AZİZLER VE EVLİYALARDAN MEDET UMMAK, ÇOK TANRILI DİNE DÖNÜŞEBİLİR
Allah’ın elçileri, çok tanrılı anlayışlara karşı mücadele ettiler. Hz. Musa, kendisini tanrı olarak tanıtan firavunu yendi. Hz. İsa, Romalıların çok tanrılı anlayışlarına karşı, tek olan Tanrı’yı anlattı. Hz. Muhammed, Kâbe’deki çok sayıda tanrılardan oluşan putların tamamını yıkarak, insanları tek ilah olan Allah anlayışında birleştirdi.
Peygamberlerin yaptıkları mücadeleler çok tanrılı anlayışları yıkmak içindi. Yıkmayı da başardılar. Fakat insanlar, kısa sürede bu anlayışı, tabiri caizse, sulandırdılar. Geliştirdikleri yeni yöntemlerle, hem tek tanrılı anlayışı sürdürüyor göründüler, hem de çok tanrılı sistemin uygulamasıyla benzeştiler.
Museviler, Hz. Musa bir süreliğine aralarından ayrılınca hemen buzağıyı tanrı edindiler. Hıristiyanlar, önce Allah’a üçlü kişilik (trinity) atfettiler. Allah’ı baba olarak değerlendirdiler. Hz. İsa’yı oğlu yerine koydular. Hz. Meryem’i de, hem Allah’ın hanımı, hem oğul tanrının annesi olarak gördüler. Böylece üçüne de aynı tanrısal güçleri vehmettiler. Böylece hem tek tanrıya inandıklarını düşündüler, hem de çok tanrılı bir anlayış ortaya koydular.
Hıristiyanlar, bununla da yetinmediler. Hıristiyanlığın önderi konumundaki insanlar vefat ettikten sonra, onların insanüstü özellikleri olduğunu düşünmeye başlayanlar çoğaldı. Ebediyete intikal etmiş bu insanları ‘Aziz’ olarak değerlendirdiler. Onların resimlerini ve büstlerini yaptılar. Onlardan medet ummaya başladılar. İngilizlerin bir kısmı, ülkelerini Aziz George’un koruduğuna inanmaya başladı. Savaşları kazanmak ve karşılaştıkları zorlukların üstesinden gelmek için, her defasında onun büstünün karşısına geçip yardım istediler. Diğer milletlerde de, benzer azizler oluştu. Fransızların Aziz Martin’i, İskoçların Aziz Adnrew’i, Macarların Aziz Stephen’ı benzer konuma geldi. İtalyanlar şehir devletleri şeklinde olduğundan, neredeyse her şehrin bir koruyucu azizi oluştu. Venedik, Aziz Marko’yu koruyucu olarak görürken, Milanoluların koruyucusu Aziz Ambroise idi.
Halk arasında anlatılan menkıbeler çoğaldıkça, azizlerin de hem sayıları arttı, hem de yaptıkları görevler çeşitlendi. Çocuğu olmayanlar bir başka azizden, çeşitli hastalıkları olanlar, hastalıklarının durumuna göre, değişik azizlerden medet ummaya başladılar.
Hz. Muhammed (s.a.v.) döneminde Kâbe’de farklı işlevi olan tanrıları simgeleyen çok sayıda put vardı. Allah’ın kelâmı olan Kur’an, bunların üçünün ismini Necm Suresi 19 ve 20inci ayetlerde Lat, Uzza ve Menat olarak verir.
19: “Siz de gördünüz değil mi o Lât ve Uzza’yı?” 20: “Ve üçüncü olarak da öteki (put) Menat’ı?”
Hz. Nuh döneminde de benzer anlamda putlar vardır. Bu konuda Kur’an bizi bilgilendirmektedir: (71) Nuh Suresi 23. “Şöyle dediler: ‘Sakın ilâhlarınızı bırakmayın. Hele hele Vedd’i, Süvâ’ı, Yeğûs’u, Ye’ûk’u ve Nesr’i hiç bırakmayın.”
Hz. Muhammed’in Mekke’yi fethinden önceki putların en büyüğünün adının, dönemi anlatan insanların aktardıklarına göre, ‘Allah’ olduğu söylenmektedir. Bu durumu doğrulayan iki net bilgi vardır. Birincisi Peygamberimizin babasının adıdır. Bugünkü anlamda İslâmiyet’in olmadığı dönemde yaşayan babasının adı Abdullah’dır. Yani Allah’ın kulu anlamındadır.
Diğer taraftan Hudeybiye Barışı yapılırken yaşanan bir olay, böyle bir put isminin olduğunu daha net ortaya çıkarmıştır. Barış şartları yazılırken Hz. Muhammed, antlaşmanın başına “Bismillahirrahmanirrahim” diye yazılmasını ister. Kureyş temsilcisi Süheyl bin Amr itiraz eder. Allah’ın rahman ve rahim olduğunu kabul etseydik, sizinle savaşmazdık diyerek, “Bismike Allah” yani “Allah’ın adıyla” diye yazılmasını ister. Hz. Ali ve diğerlerinin itirazlarına rağmen, peygamberimiz kabul eder ve Hz. Ali’den öyle yazmasını ister.
Bu dönemdeki anlayışın geldiği durum, bizlere güzel bir örnektir. Bilindiği gibi, Kâbe’yi ilk kuran Hz. İbrahim Peygamberdir. Aradan geçen birkaç bin yıl, muhtemelen şöyle bir gelişmeye sebep olmuş olabilir. Hz. İbrahim’den sonraki asırlarda birçok dini bütün insan gelip geçmiştir. Bu Allah dostlarından bazıları halk tarafından çok sevilmiştir. Tıpkı Hıristiyanlık ve Müslümanlık’ ta olduğu gibi, onların kabirleri başına giderek, onlardan medet uman dualar yapmaya başlamışlardır. Bir süre sonra halk, aziz veya evliya olarak gördükleri böyle kişilerin büstlerini yapmaya başlamışlardır. Bu arada bir taraftan da, tek tanrı olarak Allah’ı tanımaya devam etmişlerdir.
Muhtemelen onlara dua ederlerken de, Kur’an’da belirtildiği şekilde düşünmüşlerdir.
39 Zumer 3: ‘İyi bilin ki, halis din yalnız Allah’ındır. O’nu bırakıp da başka dostlar edinenler, “Biz onlara kulluk etmiyoruz, tapmıyoruz (mâ na’budu-hum), sadece bizi Allah’a daha çok yaklaştırmaları için” diyorlar. Şüphesiz Allah, ayrılığa düştükleri şeyler konusunda aralarında hüküm verecektir. Şüphesiz Allah, yalancı ve nankör olanları doğru yola iletmez.’
Günümüzdeki insanların bir bölümü de azizleri ve evliyaları ziyaretlerinde böyle düşünüyor. “Biz onlara kulluk etmiyoruz, tapmıyoruz, sadece bizi Allah’a daha çok yaklaştırmaları için dua ediyor ve yalvarıyoruz” diyerek kendilerini savunuyorlar. Ama farkında olmadan, o güzel insanları, küçük tanrılar yerine koyuyorlar. Aradan geçen binlerce yıl içerisinde insanlar, farketmeden, tek tanrı olan Allah’ı, haşa! tanrıların en büyüğü ve önemlisi gibi görmeye başlıyor.
Semavi dinlerde böyle de, Budizm’de farklı mı? Onlar da, Buda’nın öğretilerine uymak yerine, sıkıştıkları konularda Buda heykelinin karşısına geçip, kendilerinin sorununu çözmesini talep ediyorlar. Yani onlar da Buda’yı tanrılaştırıyorlar.
Hıristiyanların ve Müslümanların bu uygulamaları, günümüz dini guruplarının bazılarını, “peygamberler eleştirilebilir, ama azizler veya evliyalar, şeyhler eleştirilemez” gibi garip bir anlayışa düşürmüştür. Bu durum uzun süre devam ederse, dindar olduğunu düşünen insanlar bile, dilleriyle söylerken Allah’ın tek olduğunu anlatırlar, fakat uygulamada diğer tanrıların da var olduğu bir ortamı kanıksarlar. Farketmeden şirke düşülür.
Bu sebeple dikkatli olmalıyız. Aziz veya evliya diye bildiğimiz bu güzel insanlar hakkında güzel sözler ederek, açık olan amel defterlerine iyiliklerin yazılmaya devam etmesi için katkıda bulunmalıyız. Ama kendi sorunlarımızın çözümü için onlardan talepte bulunmamalı, onlardan medet ummamalıyız. Herhangi bir şahsın ismini söylemeden, ”benim doğru yola girebilmem için; bütün peygamberlerin, Allah dostu insanların, Kur’an’ın yüzü suyu hürmetine, bana yardımcı ol Allah’ım” diyerek doğrudan Yüce Yaradan’a dua edilebilir. Ama bir şahsın ismini zikrederek, onun yüzü suyu hürmetine beni affet demenin bir anlamı yoktur.