİŞLİK VE GERİ KALMIŞLIK ÜZERİNE
Bu sitede kalkınma üzerine bazı makaleler yayınladık. Kalkınmanın boyutlarından bahsettik. Maddeci bakış açısından kalkınma, GSYİH ve kişi başına düşen milli gelir ile ölçülmektedir. Biz bu karşılaştırmanın yanlış olduğunu vurguladık. Maddi GSYİH’nın tek başına ölçü olamayacağını ifade ettik. Ve manevi GSYİH değerlerinden bahsettik. Güvenlik, sağlık, eğitim, huzur gibi konuların manevi GSYİH kapsamı içerisine girdiğini belirttik.
Kalkınmışlığın hem fert için hem de toplum açısından irdelenmesi gerektiğini aktardık. Kalkınmışlığın, insanları ve toplumları, mantıklı düşünerek sabırlı davranmaya yönelteceğini varsaydık. Bu fikrimizi güçlendirecek şekilde şu ifadeleri kullandık: “Sonuç olarak kalkınmışlık, hem maddi hem manevi alanda olmalıdır. Hem fertlerin becerilerini geliştirmeli, hem de yeni karşılaştıkları bir işin veya sorunun üstesinden gelmelerine yardımcı olmalıdır.”
Bir ülkenin maddi ve manevi gelişmişliğindeki dengesizlik oranı arttıkça, o ülkenin sıkıntılarının da artacağını iddia etmiştik.
Ülkeler arasındaki farkları anlatırken, gelişmişlik ve geri kalmışlık terimleri yerine, maddeten kalkınmış ülkeler ve maddeten geri kalmış ülkeler ifadelerini tercih etmiştik. Birey olarak insanlar açısından benzer irdelemeyi yapmıştık. Zengin ile fakir arasındaki farkın, sadece maddi güç açısından değerlendirilmesinin yanlışlığını vurgulamıştık.
Bu yazımızda biraz daha değişik açıdan konuya yaklaşacağız.
Gelişmişliğin ölçüsü, gerek kendimizi gerek idare ettiklerimizi nasıl yönettiğimizle yakından ilgilidir. Allah’ın bizlere verdiği akıl, vicdan ve irade ile belirleyeceğimiz insani davranışlar gelişmişlik derecemizi belirler. Davranışlarımızı insani değerlerle yönlendirdikçe gelişmişliğimiz artar. Davranışlarımızı içgüdülerimiz belirledikçe, geri kalmakta devam ederiz.
Bu sınıflandırma, toplumlar için de geçerlidir. Bir toplumun davranışları, Yüce Yaradan’ın belirlediği insani değerlerle uyumlu ise, onlara gelişmiş toplum olarak bakabiliriz. Ama davranışlarını ve uygulamalarını içgüdülerinin belirlediği toplumlar, geri kalmış olarak görülmelidir. Ancak, toplumlardaki bu davranışlarını, sadece kendi guruplarının içerisindeki insanlara değil, dışarıdan insanlara karşı da sergilemeleri gerekir. Hattâ rakip olarak gördüklerine karşı da, aynı insani davranışı sergilemelidirler.
Kur’an, bu hususta bize şöyle yol göstermektedir: Maide 8 olunuz ve sakın bir topluluğa buğzunuz (kininiz) sizi adaletsizliğe sevk etmesin. Adalet edin takvaya: “Ey iman edenler Allah için duran hâkimler ve adalet numunesi şahitler en yakın odur. Allah’tan korkun muttaki olun; çünkü Allah her ne yaparsanız haberdardır.”
Dolayısıyla maddeten kalkınmış olmak, gelişmişliğin göstergesi değildir. Bir insanın ve toplumun rehberi, Allah ve Onun bize verdiği akıl, vicdan ve irade olmazsa, sahip olduğu zenginlik kişinin veya toplumun gelişmişliğine işaret etmez. İnsanın veya toplumun rehberi, tek başına ilim olursa, belki kalkınmayı sağlar. Fakat gelişmişliği yani insani davranışları yönetemez. İçselleştirilmemiş bir Allah fikri de, aynı sonuca ulaşır. Belki maddeten kalkındırır, ama geliştirmez.
Bu hususta, Avrupa’nın maddeten en güçlü döneminde yaşamış olan İngiliz romancı Somerest Maugham’ın (1874-1965) sözleri bizi düşündürmelidir. “Avrupa bugün Allah’ını (God) kaybetmiş ve yeni bir Allah’a inanmıştır. O da ilimdir. Hâlbuki ilim, devamlı değişen bir varlıktır. Bugün inkâr ettiğini, yarın ispat eder. Bugün ispat ettiğini, yarın inkâr eder. İşte bu sebepten dolayı ilmin kurallarını, istikrar ve sakinlikten yoksun, sürekli bir ıstırap ve gönül darlığı içerisinde bulursun.”
Rehberin ilim olması, rehberin içgüdüler olmasından biraz daha iyicedir. Ama Maugham’ın uyarılarını dikkate almayan o dönemin Avrupalılarının bir bölümü içten sıkıntılı bir hayat yaşamışlardır. Huzursuzluk hissetmişler, para vererek psikologları dost edinmişlerdir. Tolstoy’un kendisiyle ilgili olarak itiraf ettiği gibi, intihar etmeyi düşünmüşlerdir. Felsefecilerin bile çoğu, bugün söylediklerinin tam tersini, yarın söylemişlerdir. Bütün bunlar kâinatın sahibi olan sabit bir kuvvete dayanmayarak, değişken kuralların peşinden gitmenin sonucudur. Her an değişen, insandan insana, toplumdan topluma farklılık gösteren kurallar, insanlar arasındaki çatışmayı sürekli hale getirmektedir.
Her insanın içgüdüsü, her toplumun menfaati farklı olduğu için, çatışma kaçınılmazdır. Gerek insanın kendi içerisinde, gerekse toplumlar arasındaki çatışmalar devam ettikçe, gelişme sağlanamaz. Gelişme için, istikrar ve sakinlik gerekir.
İslâm; akıl, beden ve ruhun ihtiyaçları arasında denge kurduğu gibi, toplumdaki insanlar arasında da denge arar. Birini diğerine ezdirmez. İnsanı ve toplumu, birbirine zıt çeşitli fikirlerle yönetmez.
İslâm; şahsın istekleri ile toplumun arzuları arasında da denge kurar. Böylece, ne kişiler birbirine, ne toplum şahıslara, ne de kişiler topluma baskı kurabilir. Dolayısıyla gelişme hep birlikte olur.