TÜRKLERDE DEVLET YÖNETİMİ VE HUKUK DÜZENİ
Türkler Orta Asya’da yaşadıkları dönemlerden itibaren devlet yönetimi konusunda kurumlaşma çabası içerisinde olmuşlardır. Toplumun huzurunu sağlamak için kurallar konulmasının şart olduğunu hepimiz iyi biliriz. Devlet yönetimindeki başarı da bu kuralların kamu vicdanında kabul edilir olmasına ve uygulanma oranına göre değişir.
O dönemlerde Türkler, birbirinden farklı boylar halinde yaşıyorlardı. Ayrıca egemenlik alanlarında kendilerine benzemeyen faklı halklar vardı. Tarihi olayları iyi irdeleyenler bilirler ki, farklı Türk boylarını yönetmek diğer halkları idare etmekten çok daha zordur. Nitekim Türklerin kurdukları devletlerin çok büyük çoğunluğu, başka halklarca değil yine bir başka Türk boyu tarafından yıkılmıştır. Ayrıca Türkler kadar geniş alanlara yayılarak yöneticilik yapmış başka bir millet yoktur.
Dolayısıyla hem birbirinden çok farklı hırsları olan Türk boylarını hem de çok farklı yapıdaki başka halkları aynı pota içerisinde tutarak yönetmek, çok zor bir iştir. Dünyayı yönetmek gibi bir şeydir. Günümüzde sadece Orta Doğu bölgesinde Türklerden sonra oluşan kargaşanın önlenemiyor olması, bu zorluğun derecesini göstermektedir. Türkler bu zor işi bin yıldan fazla bir zaman her gittikleri bölgelerde başarıyla yürütmüşlerdir. Eğer sadece kuvvete dayanarak yönetmeye çalışsalardı, başarıları çok kısa olurdu.
Henüz günümüzdeki gibi millet anlayışının olmadığı Orta Asya Türklerinde, Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu’nun aktardığına göre, Haziran ayının gündönümünde kurultay düzenlenirdi. Bu toplantılarda bir taraftan şenlikler yapılır, diğer taraftan devlet işleri görüşülürdü.
Kurultay niteliğindeki bu toplantılara bütün boylar davet edilirdi. Devlet işleri gelen bütün boylarla istişare edilerek karara bağlanırdı. Dolayısıyla alınan kararların uygulanmalarında bir zorluk çıkmazdı. Her gurup fikrini serbestçe belirtebildiği için alınan kararların arkasında dururdu.
Toplantıya çağırıldıkları halde gelmeyen boylar olursa onların isyan içerisinde oldukları düşünülürdü. Bu durum kendilerine bildirilir ve ortak toplantının kararlarına uymaları için uyarılırdı. Bütün uyarılara rağmen toplumun düzenini bozmaktan geri durmayan boylar için, kurultaya katılan diğer boylar tarafından gereği yapılırdı. Böylece düzen korunurdu.
Bu arada isyan etmiş durumuna düşen boyların içerisinden hatalarını anlayarak dönenler olursa onlara düzelmeleri ve kurultay kararlarına uymaları için hak tanınırdı. Bu hak özür dileyenler ister boyun tamamı olsun, ,sterse içlerinden bir gurup olsun farketmezdi. Devlet düzenine uyanlara hak tanınırdı.
Yine İbrahim Kafesoğlu’nun aktardığına göre, Türklerde bilinen en eski devletlerinden itibaren, devlet düzeninin kurulduğu yerlerde adaletle hükmedilmeye çalışılırdı. Bilindiği gibi Müslümanlık öncesindeki Türklerde adalet kelimesi yerine “döröstlük” ve “haklık” kullanılırdı. Türklerin adalet anlayışları, dürüst olma ve hak dağıtma anlamındadır. Yani Türkler önce istişare ederek, sonra istişare sonucunda çıkan kararlarda verdikleri sözlerinde durarak adaleti sağlarlardı.
Adaletin sağlanması halkın korunması için şarttı. Eğer cezaları devlet vermezse, her şey birbirine girerdi. Toplum huzur bulamazdı. Bu sebeple bir yerde bir devlet kurulur kurulmaz, ceza işleri kesin hükme bağlanırdı. Belirlenen suç, devletçe takibe alınırdı. Böylece insanlar ve boylar arasında “kan gütme” geleneğinin oluşmamasına veya etkili olmamasına uğraşılırdı.
İstişareler sonucunda hükme bağlanan suçlar, devletçe takibe alınmamış olsa, aslında suçlu için de çok kötü sonuçlar doğururdu. Herkes her an, nereden geleceği belli olmayan tehlike korkusu içerisinde yaşamak zorunda kalırlardı.
Bu sıkıntılı yaşamlarına rağmen, birgün aniden yok edilirlerdi. Sonlarını getirenler de genellikle, başkalarına karşı kullanmak için kendi besledikleri olurdu. Çünkü kendileri gibi güç elde etme hırsına kapılmış olanlar, kaynakları sürekli olarak başkalarıyla paylaşmayı düşünmez. Sadece diğerlerini bertaraf edeceği uygun ortamı bekler. Bu ortamı oluşturmak için de, diğerleriyle gizli ittifaklar yaparlar. Hattâ bu gurupların içerisindeki bazı alt kademe yöneticileri de aynı hırsın peşindedirler.
Dolayısıyla devletin düzeninin iyi çalışması, suç işleyenlerin de korunduğu anlamına gelir. Çünkü devlet adildir. Hırs küpü guruplar ise, en hafif deyimiyle güvenilmezdir. Gurup elemanlarının bile bazıları, kendi guruplarına karşı ikiyüzlüdür. Devlet kimseye sen niye zenginsin diye kızıp onları yok etmez. Onlardan, toplumun huzurunu ve düzenini bozmamalarını, aksine insanlara yardımcı olmalarını ister. Fakat diğer zenginlerden bazıları, bu zenginleri yok edip kendileri daha güçlü olmak isterler.