BİLİM İLE İNSANLIĞIN GELECEĞİ ARASINDAKİ İLİŞKİ ÜZERİNE
Bilinen insanlık tarihindeki bilimsel gelişmelerin en hızlı olduğu dönemdeyiz. Ancak, bu son dönemlerdeki bilimsel çalışmalar, bilimcilik anlayışının tesiri altıda yapılmaktadır.
Bu sitede yayınladığımız “Bilim ve Bilimcilik” başlıklı makalemizde, bilim ve bilimcilik arasındaki farkları gözler önüne sermiştik. İlgili yazımızda geniş kapsamlı olarak irdelediğimiz farkları, çok kısa şekliyle ifade edersek; bilimcilik, bilime tapınmadır diyebiliriz.
Bilimcilere göre bilim, insanlığın bütün sorunlarını çözecektir. Bu anlayışta olan bilimciler, bilimin dışında bir şey tanımazlar. Dolayısıyla, dine karşı oldukları gibi, bilgeliğe de karşıdırlar. Çünkü onlara göre, bilimin deney yapamadığı, ölçemediği ve tahmin yürütemediği şeyler, mevcut olamazlar. Bu sebeple, bilimsel kanunlara ve mantığa uygun olmayan şeyleri reddederler.
Yüce Yaradan’ın, Hz. Âdem’den itibaren insanlara öğütlediği tek din olan İslâm, bilimsel araştırmaları teşvik eder. Fakat bilimin bir din haline getirilmesine şiddetle karşı çıkar.
Bilhassa günümüzdeki bilimsel çalışmalar, sadece vasıtalarla ilgilenmektedir. Dolayısıyla yalnızca vasıtalardaki sorunları çözmeye çalışmaktadır. Bu nedenle bilim, “nasıl” sorusuna cevap aramaktadır. “Niçin” sorusuna cevap aramadığı için de, bir gayesi yoktur.
Takdir edileceği gibi, gayesiz yapılan araştırmalar, ya şahsi menfaat uğruna veya gösteriş için yapılırlar. Bu anlayışla yapılan bilimsel gelişmelerden, insanlığın faydalandığı pay çok az olmaktadır.
Hâlbuki bilimsel araştırmaların amaçları, insanlığın huzurunu artırmak olmalıdır. Bilimsel araştırmaların insanlığa faydasının daha fazla olabilmesi için, amaçlar arasında da öncelik sırası oluşturulmalıdır.
Teknik gelişmelerle ilgili olarak oluşturulacak öncelikler, ülkelere göre farklılıklar gösterebilir. Ancak dünyanın küresel bir köy haline geldiği günümüzde, bazı öncelikler, insanlığın genel durumuna göre belirlenmelidir. Örneğin, ülkesindeki vatandaşlarının karınlarını doyurduğunu, onların huzurunu sağladığını düşünen zengin bir ülke bile, uzayla ilgili çalışmalara pay ayırırken, insanlığın genel durumunu dikkate almalıdır. Öncelik, fakirliğin azaltılması olmalıdır. Eğer uzay çalışması yapan ülkede fakir insanlar çoksa, o ülkenin öncelik seçimi yanlış demektir.
Halkında fakir oranı fazla olan ülkeler ise, bilimsel çalışmalarında önceliği yoksulluğu azaltmaya vermelidirler. Eğer, ülkenin gücü, fakirliği azaltmaya gücü yetmiyorsa, başkalarından yardım istemeden önce, nüfus artışını azaltma mücadelesi vermelidir. Ülke dışından yapacakları ithalatta önceliği, otomobil gibi son tüketim araçlarına değil, traktör gibi üretim için gerekli ara vasıtalara vermelidir. Yurt dışından satın aldıkları ürünlerde, kozmetik, parfüm gibi ürünlere değil, tarımı geliştirmek için kullanacakları ilaç, gübre gibi mallara öncelik vermelidir.
Ülkeler, insanlarına zarar vermeden, harcamalarını nasıl azaltabileceklerini araştırmalıdırlar. Konunun daha iyi anlaşılması için bir örnek verelim.
Bireyselliği öne çıkaran ABD ve Fransa gibi ülkelerde, sağlık harcamalarının önemli bir bölümü (bazen %40’lara varan) alkol kullanımına dayanan hastalıkların tedavisi için yapılmaktadır. İlginç olan benzer ortamın, eski SSCB gibi bireyi dışlayıp, toplumu kutsayan ülkelerde de olmasıdır. Aynı sağlık ortamı ufak değişikliklerle yeni oluşan Rusya’da da mevcuttur. Aslında aynı ortam, ülkelerin çoğunun sorunu haline gelmiştir. Alkol kullanımı fakirlik veya zenginliğe bağlı olmayıp her kesimden insanı etkilemektedir. Ülkeler hem vatandaşlarının içmesi için alkollü içkiler üretmekte veya ithal etmekte, hem de alkol kullanımından dolayı sağlığı bozulanların tedavisi için, ithalât yapmaktadır.
Alkolizmin insanlar üzerindeki etkilerinden birisi de psikolojik açıdan bozulma şeklinde görülmektedir. İnsanlar arasındaki güven ve dostluklar azaldıkça, ruhi bunalıma girenlerin sayısı artmaktadır. Birçok zengin ülkede, psikoloğa gitmeyen yetişkin insan sayısı hızla azalmaktadır.
Bilhassa zengin ülkelerdeki tıbbi araştırmaların önemli kısımlarından birisi de aşırı beslenmekten kaynaklanan kalp damar hastalıkların tedavisine gitmektedir. İlginç olan bir başka husus da, şişmanlığı azalmak için diyet ürünler üzerinde araştırmalar yaparak satışa sunmaktır. Yani insanları, önce şişmanlayarak hasta olmaları için para harcamaya teşvik edip, sonra şişmanlığı azaltıyormuş gibi, diyet ürünleri kullanmaya sevk etmektir.
Bizler, bu karmaşık ortamı, bilimin düzeltmesini bekliyoruz. Beklentimizin gerçekleşmesi için, bilimle uğraşanların öncelikle insanlığın faydasına olacak yönde gayret etmeleri gerekmektedir. Ancak insanlığın umumi faydasını hedeflese bile, bilimin, bu yaklaşımıyla, devlet yöneticilerinin sıkıntıya düştükleri devlet bütçesindeki harcamalar sorununu azaltması veya çözmesi mümkün görünmemektedir. Dolayısıyla, bilimcilerin bu tavırlarıyla, hem yöneticilerin rahat etmesi, hem de insanlarını huzurlu hale getirmesi ihtimali de çok zayıftır.
Çünkü bilimin temel sorusu, “nasıl” üzerine odaklanmıştır. Bu sebeple, sadece vasıtalarla ilgilenmektedir. Bilim, deney yapamadığı, ölçemediği ve tahmin yürütemediği şeyleri reddetmektedir. İnsanların psikolojik sorunlarıyla ilgilenirken bile, sorunlara aynı yöntemle yaklaşmaktadır. İnsanların ruhsal bunalımlarını çözmek için dâhi, analitik psikoloji diye bir yöntem icat etmiştir. Bu yöntemle çözemediği her şeyi, geçmişte yaşanan olayların bilinçaltı diye tanımladıkları yerde durduktan sonra, yüzeye çıkarak yaşama geçmesi olarak sunmaktadır.
Dünyada aç kalmayacak şekilde sistemi kurmak ve bütün insanlığın huzur bulmasını sağlamaya uğraşmak yerine, kozmetik ürünlerini kullandırarak, çikolata yedirerek insanları mutlu etmeye çalışan bilimin, devletlerin yöneticilerinin ve halkın sorunlarını çözmesi mümkün değildir.
Bilimin uğraşı, ya insanlığın hiç ihtiyacı olmayan konular üzerinde çalışmak, ya da önce bataklık oluşturup, sonra çoğalan sivrisinekleri tek tek öldürebilmek için araştırma yapmakla eşdeğer hale gelmiştir. Dolayısıyla, insanlığın bu sarmaldan, bilim sayesinde kurtulacağına inanmak mümkün değildir. Günümüzdeki bilimin anlayışı, insanlığın güzel geleceği için olmayıp, şahsi kazanç veya gösteriş uğruna olduğu sürece, zaten bu sarmaldan bilim sayesinde çıkmamıza imkân yoktur.
İnsanlığın, içine düştüğü bu kısır döngüden çıkışı, vasıtalara odaklanan değil, gayelere sarılan anlayışla mümkün olabilir.