EMANET VE ADALET

EMANETLERİ EHLİNE VERMEKLE SORUMLUYUZ

 

Nisa Suresi 58: “Haberiniz olsun ki Allah size şunları emrediyor: Emanetleri ehline veresiniz ve insanlar arasında hükmettiğiniz vakit adaletle hükmedesiniz! Hakikat, Allah size ne güzel öğüt veriyor. Şüphesiz ki Allah işiten ve görendir.”

Demek ki emanetleri ehline vermemiz, sadece insani bir davranış değildir. Yüce Yaradan’ın emridir. Bu husus, Allah’ın Kur’an’da doğrudan “emrediyor” şeklinde bahsettiği, ender konulardan biridir.

Ayetin devamında “insanlar arasında hükmettiğiniz vakit, adaletle hükmedesiniz!” denilerek emir tamamlanıyor. Bu ayetteki adaletle hükmetmek sözünden iki ana maksat olabilir.

Birincisi, bir varlığımızı geçici olarak emanet etmeye veya bir işe, bir makama getirmeye insan seçerken, adaletli davranmamız istenilmektedir. Emanete talip olan kişi, bizim akrabamız olabilir. Aynı sosyal çalışma gurubu içerisindeki bir tanıdığımız olabilir. Bu özelliklerin hiçbiri bizim emaneti ona vermemizin sebebi olamaz.

Allah, ayette emaneti düzgün olana veriniz de, demiyor. Ehline veriniz diye emrediyor. O halde bizim tanıdığımız şahsın dürüst insan olması bile, yeterli görülmüyor. Zaten dürüst olmak, her insanın ve bilhassa makama talip insanların asli bir özelliği olmalıdır.

İşin ehli olmanın anlamını, bilmeyen yoktur. Nasıl üniversiteler, öğrenciler arasında ehil olma derecesini ölçmek için imtihanlar yapıyorlarsa, biz de bir seçme yapmalıyız. Çünkü üniversite yanlış seçim yaparsa, en büyük kaybı giren öğrenci yaşar. Ama makama getirilen yanlış olursa, makama gelenden çok, makamla doğrudan veya dolaylı ilişkisi olan herkes kayba uğrar.

Dolayısıyla biz emaneti vereceklerimizi seçerken, ehil insan olmasını ölçmekle yükümlüyüz. Bu hususta adaletli olmak zorundayız.

Adaletli olmaktan ikinci maksat, emaneti alan kişinin, aldıktan sonra adaletle hükmetmesidir. Demek oluyor ki, emanet verilen kişi dürüst ve konunun ehli olabilir. Ama adaletli davranmazsa yine olmaz.

Emaneti devralan kişiyi, Yüce Yaradan işitir ve görür. Eğer adaletli davranmazsa hesabını sorar.

Peki, Allah, emaneti yanlış kullanan kişiyi cezalandırır da, emaneti yanlış bir insana verenleri cezalandırmaz mı? Elbette cezalandırır. Hem de emaneti gerektiği gibi kullanmayan şahıstan daha şiddetli cezalandırır.

Nahl Suresi 25: “Şunun için ki kıyamet günü kendi günahlarını kâmilen yüklendikten başka, ilimsizlikleri yüzünden saptırdıkları kimselerin veballerinden bir kısmını da yüklenecekler. Bak ne fena yük yükleniyorlar.”

Ayet makam sahiplerini kastediyor. Makam derken sadece devletin, bir şirketin değil, bir cemaatin, bir vakfın vb. yönetim kademeleri anlaşılmalıdır. Ayete göre yöneticiler, ilisizlikleri yüzünden saptırdıkları kimselerin veballerini de yüklenecekler.

Hâlbuki o insanları bu makamlara getirenler, sadece ilimsizlik yapmamış, ilaveten bu insanların hata yapmalarına bilerek sebep olmuş olurlar. Çünkü bu insanlar o makama getirilmeselerdi, başkalarını saptırma imkânları sınırlı olacaktı. Hattâ belki de daha düzgün bir insan olmaya çalışacaktı. Ama haketmediği bir yere getirilince, kendini dev aynasında görmeye başladığı için, giderek yoldan çıktı.

Emaneti ehline vermeyen kişi, bir başka makam sahibi insan olabilir. Kendisine bir üstünden emir verilmiş olabilir. Hatırını kıramayacağı kişiler araya girmiş olabilir. Hattâ kendisi güç sahibi olmayan biri olup, sadece oy vererek o kişinin makama gelmesini desteklemiş olabilir.

Makama getiriş sebepleri veya makama gelmesindeki etki oranları ne olursa olsun, bu işte sorumluluğu olan insanların hepsi, makamdakinin yaptıklarından sorumludur. Makamdaki kişinin yapısı sonradan değişmiş olsa bile, sonuçtan mesuldür. Hattâ kişinin o emaneti almasında hiçbir payı olmayan, ama adaletsizliği engellemek için elinde az da olsa imkânı olan şahıslar ve guruplar da sorumludur.

Eğer sorumlular, emanete ihanet edenleri engellemek için etkisi oranında elinden geleni yapmıyorsa, o kişilerin de, Yüce Yaradan tarafından hem de daha şiddetle cezalandırılması ihtimali çok kuvvetlidir. “Biz onun yaptıklarını bilmiyorduk” diyerek de kurtulamayacağımızı, Kur’an bize söylüyor.

İsra Suresi 36: “Bir de hiç bilmediğin bir şeyin ardınca gitme; çünkü kulak, göz gönül; bunların her biri ondan sorumlu bulunuyor.”

Bir şeyin ardınca gitmekten maksat, yapılanları sadece desteklemek değildir, göz yummak da ardınca gitmek sayılır. Ayetin açık bir şekilde belirttiği gibi, bir şeyin ardınca giderken onun ne yaptığını, ne olduğunu bilmememizin bir önemi yok. Bilerek gidersek zaten cezamız çok daha fazla.

Fakat yaptığımız yanlışı anlar ve adaletli bir davranışla düzeltirsek, Yüce Yaradan bizim önce tövbe edip sonra işi düzeltmemizi, bir iyilik olarak değerlendirebilir. Emanet verilirken dahli olmayanlardan hatayı düzeltmek için gayret edenlerin davranışları adaletli olursa, Yüce Yaradan’ın daha çok hoşuna gidebilir. Çünkü Allah, ‘bazılarını bazılarıyla defetmeseydik dünyada huzur bozulurdu’ derken zaten hepimize sorumluluk yüklüyor.

Enam Suresi 160: “Kim bir iyilik ile gelirse ona on misli verilir, kim de bir kötülük ile gelirse ona da misliyle ceza edilir ve hiçbirine haksızlık edilmez.”

Allah’ın merhameti, ayette de açıkça görülüyor. İyiliğe on misli ile karşılık veriyor. Cezası ise, bizim yaptığımız hata kadar.

O halde hatalarımızı düzelterek güzel işler yapıp, Yüce Yaradan’ın merhametine sığınmak, bu dünyada yapabileceğimiz belki de en kârlı iştir. Daha kârlı bir iş bilen varsa söylesin.

Bu yazı Genel kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.