BU DÜNYADAKİ CENNET VE CEHENNEM
İster inanalım, ister inanmayalım, yaşadığımız olayları ve çevremizi inceledikçe, bütün kâinatı ve dolayısıyla da bizleri yaratan bir üst aklın olduğunu hissederiz. Yaratıldığımız hususunda bazen tereddüde düşmemizin sebebi, bizim özgür bırakılmamızdır. Bize verilen özgürlüğü, sahip olduğumuz akılla değerlendirdiğimizde, bazen, kendimizde bazı güçler olduğunu düşünürüz. Tanrı fikrine inansak bile, yarattıklarıyla ilgilenmeyeceğini varsayarız. Hâlbuki hiçbirimiz, kendi emeğimizle yaptığımız cansız bir şeyi bile başıboş bırakmak istemeyiz. Bahçemize diktiğimiz bir fidanı veya çiçekleri ise, sağlıklı bir şekilde büyüsünler diye daha sıkı takip ederiz.
Biz böyle takip yaparken, bizleri yaratan Yüce Yaradan’ın, bizleri başıboş bırakması, pek mantıklı görünmüyor. Bu hususu anlamak için, Kutsal kitaplarda okuduklarımızı mantığımızla değerlendirmeye çalışalım.
Tanrı, önce evreni yarattığını, sonra bu kâinatta akıllı ve şuurlu varlıklar yarattığını anlatıyor. Yarattığı bu kullarına iki ömür verdiğinden bahsediyor. Verdiği birinci ömrü kısa tuttuğunu ifade ediyor. Bu uygulamasından, yaşama sevincini tadacak kullarının sayısının artmasını sağladığını anlıyoruz.
Tanrı, bütün evrende yarattığı akıllı ve şuurlu varlıklara, özgürlük verdiğini vurguluyor. Aslında, bize verdiklerinden sadece bu özgürlük bile, Onun yüceliğinin bir kanıtıdır.
Tanrı, özgürlük verdiği kullarının bazılarının verdiği hürriyeti, kendi menfaatinin doğrultusunda kullanarak, diğer kullarına haksızlıklar ve zalimlikler yapabileceğini görüyor. Hem böyle davranan zalimlerin sayılarını azaltabilmek hem de iyilikler ve güzel işler yapanların sayılarını artırabilmek için tedbir alıyor. Çünkü Kendi yarattığı kullarının, kısa olan ilk yaşamlarında huzur içerisinde yaşamalarına katkıda bulunmak istiyor. Bizlerin huzur içerisinde yaşayabilmemiz için, bize verdiği ikinci ömrümüzün, birincisinde yapacaklarımıza bağlı olduğunu net bir şekilde ifade ediyor.
Cennet ve cehennem diye bir sistem kuruyor. Kurmakla da kalmıyor ve kullarına elçiler ve kitaplar göndererek, bilgilendiriyor. Böylece kullarına hem yol gösteriyor, hem de kullarını uyarıyor. Bu uyarıları yapan bir Yaratıcının, yarattığı kullarından bazılarına haksızlıklar ve zalimlikler yapanları cehennemine atarak cezalandırmayacağını düşünmek, abesle iştigal olur. Tıpkı, iyilikler ve güzel işler yapanları cennetine alarak onları mükâfatlandıracağının çok mantıklı olması gibi. Bu uygulamaları yapması, Tanrı’nın kulları arasında adaletle hükmetmesinin bir göstergesidir. Dolayısıyla, Tanrı’nın bize açıklattığı bütün bu bilgiler, tamamen mantık çerçevesi içerisindedir.
Bu makalemizin amacı, ikinci yaşamımız değil, bize verilen ve kısa olan birinci yaşamımız olduğundan, bu dünyadaki cennet ve cehennem hususunu kısaca irdelemeye çalışalım.
Sahip olduğumuz özgürlükten dolayı, bu dünyada da cennette gibi veya cehennemde gibi yaşamak, bizim elimizde. Çünkü cennet ve cehennem, bizim yaşadığımız dış şartlar değildir. İçimizde, yani beynimizde ve dolayısıyla kalbimizde yaşarız.
Maddeten çok zorluklar çekmek, cehennem hayatı yaşadığımız anlamına gelmez. Maddi refah içerisinde yaşamamız da, cennette yaşadığımız anlamına gelmez. Önemli olan iç huzurumuzun olup olmadığıdır.
Amacımız, bu dünyada da cenneti yaşayabilmek olduğu için, bunu gerçekleştirebilmenin yollarını çok kısa olarak irdelemeye çalışacağız.
Bir insanın cenneti yaşayabilmesinin önemli yapı taşlarından biri, yaptığı işi anlamlı bulmasıdır. Anlamsız ve hattâ insanlığın aleyhine iş sonuçlanacak işler yaptığını düşünen bir kişinin cenneti yaşaması çok zordur.
İkinci bir önemli husus, iyilikler ve güzel işler yaparak hayatını anlamlandırmasıdır. İnsan, yaptığı işten mutlu olursa, cenneti yaşamaya başlamış demektir.
İnsanların bu dünyada cenneti yaşıyor gibi olmasına vesile olacak bir başka önemli şey, yaptığı evliliktir.
Eğer bir insan, anlamlı bir iş yapıyor, iyilikler ve güzel işler yaparak hayatını anlamlandırıyor ve eve geldiğinde sevdiği biri tarafından karşılanıyorsa, işte o kişi, bu dünyada cenneti yaşıyor denilebilir.
Bütün bu güzelliklere sahip olan bir insan, cenneti yaşamayı her zaman sürdürebilmesi için, yapacağı tek bir şey vardır. O da nefsine yenilmemektir.
İşini anlamlı bulan, ama yeterince para kazanamayan bir insanın nefsi, onu kışkırtır. “Maddi sıkıntı çektikten sonra, işim anlamlı olsa ne olur?” diye düşünmesini sağlar.
İyilikler ve güzel işler yaparak hayatını anlamlandırmış bir insanın nefsi, “bu kadar zorluklarla boğuştuktan, çok yorulduğu için kendine ve sevdiklerine vakit ayıramadıktan sonra, hayatımın anlamı olsa ne olacak?” diye bizim moralimizi bozar.
Aslında nefsimizi tetikleyen şey, şeytandır. Çünkü şeytan, bizim yaptığımız anlamlı ve güzel işlerden hoşnut değildir. Kendisini de yaratmış olan Tanrı’dan aldığı izni kullanarak, insanları Tanrı’nın yolundan ayırmaya çalışmaktadır. Eğer biz anlamlı işler yapmayan ve hayatını anlamlandırmamış birileri olsaydık, şeytan bizimle pek ilgilenmezdi bile. Ama hayatını anlamlandırmış ve güzel işler yapan insanlarla özel olarak ilgileneceği aşikârdır.
Böylesine güzel insanları yollarından çevirebilmesi için, şeytanın kullanabileceği en önemli ortam, o kişilerin evlilik hayatıdır. Evde sevdiği bir eşle buluşacağı umuduyla ve sevinçle evine gelen kadın veya erkeğin mutsuz olacağı bir ortamı oluşturmak, şeytanın en büyük başarısıdır. Bunu bilen şeytan, eşleri birbirine düşürmek için, nefsimizi okşayacak bazı sözler fısıldar. Beynimize fısıldadığı bu sözlerin bizde etkisini hemen gösterebilmesi için, şeytanın başvuracağı birinci yöntemin, bize bir anda kıskançlık duygusu veya üstünlük duygusu fısıldamak olacağı açıktır. Şeytanın, bizde oluşturacağı bu kıskançlık veya üstünlük fikrinin gerçek bir temele oturmaması gerekir ki, karşımızdaki eşimizin tepkisi sert olsun.
Takdir edileceği gibi, eşimizin bize söylediği kıskançlık veya üstünlük ifade eden fikirlerin temeli olsa, biz de susar veya ne yapacağımızı şaşırırız. Aslında, Tanrı’yı bulmanın oluşturduğu şevkle, iyilikler ve güzel işler yaparak hayatını anlamlandırmış bir eşimizin, bizim kıskançlıkla bahsettiğimiz şeyleri yapmış olmasını düşünmemiz, abesle iştigaldir. Dolayısıyla, verilen sert tepkinin sebebi de, kıskançlıkla veya kibirlenmeyle bahsedilen konunun bir temelinin olmamasıdır.
Hepimiz, Yüce Yaradan’ın yarattığı kullarız. Özgürlüğümüzün karşılığında bize verilmiş olan bir nefse sahibiz. Eğer, bu dünyada cenneti yaşamak istiyorsak, nefsimize hâkim olmaya çalışmalıyız. Bir an nefsimizin esiri olduysak bile, sonrasında durumumuzu toparlamak için, sakince düşünmeliyiz. Bilhassa, severek birlikte çalıştığımız ve severek birlikte yaşadığımız insanları üzmemeliyiz. Üzdüğümüzü anladığımızda, derhal özür dileyebilmeliyiz.
Unutmamalıyız ki, şeytanın, hayatını anlamlandırmış ve mutlu bir yuva kurmuş olan insanların düzenlerini dağıtmaktan daha önemli bir işi yoktur. Biz şeytanı ve şürekâsını görmüyoruz, duymuyoruz. Ama o ve şürekâsı, güzel işler yapanların ve cenneti bu dünyada yaşamaya başlayan mutlu insanların her zaman yanındadırlar. Mutluluğumuzu ve yaptığımız güzel işleri bozmadan da, yanımızdan ayrılmazlar. Bizim mutluluğumuzu bozup, bugüne kadar yaptıklarımızı boşa çıkardıklarında ise, hepimizi yaratan Tanrı’mıza doğru gururla bakarak, bizi perişan etmiş olmanın sevinciyle yanımızdan ayrılırlar.
Bu sitede yayınladığımız bazı yazılarımızda, her insanın içerisinde, evliyalık ve eşkıyalık olduğunu vurgulamıştık. Bu iki özelliği ayıranın ise, ince bir çizgi olduğunu belirtmiştik.
Evliyalık, hep iyi şeyler düşünmek ve hep güzel işler yapmak değildir. Evliyalık, yanlışı da bilmesine rağmen güzel işler yapabilmektir. Bir anlık gafletle güzel işler değil, yanlış şeyler yaptığını anladığında da hemen geri dönebilmektir.
Eşkıyalık, sadece zalimlik yapmak değildir. Karşıdakinin onurunu kırmak ve başkasına haksızlık yapmak da eşkıyalıktır. Yaptığı yanlışlığı kavradığı anda dönüp özür dileyerek, karşısındakine sevgi gösteren kişi, anında evliyalığa geçmiş olur.
İşte şeytan, evliyalık ile eşkıyalık arasındaki bu ince çizgide durmaktadır. Böylece, bizim bu dünyada cenneti değil, cehennemi yaşamamız için Tanrı’dan aldığı izinle görevini yapmaktadır.
Şeytan, bu dünyada cenneti yaşarken, bize cehennemi yaşatarak, hem Tanrı’nın karşısına gururla çıkar, hem de bizim ikinci hayatımızda da cehennemi yaşamamıza vesile olur.
Fakat unutmayalım ki, bu dünyada cenneti veya cehennemi yaşamak, aslına şeytanın değil, bizim elimizdedir.