DÜNYADA EN HUZURSUZ KİMSE, KALBİNDE HASET VE KİN TAŞIYANDIR
(Not: Bu yazı Temmuz 2014 tarihinde yayınlanmıştı. Silindiğinden aynen yayınlıyoruz.)
İmam-ı Şafi’nin bu sözü hayatın gerçeklerindendir. Belki bu söze küçük bir düzeltme yapılabilir: “Dünyada en huzursuz insan, kalbinde en yoğun haset ve kin taşıyandır.”
Huzurlu insan kendisiyle barışık olandır. Böyle insanlar hayata ve olaylara güzel bakarlar. Son ana kadar sabrederler.
Kalbinde kin ve haset taşıyanlar ise, önce kendileriyle kavgalıdırlar. Çünkü her insanın içerisinde Allah’ın bizlere verdiği masumiyet ve güzellik vardır. İnsanlar, Yunus Emre’nin “bir ben vardır, benden içeri” deyişindeki gibidir.
Nitekim bazı insanları tarif ederken “içi, dışı bir insan” deriz. Hâlbuki kalbinde kin ve haset taşıyan insan bu duygularını gizlemek zorundadır. Toplum karşısında sürekli bir tiyatro sergilemek zorundadır.
Böyle insanlar basına ve başkalarına kapalı görüşmelerinde muhataplarına kalplerindeki kin ve hasedi kusarlar. Onları tehdit ederler. İmkân buldukça da cezalandırırlar. Bazen de kapalı kapılar arkasında kendilerinden daha güçlü olanlardan defalarca özür dilerler.
Aynı insanlar toplumun önüne çıktıklarında ise, tam tersine ihlaslı, masum bir insanmış gibi davranmaya çalışırlar. Fakat böyle çift kişilikli davranabilmek çok zordur. Bu sebeple bazen hata yaparlar. Toplum önünde de kinlerini kusarlar. İnsanları tehdit ederler.
Siyasette en başarılı olanlar toplum önünde iken, iç dünyalarının tam tersi davranmalarına rağmen, insanları kandırmasını başarabilenlerdir. Böylelerini de bazen Allah uyarır. Kiminin dili sürçer ve kişiye “ben çocuklarıma helâl lokma yedirmedim” dedirtir.
Meselâ bayrak indirme olayı gibi birçok olaylarda, ilk verdiği demecinin tam tersini ertesi gün verdirtir. Bütün bunlar Allah’ın uyarılarıdır. Bu ikazları anlayıp kendini düzeltenler önce iç huzura kavuşurlar. Sonra toplum önünde huzura kavuşurlar. Dolayısıyla toplum da huzura kavuşur.
Allah’ın yaptığı uyarıları dikkate almayanlar, tarihin çöplüğünde kendilerine yer ayırmış olurlar. Bazıları ise o kadar batağa batmıştır ki, uyarıları anlamazlar. Çevrelerinden anlayanları da sustururlar. Günü kurtarmak için mücadele ettikçe, daha çok batarlar. Battıkça başka çıkış yolumuz yok diyerek, kendileri dışında herkese savaş açarlar. Kendi çevrelerini de bu savaşın içerisine zorla sürüklerler. Kendi içlerinden yanlış yapıyoruz diyenlere de savaş açarlar.
Bunlar Allah’ın istediklerini yapıyormuş görünüp halkı aldatarak, Allah’ın yapmayın dediklerinin neredeyse hepsini yapıyorlar. Dolayısıyla yaptıkları savaş aslında, Allah’ın düzenine ve dolayısıyla Allah’a karşıdır. Allah’a karşı savaş illa Allah’ı inkâr ederek yapılmaz. Allah adına çalışıyormuş gibi yapıp insanları kandırmak da, aslında Allah’ı yok saymaktır.
Belki firavun bile bu kadar alçalmamıştı. Hz. Musa’ya hünerlerini göstermesi için fırsat vermişti. Ama ileride makamının gidebileceğini anlayınca değişti. Firavun da, konumunu korumak ve günü kurtarmak için savaştı. Çevresini de bu savaşa sürükledi. Kur’an’da bu konu şöyle anlatılır. “Firavun kavmini suya götürür gibi ateşe götürdü, ne fena yerdir orası”
Yunus 92: (Firavuna hitaben) “Bizde bugün seni bedeninle bir tepeye atacağız ki arkandan geleceklere bir ibret olacaksın! Şüphesiz ki insanların birçoğu ayetlerimizden gerçekten gafildirler.”
Ayetlerden gafil olmak sadece inkâr etmek değildir. Ayetleri bildiği halde toplum karşısında suret-i Hakk’tan görünüp, ayetlerin tam tersini yapmak da, ayetlerden gafilliktir. Hatta bilerek yapıldığı için daha kötüdür. Nitekim taammüden yani bilerek ve isteyerek öldürmeye teşebbüsün cezası, öldürmekten daha fazladır.
Allah’ın, Kur’an’ındaki ibretleri sadece o kişilerle sınırlı değildir. İnsanlık tarihi, Allah’ın böyle ibretleriyle doludur. Umulur ki böyle insanların akılları başlarına , Firavun gibi, tam boğulmak üzere iken gelmez. Yoksa çevreleri de helak olabilir. Sonsuza kadar lanetlenebilirler.