EVRENİN YARATILIŞ SEBEBİ ÜZERİNE DÜŞÜNCELER 3

EVRENİN YARATILIŞ SEBEBİ ÜZERİNE DÜŞÜNCELER 3

 

Şimdi, bir önceki yazımızın başında verdiğimiz Enbiya Suresinin 16ıncı ayetine geri dönelim. Yüce Yaradan, ayetinde diyor ki: “Biz, evreni boş bir eğlence için yaratmadık”. Bu sözün doğru olduğuna, bir önceki yazımızdaki irdelemelerimize dayanarak hemfikir olduğumuzu düşünerek, ilk sorumuzu tekrar soralım: “Yüce Yaradan evreni, boş yere yaratmadığına göre, neden yaratmış olabilir?”

“Evrenin Yaratılışı Üzerine 1 ve 2” ve “Evrenin Var Olma Sebebi Üzerine” başlıklı makalelerimizde, bu hususta bazı cevaplar aramaya çalışmıştık. Einstein’ın da sorduğu “evrenin ve bizlerin neden yaratılmış olabileceği” sorusuna kutsal kitaplardan faydalanarak, kendimizce bir fikir oluşturmaya gayret etmiştik.

Bir önceki makalemizde, konumuzla ilgili ayetlere dayanarak, evrende birbirinden farklı özelliklerde şuurlu varlıklar olduğundan bahsettik. Biz, sadece kendimizi ve kutsal kitaplarda bildirilen melekleri ve cinleri biliyoruz. Ama İsra Suresi 17/70inci ayetten de anlaşıldığına göre, bu varlıklardan başka da ve hattâ insanlardan da üstün vasıflarda canlılar mevcut.

Diğer yandan, Kur’an ayetlerin birçoğunda “göklerdeki kimseler (Arapçası, men)” şeklinde bahsedilir. Ayrıca, evrende bizim yaşadığımız bölge için de, yakın gök tabiri kullanılır. Hâlbuki ayetlerde, yedi gök ifadesi geçer. Belki de diğer göklerde başka şuurlu kimseler (men) var. Biz bunların hakkında bilgi sahibi değiliz. Ama bizim bilgi sahibi olmamamız, onların var oldukları gerçeği değiştirmiyor. Kur’an’ın anlatımlarına göre, başka şuurlu ve kuvvetle muhtemelen özgürlük de verilmiş canlılar olarak yaşıyorlar.

Bahsettiğimiz bu şuurlu varlıklarla ilgili olarak daha ayrıntılı bir bilginin bize verilmesinin, insanlara bir faydasının olduğunu düşünmüyorum. Muhtemelen bu varlıklar, insanlar âleminden bağımsız ve bağlantısız bir şekilde uzakta oldukları için, Yüce Yaradan, bizlere bilgi vermeyi gerek görmemiş olabilir. Hâlbuki cinler, insanlar âlemi ile kısmen de olsa bağlantılı oldukları için, çok az da olsa, bilgi verildiği kanaatindeyim. Melekler ve bir melek olan şeytan da, insanlık âlemi ile sürekli bağlantılı oldukları için, az da olsa, bilgi verilmiş olması mantıklıdır. Cinler ve melekler hakkında verilen bilgilerin, bizim için yeterli ve yol gösterici olduğu kanaatindeyim. Cinlerin ve meleklerin ve diğer şuurlu varlıkların, ne şekil bir varlıklar olduğu, beslenip beslenmedikleri, nasıl hareket ettikleri, nasıl bir ortamda yaşadıkları gibi hususlar hakkında bilgi sahibi olmamızın, bize ilave bir faydasının olacağını zannetmiyorum.

Bizim bildiğimiz canlılar âlemleri; bitkiler, hayvanlar, insanlardır. Bizim görmediğimiz, ama varlıkları hakkında bize kutsal kitaplarda bilgi verilenler ise, cinler ve meleklerdir. Yüce Yaradan, İsra Suresi 17/70inci ayette, insanları, yarattıklarının bazılarından üstün kıldığını bahsediyor. İnsanların, bitkiler ve hayvanlar âleminden üstün olduğunu biliyoruz. Kur’an’ın diğer ayetlerinde bahsedilenleri dikkate aldığımızda, tek olan Tanrı’nın, insanları, cinlerden ve meleklerden üstün kıldığını anlıyoruz. Yani bizim bildiğimiz ve bize bildirilen bütün âlemlerden üstün kılınmışız.

Bu durumda, eğer başka şuurlu varlıkların oluşturduğu âlemler olmasaydı, İsra Suresinin 70inci ayetinde, “yarattıklarımızın hepsinden üstün kıldık” vurgulamasının net olarak yapılması beklenirdi.  Ama Yüce Yaradan, “yarattıklarımızın bazısından üstün kıldık” şeklindeki bir ifadeyi amaçsız söylemeyeceği aşikâr olduğuna göre, insanlardan daha üstün olan şuurlu varlıklar var demektir.

İnsanlardan üstün olan şuurlu varlıkların olması, bizim insanlar olarak, Tanrı ile olan konumumuzu net bir şekilde ortaya koyan göstergelerden birisidir. Biz insanlar olarak; süper bilgisayarlar yaptık, bazı hücreleri kopyaladık ve yapay zekâ yapmaya çabalıyoruz diyerek, kendimizi Tanrı ile karşılaştırmaya başlamıştık. İşte, kâinatta, insanlardan üstün şuurlu varlıkların olması, bizim Tanrı karşısındaki acizliğimizi anlayarak kendimize gelmemiz için güzel bir fırsattır.

Şimdi konumuzu irdelemeye bir başka açıdan devam edelim. Bu sitede yayınladığımız, “Kendi isteği olmadan dünyaya gelen bir insanın, imtihan edilmesi yanlış mıdır” ve “İnsanlara özgürlük verilmesi, insan için kötü mü olmuştur?” başlıklı makalelerimizde ulaştığımız sonuç, insanların çok çok az bir kısmı hariç, hemen hepsinin bu dünya hayatını yaşadığına memnun olduklarıdır. Hayatı sırasında acı çeken ve fakir bir ömür süren insanların bile, bir gün daha fazla yaşayabilme isteğinin olması, dünya yaşamından memnuniyetin gerçek olduğunu göstermektedir. İnsanların sayılarıyla kıyaslanamayacak kadar az olan intihar vakalarının sebeplerinin başında da ruhi bunalıma girmeleri gelmektedir.

Bu dünyaya doğmuş olmak ve hayatı yaşamak, insanlar için bu kadar güzelse, cinler ve diğer şuurlu varlıklar için de aynı şeyin geçerli olması beklenir.

Ayrıca bu dünya hayatında, Yüce Yaradan’ın gösterdiği düzgün yolda yürüyerek Cennete girmeyi hak edenlerin durumu, çok daha arzu edilir bir yaşamdır. Çünkü bu güzel insanlar, ebedi sayılabilecek bir uzunlukta, sıkıntısız, huzurlu ve mutlu yaşayacaklardır.

Şöyle bir düşünelim. Eğer Tanrı, biz bu dünyaya gelmeden önce bizi yaratsa ve bize  “ebedi olarak yaşayacağınız Cennetime girebilmeniz için, bazı kurallara uymak şartıyla yeryüzünde bir süre yaşamanız gerekiyor” deseydi, biz, bu dünyaya gelmeyi mutlaka ve özellikle isterdik diye düşünüyorum. Hattâ yüz kişilik gurubun içerisinde sadece birinizi göndereceğim demiş olsa bile, yüz kişinin de, o bir kişi olabilmek için can atacağı inancındayım.

İnsanlarda böyle olan arzunun, cinler ve diğer şuurlu varlıklarda da aynen geçerli olması ihtimali kuvvetlidir. Dolayısıyla, insanlardaki iyi-kötü, doğru-yanlış gibi kavramların, hak ve adaleti tesis çabalarının, cinler âleminde ve diğer şuurlu varlıkların yaşamlarında da olması mantıklıdır.

Konuya bu açıdan yaklaşınca, Yüce Yaradan’ın kâinatı yaratmasından istifade eden, insanlar ile cinler ve diğerleri dâhil, geçmişte yaşamış ve halen yaşayanlar hesaba katılınca, sayıları yüz milyarlarla ifade edilebilecek şuurlu varlıkların olduğu görülüyor.

Biz insanlar olarak, çalıştığımız iş yerinde, yardımcımıza bile doğru dürüst bir özgürlük veremezken, Yüce Yaradan’ın çok çeşitli şuurlu varlıklar yaratıp, bunlara özgürlük vermesi, O’nu Tanrı olarak görmemiz için yeterlidir. Tek olan Tanrı’nın, yarattığı evrendeki özgürlük verdiği ve birbirinden farklı özelliklerle donattığı insanlar, cinler ve diğer şuurlu varlıkların her ihtiyacını karşılayacak düzen oluşturması, O’nun rahmetinin delilidir.

Biz insanların bütün ihtiyaçlarımıza uygun oluşturduğu yeryüzünde, huzurlu ve mutlu olabilmemiz için, her zaman yol göstericiliğini, desteğini ve yardımını esirgememesi, Yüce Yaradan’ın rahmetinin ve lütfunun büyüklüğünü gösterir. Biz insanlar için, sürekli olarak rahmetini ve yol göstericiliğini esirgemeyen Yüce Yaradan’ın, diğer şuurlu varlıklar için de aynı uygulamaları yapacağı aşikârdır.

Anlaşılan o ki, Yüce Yaradan, kâinatı eğlence için yaratmamış. Yarattığı evrende, yüz milyarlarca şuurlu ve özgür varlığın yaşayabilmesi ve sonrasında da, hak edenlerin, Cennetinde huzur içerisinde ebedi olarak yaşamlarını sürdürebilmeleri için, lütfunun ve rahmetinin büyüklüğünün nişanesi olarak yaratmış. Yarattıklarına iki hayat vermiş. İlk yaşamlarının süresini kısa tutmuş. Dolayısıyla, yarattıklarının imtihanda başarılı olma ihtimallerinin fazla olmasını sağlamış. Ayrıca, ölümün olması, Tanrı’nın lütfuna ulaşacak şuurlu varlık sayısının çok fazla olmasına vesile olmaktadır.

Serdettiğimiz bu fikir, kutsal kitaplardan istifade ederek, bizim, Yüce Yaradan’ın bize verdiği akılla ulaştığımız bir sonuçtur. Gerçeği, sadece ve sadece, tek olan Tanrı bilir.

Bu yazı KUR'AN ÜZERİNE kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.