EVRENİN YAPISI VE BİLİM İLİŞKİSİ 2

EVRENİN YAPISI VE BİLİM İLİŞKİSİ 2

 

Başlığımızın ilk serisinde, Caner Taslaman ve Enis Doko’nun birlikte yazdıkları “Kur’an ve Bilimsel Zihnin İnşası” adlı kitaptan faydalanmıştık. Bu yazımızda yine, aynı eserden anlayabildiklerimi aktarmaya, arada kendi fikirlerimi belirtmeye çalışacağım.

Önceki yazımızda evrenin düzenli bir yapısı olduğunu ve bu yapısının insanlar tarafından anlaşılabilir olmasının aslında bir mucize olduğunu aktarmıştık.

Eğer evren düzenli, rasyonel bir yapıda olsaydı, fakat bizim zihinsel donanımımız yeterli olmasaydı, evreni anlayamazdık. Benzer şekilde eğer evren ile insan zihni arasında rasyonel bir uyum olmasaydı, evreni yine anlayamazdık. Diğer taraftan bizim zihni yapımız mevcut durumumuza göre çok daha hünerli olsaydı, ama evrenin yapısı düzenli olmasaydı, yine evreni anlayamazdık. Dolayısıyla her üç halde de, bilim olmazdı.

Bilim yapmak isteyen insan, zihni yapısına güvenerek yola çıkar. Zihninin, doğru bilgiye ulaşabileceğine inanır. Zaten bilim de, doğru bilgilere ulaşmaya ve anlamaya çalışma faaliyetidir.

Peki, bizim bilim yapabilmemizi mümkün kılan bu yapı nasıl oluşmuş olabilir? Hem evrenin rasyonel yapıda olması, hem bizim zihni yapımızın evreni anlayacak şekilde olması, hem de evren ile zihnimiz arasında bir uyum olması nasıl mümkün olmuştur?

Yukarıda bahsettiğimiz kitapta bu hususta, bazı bilim insanlarından şu aktarımları yapılmış. Galileo: “İnsan zihninin evreni anlama kapasitesi, insan zihnini Allah’ın yarattığının bir delilidir.” Kepler:” Evrendeki her şeyi belli bir niceliğe bağlı olarak kuran Allah, aynı zamanda insan zihnine bu yapıyı anlayacak özellikler vermiştir.” Matematik felsefecisi Mark Steiner: “Gerçek uygunluk… İnsan beyni ile fiziksel dünyanın bütünü arasındaki uygunluk. Bu natüralizme karşı bir meydan okumadır.”

Yukarıda verilen bilim insanlarının vardıkları sonuçlar, mantıklıdır. Eğer bütün bunları planlayan ve yaratan tek merkez olmasaydı, sonsuz sayıdaki tesadüfler bile bu uyumu sağlayamazdı. Sonsuz tesadüflerin, evrenin düzenliliğini bile sağlayamayacağını, bir önceki yazımızda elektron örneğiyle vermiştik. Evrenin düzenliliğine, bir de, zihin yapımızın anlama kapasitesini eklemek, tesadüflerin işi hiç olamaz. İlaveten, evrendeki rasyonellik ile zihni yapımız arasında uyum sağlamayı da tesadüflerden beklemek, tarifi imkânsız şuursuzluktur.

Ancak tek Tanrıya inanan bazı anlayışların, akla önem vermeyerek iman konusunu öne çıkarmaları, natüralistleri cesaretlendirmiştir. Natüralistler, zihne güven duyulması gerektiğini savunmuşlardır. Onlara göre zihinsel faaliyetimiz, tamamen beynimizdeki atomların davranışlarıyla belirlenmektedir. Ve beynimizdeki nöronlar, biyo-kimyasal yapıları sebebiyle davranışlarımızı yönlendirmektedir.

Natüralistlerin bu anlayışları hakkındaki yorum için, bahsettiğimiz kitap, yine bir natüralist evrimci biyolog olan J.B.S. Haldane’den şu sözleri aktarmıştır. “Eğer zihinsel süreçlerim, tamamen beynimdeki atomların hareketleri tarafından belirleniyorsa, inançlarımın doğru olduğunu varsaymam için hiçbir sebep yoktur… ve dolayısıyla beynimin atomlardan oluştuğunu varsaymak için de hiçbir gerekçem yoktur.”

Yine kitabın aktardığına göre evrimciliğin öncüsü Darwin de hep “daha aşağı konumdaki hayvanlardan evrimleşen insan zihninin kanaatlerine güvenme konusunda korkunç bir şüphe içerisinde olduğunu” vurgulamıştır. Nitekim Darwin, kendisinden tanrının varlığı hakkında olumsuz cevap vermesi için kendisini sıkıştıranlara, Nigel Warburton’ın Felsefenin Kısa Tarihi kitabına göre, şu cevabı vermiştir: “Bu konunun bütünü, insan zihni için fazla derin. Bir köpeğin, Newton’un zihni yapısı hakkında yorum yapmasından farkı yok”

Peki, zihnimizdeki akıl yürütme süreci nasıl işlemektedir? Natüralistlere göre zihnimiz atomların hareketiyle çalışıyor. Canlının zihnindeki atomlar da kendisinin hayatta kalma mücadelesini verecek şekilde davranıyor. Böylece doğal seçilim oluşuyor. Ortama uyum sağlayabilen hayatta kalıyor ve kendi genlerini gelecek nesillere aktarıyor. Diğerleri eleniyor. Dolayısıyla akıl yürütmenin amacı, doğruya ulaşmak değil, yaşamı sağlamaktır. Bu savunmaya karşılık sorulacak soru: “Akıl yürütme faaliyeti tesadüfi doğal seleksiyonla olduysa, bu akıl yürütme faaliyetinin doğruluğuna nasıl güvenilecek?”

Yukarıdaki soruyu insanlık için sorduğumuzda cevap daha zorlaşıyor. Natüralist ateizm, felsefe ve bilimsel konularda üst seviyede akıl yürütmenin doğruluğunu savunamaz hale geliyor. Hattâ Plantinga’ya göre kendi evrim teorisini kendisi çürütüyor.

Görüldüğü gibi, evrenin yaratılmasının tek merkezden yapılmadığını düşünmekte ısrar ettikçe, fikirlerimiz için bir çıkış yolu bulamıyoruz. Umutlarımızı geleceğe saklıyoruz. Fakat gelecekte de yeni bilimsel gelişmeler olsa bile, sorulan sorular temel konular olduğundan cevap yine verilemeyecektir. Çünkü insanlık, en azından belgeli tarihten bugüne kadar benzer tartışmaları yapıyor. Nice üst akıl sahibi olduğunu düşünenler ve bilim insanları tartışmalara katılmışlar. Dolayısıyla bilimsel gelişmelerin bu sorulara cevap vereceğini umut etmek bizi hüsrana götürür.

Bu yazı Sosyal kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.