DÜNYA MİTOLOJİLERİNDEKİ BENZERLİKLERİN ANLAMLARI ÜZRİNE
Bu anlamda bir yazı yazmak istememizin sebebi, insanların yapılarının bütün yeryüzünde benzer olduğunu düşünmemizdir. Gerek tarihi bilgilerden, gerek yazılı ve sözlü destanlardan, gerek kutsal kitaplarda anlatılanlardan yürüdüğümüz zaman bu kanaate varmaktayız. Bu kanaatimiz, günlük yaşamımızda karşılaştığımız olaylar, duyduklarımız ve izlediklerimizle birleştirilince, daha bir kesinlik kazanmaktadır.
Ben de bu kanaatimden dolayı, uzun yıllardır kendi küçük şirketimin bünyesindekilerle Türkiye’deki olaylar arasında karşılaştırma yaparak şöyle bir sonuca varmıştım: “Bizim küçük firmamızdaki çalışanların anlayışları, olaylara bakışları ne ise, Türkiye’deki anlayış da neredeyse aynıdır.” Diğer ülke insanlarıyla temasımız arttıkça bu fikrimizin alanını genişleterek şöyle söylemeye başladık: “Bizim küçük firmamızdaki anlayış ile Türkiye’deki benzer, dünyadaki anlayış da çok küçük bir farkla aynı.”
Bu fikrimize bazı itirazlar olur. Bilhassa Türkiye’deki ekonomik, siyasi ve hukuki uygulamalarla, maddeten gelişmiş ülkelerdekiler arasındaki görünür bariz farklardan dolayı fikrimiz yanlış bulunur. Böyle düşünülmesinin sebebi, insanların, konuları incelerken görünüşe bakmalarıdır. Eğer insanları, psikologlar gibi daha derinden incelersek, benzerliği daha kolay görebiliriz.
Her insanda, nefis yani benlik duygusu vardır. Nefsinin isteklerine uyma hususu çoğu insanda farklıdır. Yani bir insan için değişen, sadece evliyalık ile eşkıyalık arasındaki yeridir. Her insan, kendi aklını beğenir. Dolayısıyla akıllar eşittir. Konu menfaati olunca, her insan kendini daha akıllı olarak görür.
Bizim küçük firmamızdaki personel arasında da, nefislerine uyma konusunda çeşitlilik vardır. Kimisi aldığı maaşını hak etmeye kendiliğinden gayret eder. Kimisi, sadece vakit doldurmaya bakar ve çalışırmış gibi yapar. Kimisi işini yaparken kendisine tarif edilen veya yazılı verilen şekilde yapar. Kimisi, kendisine verilene uymaz, kendi kafasına göre yapar, ama sorulduğunda, “filan kişi söyledi” diyerek suçu üzerinden atmaya çalışır. Kimisi, kendisinden fazla maaş alanları kıskanır. Kimisi, kendisinin en çok çalıştığını düşünür ve diğerlerini beğenmez. Kimisi, kendisi olmasa firmanın başarısız olacağını ve hattâ batacağını düşünür. Sonuçta, personel ile tek tek ayrı ortamlarda konuşulduğunda, hemen her personel diğerlerini şikâyet eder.
Firmamızın müşterileri arasında da benzer yapı vardır. Hattâ, aynı tür imalatı yapan diğer firmalarla bizim aramızda da, rakiplerimizin olmadığı ortamlarda konuşurken, benzer sohbetler olur.
Yani, bizim firmamızdaki anlayışlar ve bakışlar ne ise, Türkiye’de de, dünyada da aynısı vardır. Dışarıdan baktığımızda, insanların davranışlarını değiştiren ve baskılayan unsur, kuralların uygulanmasının gücü ve toplumsal baskıdır.
İnsanların, anlatılanlara inanma meyilleri de benzerdir. Günümüzde mantıklı düşünüldüğünde anlamsız görülen destanlar için, tarihin derinliklerinde kaldı diye düşünürüz. Ama günümüzdeki bazı hususları incelediğimizde böyle olmadığını anlamakta gecikmeyiz.
Meselâ, Müslüman ülkelerde halen, dünyanın, öküzün boynuzu üzerinde durduğuna, Hıristiyan ülkelerde ise, dünyanın, kaplumbağanın üzerinde durduğuna inananlar var. Hemen her ülkede dini tarikatlar vardır. Bu tarikatların çoğunda yapılan ayinler, davranışlar, anlatılanlar, tarikat başkanına karşı gösterilen tavırlar, mantık çerçevesinde değerlendirilince, insanların inanma meyillerinin tarihten beri değişmediği anlaşılır. Hemen her ülkede siyasi partilerin ve spor kulübü taraftarlarının olayları değerlendirişine baktığımızda, en azından, belgeli tarih ile aynı olduğunu görürüz. Roma İmparatorluğu dönemindeki araba yarışlarında maviler ve yeşiller arasındaki taraftarlık neye dayanıyorsa, günümüzde her ülkede görülen ezeli rekabetin temeli aynı değil diyebilir miyiz? Siyaset konusunda bundan 2300 yıl önce söylenen “siyasetçilerin söylediklerine inanarak birbirinizi kırmayın, yoksa dostsuz kalırsınız ama onlar, keyiflerine bakmaya insanları yalanlarıyla kandırmaya devam ederler” sözü bugün için de geçerli değil midir?
Destanlara inanma meyilleri sadece halk için değil, devletler için de geçerli olduğunu, bazı gelişmelerden anlıyoruz. 1974 yılında Türkiye’nin Kıbrıs harekâtı sırasında ele geçirdikleri bir Yunan askeri birlik flamasında, Aya Yorgi’nin, yani Saint Georges’in at üzerindeyken ejderhayı öldürürken ki resmi bulunmaktadır. Anadolu ve Balkanlardaki Hıristiyanlarca aziz olarak bilinen Aya Yorgi’nin, halen kurtarıcı olarak görüldüğü anlaşılmaktadır. Hâlbuki Aya Yorgi, gerçekten yaşayıp yaşamadığı hususunda, tarihçilerin fikir birliğine varamadığı bir şahıstır.
İlginç olan, Anadolu’ya gelen Türklerin de Aya Yorgi’yi “Bozatlı Hızır İlyas” olarak kabul etmeleridir. Bu bakışları nedeniyle Türkler, Aya Yorgi efsanelerini kendi velilerine uyarlamışlardır. Hattâ bazen aziz ve veliler iç içe girmişlerdir. Hem Hıristiyanlar hem de Müslüman Türkler, aynı kişinin mezarını saygıyla ziyaretgâh edinmişlerdir. Ziyarete giden Hıristiyanlar, orada kabri bulunan şahsı, “görünürde Müslüman, ama içten Hıristiyan” olarak telâkki etmişlerdir. Müslüman Türkler de aynı kabri ziyaret ederken orada yatan kişinin “görünürde Hıristiyan, ama içten Müslüman” olduğunu düşünmüşlerdir.
Bu örneklerden anlaşılan o ki, insanların inançları arasında benzerlikler vardır.
Şimdi de daha eski dönemlerdeki mitolojilere bakalım. Dünyadaki milletlerin mitolojilerini yakından incelediğimizde aralarında benzerlikler olduğunu görmekteyiz. Ancak biz bu yazımızda onlardan bahsetmeyeceğiz. Bizim ele almak istediğimiz konu, günümüzde tek Tanrılı sistemi düşünmeyen milletlerin mitolojileriyle, tek Tanrılı sistemin benzerlikleri olacak.
Önce Hint mitolojilerine bakalım. Hint yarımadası çok büyük olduğundan çok sayıda mitoloji vardır. Biz bunlardan daha yaygın olanını buraya aldık.
Ele aldığımız Hint mitolojisinde zaman kavramı olarak “kalpa” kelimesi geçer. Bir Kalpa, insan zamanına göre, 8,64 trilyon yıldır. Brahma (Tanrı) zamanına göre ise, bir gündüz ve bir gecedir. (Kur’an’da bahsedilen Mearic Suresi 70/4: “Melekler ve Ruh miktarı ellibin yıl süren bir gün içinde Ona çıkar.” sözünde de, insanların zamanı ile tek olan Tanrı’nın indindeki zaman arasındaki fark olduğu anlaşılıyor.) Hint mitolojisine göre, her Kalpa’nın sonunda yaratılanlar yok edilir. Her yıkımı yeni bir yaratılış izler. (Bu anlayış, tek Tanrılı dinlerdeki kıyamet ve yeniden dirilme anlatımı ile benzeşmiyor mu?) Hint mitolojisi, bu yaratılış döngüsünü; Brahma, Vişnu, Şiva üçlemesiyle anlatır. Brahma yaratılışı başlatır, Vişnu devam ettirir, Şiva (tek Tanrılı dinlerdeki şeytan) ise, yaratılışa tekrar imkân sağlayan yok edicidir.
Şimdide Çin mitolojisinden birini ele alalım. Bir çiftçi, gök gürültüsünü yakalar ve hapseder. Ona su vermez ki büyümesin ve fırtına oluşturmasın. Ama bir işi için gittiğinde iki çocuğu (Fu ve Xi) su verirler. Gök gürültüsü serbest kalır ve çocuklara diş verir. Dişten su kabak çıkar, büyür. Çiftçi döndüğünde durumu anlar. Fırtınanın geleceğini düşünür. Demirden gemi yapmaya başlar. Fırtına başlayınca, çiftçi gemiye, iki çocuğu su kabağının içine girerler. Sular gemiyi cennete kadar yükseltir. Çiftçi cennetin kapısına vurur. Cennettekiler kızarlar ve altından suyu çekerler. Gemi de kabak da dünyaya düşer. Gemi parçalanır, çiftçi ölür. Kabak yumuşakça iniş yaptığından çocuklar kurtulur. Ama dünyada sadece iki kardeşi kalmış olur. Bu kardeşlere bundan sonra Fu Xi kardeşler ismi verilir. İkisi evlenir ve kız kardeşi hamile kalır, bir et parçası doğurur. Et parçasını küçük parçalara ayırırlar. Fakat esen bir rüzgâr, et parçalarını etrafa dağıtır. Bu et parçalarından da insanlar oluşur.
Bu Çin mitolojisindeki anlatım ile kutsal kitaplardaki anlatım arasında benzerlik dikkati çekiyor.
Devletleri yöneten hakanlar, krallar, sultanlar, tarih boyunca, kendilerini Tanrı’nın (ister tek olan Tanrı, isterse göğün oğlu veya güneşin oğlu olsun) temsilcisi olarak görmüşler ve göstermişlerdir. Arada Firavun gibi, kendini tanrı zannedenler de çıkmıştır, günümüzde de çıkmaktadır.
Demek ki, insanların yapıları aynı olduğundan ve tek Tanrı’nın gönderdiği elçilerin anlattıklarının bir kısmı kulaklarda kaldığından, mitolojiler ve destanlar arasında benzerlikler oluşmuş. O halde günümüzdeki dini ve fikri farklılıkları azaltabilmek için eski destanların ve mitolojilerin benzerliklerinden yararlanmak faydalı olabilir. Çünkü günümüzde de insanların yapıları aynıdır. Dolayısıyla birbirimizle ilişkilerimizde, bizi birbirimize düşüren görünür bilgilerden daha çok, insanlık olarak ortak anlayış ve duygularımız üzerinden yürümekte fayda var.