DÜNYEVİLİK VE UHREVİLİK

DÜNYEVİLİK VE UHREVİLİK ARASINDAKİ GEL-GİT’LER

 

Bilinen insanlık tarihinde fikirler, bu dünyacılık ile öbür dünyacılık arasında sürekli gidip gelmiştir. Bu geçişler sadece semavi dinlerde olmamıştır. Batıda Yunanlılardan doğuda Hindistan ve Çin’e kadar her anlayışta, benzer tartışmalar yapılmıştır.

Eski Yunanlılarda Eflatun, hattâ Sokrates hakikati uhrevilikte aramaya çalışmışlardır. Aristo ise bu dünyaya ağırlık vermiştir. Doğuda Konfüçyüs bu dünyaya ağırlık verirken, Buda ve Mahavira öbür dünyayı önemsemişlerdir.

Yüce Yaradan ise, gönderdiği peygamberler aracılığıyla bu dünya ve ahiret arasında denge kurulmasını öğütlemiştir. Kur’an’dan önceki kutsal kitaplar çok fazla değişikliğe uğradıklarından, Allah’ın bu öğüdünü onlarda net göremiyoruz. Ancak değişmeyen tek kaynak olan Kur’an, Müslümanları “orta ümmet” olarak tanımlayarak bu konuda net bilgi vermiştir. Yüce Yaradan, böylesine önemli bir konuda her peygamberine farklı bir öğüt vermeyeceğine göre, Kur’an’daki isteklerin diğer kutsal kitaplarda da yapıldığını söylemek yanlış olmaz.

Semavi dinlerde, peygamberlerden sonra anlayış ve uygulama değişikliği olmasaydı, zaten Yüce Yaradan yeni peygamberler göndermezdi. Nitekim İsrailoğulları Hz. Musa’dan sonraki dönemlerde, onun dünyevi tarafını öne çıkarmışlardır. Bu anlayış giderek çığırından çıkarak, tamamen dünyacı bir yapıya bürünmüştür. Bunun sonucunda Yahudilerin çoğunluğunun dünya görüşü, “bu dünyacılık” olmuştur. Arada gelen peygamberler bile bu anlayışı yıkamamıştır.

Yüce Yaradan, Hz. İsa’yı görevlendirerek yeniden dünya ile ahiret arasında denge kurulmasını öğütlemiştir. Ancak belki Hz. İsa’nın, Yahudilerin dünyacı görüşlerine gösterdiği bazı tepkilerden, belki de Roma Devleti yöneticilerinin arenalardaki gaddar davranışlarından dolayı, Hz İsa’nın sonraki dönem takipçileri onun uhrevi yapısını öne çıkarmışlardır.

Bu farklılaşmalar üzerine Yüce Yaradan, Hz. Muhammed’i (s.a.v.) aynı öğütle görevlendirmiştir. Son peygamber, Kur’an hakkında bilgisi olan her insanın net söyleyeceği gibi, tekrar dengeyi kurmaya çalışmıştır. Nitekim Hz. Muhammed bu dengeyi kendi hayatında kurmuştur.

Son peygamber, bir taraftan Müslüman gurubun başkanlığı, savaşlarda ordu genel komutanlığı, son dönemde devlet başkanlığı görevlerini sürdürürken, diğer taraftan ibadetlerini herkesten fazla yapmaya gayret etmiştir.

Halk arasında Hz. Muhammed’e atfen söylenilen bir söz olan “yarın ölecekmiş gibi ahiret için, hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için çalışın” özdeyişi, peygamberin yaşantısına uygun düşmektedir.

Fakat bütün peygamberlerden sonra görülen anlayış değişiklikleri, Hz. Muhammed’in takipçilerinde de kendini göstermiştir. Bir süre sonra Müslümanlar da, Selefilik, Eşarilik, Tasavvuf gibi fikirler oluşturarak uhrevi hayata ağırlık vermişlerdir. Böylece, kurtarıcılar bekleyen Yunan, Hint, Budizm, Manihaizm, Yahudilik, Hıristiyanlık kervanına Müslümanlar da eklenmiş oldu.

Hâlbuki Allah’ın vahiy ile gönderdiği bütün sözler, hepimizin ulaşabileceğimiz bir kitapta duruyor. Yüce Yaradan, Kur’an ile her birimize sanki ayrı ayrı vahyediyor gibi. Tek yapacağımız şey, Allah’ın sözleri olan Kur’an’ı, insanlara ait sözlerle tahrif etmeden, doğrudan anlamaya çalışmaktır. Kur’an’daki Allah kelâmını kavramaya başladığımız gün, kendimizin kurtarıcısının kendimiz olduğunu anlarız.

Çünkü bizim hayatımızdaki değişim, kendi fikrimizin değişmesiyle başlar.  Huzurlu bir yaşantıya da, bu dünya ile ahiret arasında denge kurduğumuzda yol alırız. Böylece hem bu dünyada huzurlu hem de ahirette huzurlu olma ihtimalimiz artar. İnsanlığın, bilim ve teknoloji alanında huzur içerisinde ilerlemesi, yani bilim ve tekniğin insana hizmet etmesi de, bu denge sayesinde olur.

Allah’ım, bizlere Senin gönderdiğin ayetleri anlayabilmemiz için anlayış ihsan eyle. Anladığımızı uygulayabilmemiz için irade gücümüzü artır.

Bu yazı Dini kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.