ENVER PAŞA ÜZERİNE 3

ENVER PAŞA ÜZERİNE 3

 

İlk iki yazımızda aktardığımız Enver Paşa ile ilgili hususları, çok kısa olarak hatırlayalım. Makedonya dağlarında çete kovalamasındaki ciddiyetiyle ün saldı. Reval’de, Osmanlıyı paylaşma anlaşması yapıldığını duyunca, durumdan vazife çıkararak dağa çıktı. Meşrutiyet’in ilanında etkili olduğu için halk tarafından “hürriyet kahramanı” unvanı verildi. Osmanlı Hükumetinin gözden çıkardığı Trablusgarp’a, kendiliğinden ve arkadaşlarıyla birlikte gizlice giderek, orada Sunusilerden kurduğu kuvvetlerle İtalyanları durdurduğu için “İslâm’ın kurtarıcısı” gibi bakıldı. Enver Trablusgarp’ta savaşırken Edirne kaybedilince, yine kendiliğinden ve başaramazsa asi olmayı göze alarak hareket ettiği ve Edirne’nin geri alınmasını sağladığı için, “Edirne Fatihi” kabul edildi.

Fakat Enver Paşanın kafasında hep, Batılılar arasında çıkması muhtemel büyük paylaşım savaşı vardır. Osmanlı Topraklarının da paylaşımını içerecek olan büyük savaşın, her an çıkma ihtimali vardır. Bu sebeple, sürekli çözüm arayışı içerisindedir. Nihayet çözüm mevkisinde olacağı fırsat karşısına çıkar. Rütbeleri hızla yükseltilerek, kendisini 1 Ocak 1914’te Harbiye Nazırı yaparlar. Başkumandan Vekili görevi de verilir.

Enver Paşa ilk olarak, ordudan siyaseti ayırma çalışmalarına başlar. Çünkü I. Balkan Savaşında, Türk tarihinin en onursuz yenilgisinin alınmasının sebebini, orduya siyasetin girmesi olarak görür. Ordudaki subayların çoğu, İttihat ve Terakki Fırkası ile Hürriyet ve İtilaf Fırkasına mensuptu. Bu iki parti mensubu subayların arasındaki çekememezlik, acı yenilgiyi getirmişti.

Son bir asırdır büyük devletlerarasındaki anlaşmazlıklar nedeniyle ayakta kaldığı bilinen Osmanlının yaşadığı bu son yenilgi, bardağı taşıran damla olmuş ve Türklerin tarih boyunca oluşturdukları itibarı sıfırlamıştır. Artık Türklerin; Kızılderililer, Papular, İnkalar gibi tarihsel bir varlık haline geldiklerine kanaat getirilmiştir. Nitekim beklenen I. Dünya Savaşı başladığında, İngilizler, Fransızlar ve Ruslar, Türk heyetleriyle görüşmemişlerdir. Çünkü o sıralarda bu ülkelerin basını, İstanbul’a hangi kapıdan kimlerin ve nasıl bir törenle gireceğinin senaryolarını tartışmaktadır.

Bütün bunları gören Enver Paşa, siyasete karışmış 200 kadar komutanı, kibar uslubuyla ikna ederek ordudan ayırmıştır. Hattâ benzer konuşmayı Mustafa Kemal ile de yapmıştır. Ona mealen şöyle demiştir: “Mustafa, sen siyaseti seviyorsun. Ama biliyorsun ki, ordu içerisinde siyaset kötü sonuç oluşturdu. İstersen altı ay sonra Meclisi Mebusan’da ara seçimler olacak. Seni İstanbul’dan aday gösteririz. Meclise girersin. Karar senin.” Mustafa Kemal, “ülkenin bu zorlu döneminde, orduda kalmayı arzu ederim” der ve orduda kalır.

Atatürk ile ilgili bir hatıradan bahsetmişken, Enver Paşa ile Kâzım Karabekir arasında geçen bir olayı da nakletmek gerektiğine inanıyorum. Nevzat Kösoğlu’nun “Şehit Enver” kitabında aktardığına göre, Kâzım Karabekir, bir suçtan dolayı Divanı Harbe verilir. Sonuç aleyhine çıkar. Ordudan atılmasına karar verilir. Dosya, Harbiye Nazırı Enver Paşanın önüne gelir. Enver, “Kâzım, iyi çocuktur. Bu hatasını telâfi edeceğine ve memlekete hizmet edeceğine inanıyorum” diyerek evrakı iptal eder.

Enver Paşanın orduyu siyasetten ayırma gayretleri, sonuç verir. Zaten, kısa geçmişinde başardıklarından dolayı, genç subayların hayranlığını kazanmıştır. Orduya yeni bir ruh gelir. O dönemde bu ruha, “Enver Ruhu” denilir. Gerçekten de insanları yepyeni bir anlayışın ve heyecanın kapladığı, Çanakkale Savaşı sırasında görülür. Daha iki yıl önce tarihinin en onursuz yenilgisini alan ordu, destan yazmıştır. Bilindiği gibi, Osmanlının Trakya bölgesindeki yaklaşık 250.000 kişilik ordusunu yenen Balkan Devletlerinin bütün gücü, sadece ve sadece 17.000 asker idi. Bu askerler de beş farklı ülkeden oluşmuştu. Birbirlerinin dillerini bilmiyorlardı. Ağır silahlar, Osmanlı Askerlerin deydi. İşte bu ortamda yenilen bir ordu, Çanakkale’de dünyanın en büyük güçlerini mağlup etmişti. Türklerin öldüğünü düşünen rakipleri, hem denizde hem de karada acı bir mağlubiyet almışlardı.

Çanakkale zaferi olmasaydı, Türkiye Cumhuriyeti olmazdı. Zaten perişan halde olan Osmanlı Devletinin yerine, yeni bir devlet kurulamazdı. Dünya üzerindeki bütün Türkler, esir hale gelirdi. Bu fikrimizi daha iyi irdeleyebilmek için, devletin içinde bulunduğu şartları kısaca hatırlayalım.

Bir devlet düşünün ki, Almanların ıskartaya ayırdıkları eski bir Yunan Kuruvazörü, Osmanlı donanmasını Çanakkale boğazına hapsetmişti. Donanma boğazdan dışarı çıkamamıştı.

Bir devlet düşünün ki, 1881 de kurulan Duyunu Umumiye Reisliği, Devletten alacağını, zorla ve doğrudan kendisi tahsil ediyordu. Eksik vergi ödediğini düşündüğü Osmanlı vatandaşlarını, kendi kurduğu güvenlik güçleri öldürüyor, ülke dışındaki mazlumları korumakla ün salmış koca Osmanlı Devleti, kendi vatandaşı kendi ülkesinde öldürülürken, hiç bir şey diyemiyordu. Nitekim Yakup Cemil’in babası Ahmet Bey de, ayıngacı (tütün vergisi kaçakçısı) olduğu suçlamasıyla, Duyunu Umumiye tarafından öldürülmüştü.

Bir devlet düşünün ki, sanayi diye bir şeyi yoktu. Sanayi denilen üretimler, dikimevi ve benzeri şeyler idi. Bunların yüzde sekseni, özel sektörün idi. Özel sektördeki kuruluşların yüzde sekseni, mütegalliplere aitti. Sanayi işletmelerinin çoğu İstanbul’da, birkaçı Kocaeli’nde, biri İzmir’deydi.

Bir devlet düşünün ki, 1907 yılında, İngiltere’den yola çıkan bir otomobil, Edirne’den İstanbul’a bir haftada ancak gelebilmişti. Çünkü yollar ve dere geçişleri, kağnılara göre idi. Mecburen tahkim edilmesini bekleyince, yolculuk bir hafta sürdü.

Bir devlet düşünün ki, Almanlar, Fransa’daki askerlerini Romanya’daki Galiçya cephesine bir haftada aktarırken, Osmanlı Devleti, askerlerini Çanakkale’den Erzurum’a iki ayda zor götürmüştü.

Bir devlet düşünün ki, Paul Kennedy’nin verdiği rakamlara göre, Almanya’da okuma yazma bilmeyen neredeyse yok gibi iken, İstanbul ve Balkanlar dışında kalan Türklerin içerisinde, okuma yazma bilenler, parmakla gösteriliyordu.

Bir devlet düşünün ki, Almanya, daha Prusya Devleti iken, 1839’da kimya enstitüleri Avrupa’nın en ünlü eğitim yerleriydi. Genel Kurmayı, en çok kurmay subayın bulunduğu orduydu. Osmanlıda ise, halen kimya ile simya karıştırılıyordu. Muhtemelen kimya mühendisi de yoktu. Ordu kumandanlarının çoğu, I. Balkan Savaşında hezimete uğrayan bilgisiz insanlardı.

Bir devlet düşünün ki, kapütilasyon adı altında verdiği ticari tavizleri geri alamıyordu. Aksine, bize saldırmasınlar diye, her an yeni bir devlete ticari tavizler veriyordu.

Bir devlet düşünün ki, son dönemin en vatansever padişahlarından olan II. Abdülhamit Han, aynı kişiyi, Mehmet Sait Paşayı, tam yedi defa sadrazamlıktan azledip, yeniden sadrazam yapmak zorunda kalıyordu. Muhtemelen, padişahın büyük devletlerin arasında uyguladığı denge politikası sonucu maruz kaldığı baskılar, bu durumu  oluşturmuştur.

Bir devlet düşünün ki, bütün hayatta kalma umudunu, büyük devletlerin aralarında anlaşamamalarına bağlıyordu. Kendisinin hiç bir etkisi yoktu.

Bir devlet düşünün ki, tebaasındaki diğer halkların isyan etmemeleri için, umudunu onların birbiriyle kavgalı olmalarına bağlamıştı. Ayrıca, bu halkların ileri gelenleri İstanbul’da Sarayda maaşa bağlanmıştı. Örneğin, Arnavutların isyan ederek ayrılmalarını önlemek için, 500 civarında Arnavut, II. Abdülhamit Han’ın yaveri olarak görevlendirilmişti.

Bir devlet düşünün ki, padişahı, bütün bunları görüyor, aynı kendisi gibi vatansever olduklarından dolayı devletin batmaması için çareler arayan insanlarla birlikte hareket etmenin yollarını aramıyor, aksine onları hapse atmak için istihbarat teşkilatı kuruyordu.

Osmanlı Devletinin son dönemdeki en büyük talihsizliği, bu son maddedir. Eğer II. Abdülhamit Han ile kendisi gibi vatansever olan İttihat Terakki uzlaşsaydı, bambaşka sonuçlar ortaya çıkardı.

İşte böyle bir ortamda, büyük devletler, Osmanlıdan ve diğer ülkelerden daha fazla pay alabilmek adına, yapacakları güreşin öncesinde, sanki peşrev çekiyorlardı.

İşte Enver Paşa, böyle bir ortamda ve 33 yaşında iken Harbiye Nazırı olmuştu.

Sonunda beklenen savaş başladı. Savaşın başında Avrupalı yazarlar, Ağustos’ta başlayan savaşın Noel’de Almanların galibiyetiyle biteceğini yazmaya başladılar. Fakat beklenen olmadı. Harbin sonunda, ABD’nin katılması sebebiyle, önce Almanlar, sonra Bulgarlar ve nihayet Osmanlı Devleti yenilince, günah keçisi Enver Paşa oldu. Bu konuyu, bir sonraki yazımızda irdelemeye çalışacağız.

Bu yazı YAŞAM kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.