DEMOKRASİ, MİLLİ BAĞIMSIZLIK VE SERBEST KÜRESELLEŞME

DEMOKRASİ, MİLLİ BAĞIMSIZLIK VE SERBEST KÜRESELLEŞME

 

Demokrasi sisteminin amacı (uygulama farklı da olsa), insanlar arasındaki eşitsizliği azaltarak istikrarı sağlamak olarak tanımlanabilir.

Serbest küreselleşmenin ilk savunucuları, küreselleşmenin dünya üzerindeki zenginliği artıracağını ifade etmişlerdir. Gerçekten de tek yönlü uygulanan serbest küreselleşmenin dünyayı getirdiği nokta, zenginlerin gelirlerini artırmıştır. Ama fakirlerin gelirlerindeki artış, zenginlere oranla çok daha düşük olmuştur. Böylece fakir ve zengin arasındaki varlık farkı devamlı açılmıştır.

Görüldüğü gibi, demokrasinin amacı ile serbest küreselleşmenin amacı arasında çelişki vardır. Bazı ülkelerde uygulanan demokrasi sisteminin zenginlerin lehine olması, amaçlardaki çelişkiyi yok saymamızı sağlamaz.

Milli bağımsızlık kavramından beklenilen, diğer ülkelere ve onların yatırımlarına bağlı kalmadan, kendi kendine yeten bir sistem oluşturmaktır. Bu amaca ulaşmak isteyen bir ülke, amacını sadece bu hedefe kilitlemelidir. Dolayısıyla, ülke içerisindeki istikrarın bozulması veya eşitsizliğin artması, ikinci derecede öneme haizdir. Bu haliyle milli bağımsızlık isteği, hem demokrasi ile hem de serbest küreselleşme ile çelişir.

Benzer şekilde, serbest küreselleşme anlayışı da, hem demokrasi ile hem de milli bağımsızlık ile çelişmektedir. Küreselleşme anlayışını temsil eden sermayenin çok büyük bir bölümü, ülkeleri, “bir gecede sermayelerini yurt dışına çıkarmakla” tehdit eder. Ne zaman bir ülkenin yönetimi, sermayenin istemediği bir şekilde karar alırsa, bu tehditle karşılaşır. Yöneticilerin aldığı kararlar, ister vergi konusunda ister teşvik hususunda olsun, sermayenin menfaatine olmazsa derhal itiraz ederler. Hattâ üretim ve pazarlama konularındaki kararları da beğenmezlerse, tehditlerini yinelerler. Giderek daha çok konuya müdahale etmeye çalışırlar. Dolayısıyla yatıkları bu tehditler, hem demokrasiye hem de milli bağımsızlığa yapılmış olur ve bu iki anlayışı işlemez hale getirir.

Burada akla gelecek bir soru, ülkelerinde demokrasi olduğuna inanan insanların, serbest küreselleşmeye niçin olumlu baktıklarıdır. Hattâ milli bağımsızlıklarını savunan bazı insanların, serbest küreselleşmeyi reddetmemelerinin sebepleri de sorulabilir.

Bu sorulara daha gerçekçi cevap verebilmek için, konuya çeşitli açılardan yaklaşmaya çalışacağız

Bilindiği gibi, ülkelerin zenginleri, diğer ülkelerin zenginleriyle ticaret yaparlar. Gerek pazarlama, gerekse üretim konularında ortak işler yürütürler. Çünkü aynı amacı taşırlar. Hemen hepsinin gayesi, kendi kazançlarını artırmaktır. Sermayenin, mensubu oldukları veya yatırım yaptıkları ülkelerin kazancını artırma istekleri, ikinci hattâ üçüncü derecede öneme sahiptir. Zenginlerin, kârlarını artırabilmek için, birbirlerine ihtiyaçları vardır. Nitekim bir ülkenin zengininin, bir başka ülkenin yoksul insanıyla ortak şirketler kurması veya birlikte yatırım yapması düşünülemez. Aynı ülke içerisinde bile böyle bir durum gerçekleşmez. Sadece bilgi sahibi fakir bir insanın patentine ihtiyaç duyan zengin bir kişi birlikte çalışabilirler.

Takdir edileceği gibi, bir ülkede demokrasi anlayışının yerleşmesi, halkın, fert olarak demokrat davranışları bizzat kendi hayatında sergilemesiyle doğru orantılıdır. Evinde, işinde veya sosyal faaliyetlerinde demokrat olmayan fertlerin çoğunluğu oluşturduğu ülkelerdeki demokrasi şeklen mevcuttur. Bu şekilde şeklen demokrasinin olduğu ülkelerde, zenginler, istedikleri takdirde, halkın gönlünü daha kolay kazanırlar. Her türlü yöntemi kullanarak elde ettikleri haksız kazançlarını, aklayabilirler. Hak etmeden sahip oldukları varlıklarının çok önemsiz bir bölümünü halka dağıtarak, “fakir babası” unvanını bile alabilirler. Sultanlıkla yani gerçek anlamda krallıkla yönetilen ülkelerdeki zenginlerin işi, bu açıdan, çok daha kolaydır.

Demokrasi anlayışının halk tarafından içselleştirildiği ülkelerde, helal yollarla değil haksız kazanç peşinde olan zenginlerin işleri, biraz daha zordur. Diğer ülkelerdekilere göre, daha ince taktikler izlemeleri gerekir. Öncelikle, küreselleşmenin faydaları, halkı ikna edecek şekilde, hem abartılarak hem de bazı bilgileri istedikleri gibi değiştirmek suretiyle anlatılır. Küreselleşmenin, istihdamı artıracağı vurgulanır. Yatırımların çoğalacağı, piyasadaki malların bollaşacağı anlatılır.

Halkın bu anlatılanlara inanmaları için, bazı geçerli gibi görünen sebepler vardır. Çünkü insanların genellikle zeki ve kabiliyetlilerden oluşan bir kısmı (çok az sayıda da olsalar), başka ülkelere giderek oralarda iş bulabilmektedir. İnsanların bir kısmı, ülkelerine gelen yabancı firmaların kurdukları ve az sayıda olan, pazarlama şirketlerinde veya fabrikalarda çalışma imkânı bulmaktadır. İnsanların bir kısmı, ülkelerine gelen turistlerin yaptıkları harcamalardan, az da olsa, pay almaktadır.

Bütün bunların sonucunda halkın içerisinden, küreselleşmenin faydalı olduğuna inananların sayıları giderek artar. Serbest küreselleşmenin faydalı olduğunu düşünmeyen insanların bir bölümü ise, milli bağımsızlık ve gerçek demokrasi için, küreselleşmenin kendilerine başka şans tanımadığına inanır hale gelir. Dolayısıyla, bu gelişmelerin, çağın ve hayatın tabii akışı olduğu kanaati oluşur.

Eğer zenginler, halkı serbest küreselleşmeye ikna etmek istiyorlarsa, halkla aynı ortamlarda yaşamamaları gerekir. Takdir edileceği gibi, komşumuz bize göre çok zengin ise, göze batar. Eğer zenginlerin evi, arabası gibi varlıkları bizimki ile mukayese edilemeyecek kadar lüks ise, o zenginlere düşman oluruz.

Bu sebeple, serbest küreselleşme anlayışı genişledikçe, zenginler yaşadıkları ortamları değiştirmeye başladılar. Fakirler ve orta hallilerden uzak, yani gözden ırak mekânlarda yaşamaya başladılar. Halk onların bazılarını sadece, televizyonlarda ve basında görür oldu. Televizyon kanalları ve basın organlarının sahiplerinin çoğu zaten zenginlerdir. Dolayısıyla kendilerini halka şirin gösterecek her türlü vasıtaya sahiptirler. Onların yardımsever ve hattâ doğasever davranışlarını seyreden halkın zenginlere düşman olma ihtimali çok azalır.

Kendimizin bir köyde veya küçük bir kasabada yaşadığımızı düşünelim. Çevremizdeki insanların yaşam şartları birbirine yakındır. Komşumuzun, bir akrabamızın ve hattâ kasabanın bize uzak bir yerindeki bir insanın, giyeceği gösterişli bir elbise bile, dikkatimizi çeker. Bu şahıs, evini ve arabasını güzelleştirirse, bu defa herkesin dikkatini üzerinde toplar. Kıskançlıkla birlikte düşmanlık duygumuz oluşmaya başlar.

Hâlbuki zenginler ayrı ve gözden ırak mekânlarda, orta halliler ile yoksullar da ayrı ortamlarda kendi aralarında yaşarlarsa, toplumdaki eşitsizliği yeterince fark edemeyiz. Zenginler arasında bazen olabilecek çatışmanın bir sonucu olarak, televizyon ve basında bir kısım zenginlerin aleyhine yayınlar görürüz. Çok seyrek de olsa, izleyebildiğimiz bazı gaddar zenginlerin varlığı bile, bizim yaşantımızı doğrudan etkilemediği için, önemsemeyiz.  Dolayısıyla, durumu kanıksarız ve mevcut eşitsizliği gerçeğinden çok daha küçük olarak algılarız.

Bazı zenginlerin ve onlarla birlikte hareket eden siyasilerin, halkı ikna etmek için sahip oldukları araçlar ve maddi kaynaklar her geçen gün artmaktadır. Bu artıştan pay kapmak isteyen, dolayısıyla, onlara hinlik yollarını gösterecek bilgiye sahip avukatların ve finansçıların sayıları da artmaktadır. Bunların, gerçekleri ustalıkla karartmaları, serbest küreselleşmeye itiraz edilmesini fikren zorlaşmaktadır.

Günümüzde, hiçbir ülke, “bizim milli bağımsızlığımız var” düşüncesiyle insan onuruna ve insan haklarına aykırı davranma hakkına sahip olamamalıdır. Küreselleşme de geri döndürülmemelidir. Ancak, küreselleşme ve demokrasi anlayışları, olması gereken mecralarına döndürülmelidir. Her ikisi de, insanlar ve ülkeler arasındaki eşitsizliği azaltarak, insanlığın huzurunu ve istikrarını oluşturma hedefine yöneltilmelidir.

Bu yazı Sosyal kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.