ALLAH’IN KULLARINA ADALETİ ÜZERİNE 1
Yüce Yaradan’ın yüceliği, sadece akıl sır ermez bir şekilde kâinatı yaratmasından ve bu yaratışını kulları için anlaşılır hale getirmesinden ileri gelmemektedir. Yüceliğini artıran bir husus, yarattığı kullarına özgürlük vermesidir. Yüceliğini taçlandıran bir diğer husus, Enam Suresi 12inci ayette ifade ettiği üzere, özgürlük verdiği kullarına rahmetini üzerine yazmasıdır.
Tek olan Tanrı, kullarına olan rahmetini çok sayıda ayetinde dile getirmiştir. Bunlardan birisi;
Zumer Suresi 39/7: “Eğer inkâr ederseniz, şüphe yok ki Allah’ın size ihtiyacı yoktur. Bununla beraber kulları hesabına küfre razı olmaz. Eğer şükrederseniz sizin hesabınıza ona razı olur. Hiçbir günahkâr da diğerinin günahını çekecek değildir. Sonra dönüşünüz, Rabbinizedir. O vakit, O size bütün yaptıklarınızı haber verecektir. Çünkü O, bütün kalplerin özünü bilir.”
Yüce Yaradan, hiçbir kuluna zulmetmeyeceğini şu ayetiyle, net bir şekilde ifade etmektedir;
Nisa Suresi 4/40: “Şüphesiz ki Allah, hiç kimseye zerre kadar zulüm etmez…”
Yukarıda verdiğimiz ve Kur’an’da çok sayıda bulunan benzer ifadelere rağmen, konu insanların çoğu tarafından gereğince algılanamamaktadır. Bu farklı ve yanlış anlaşılmanın sebebi, bazı insanların anlattıkları menkıbelerdir.
Aşağıda birkaç örneğini vereceğimiz menkıbelerdeki yanlış ve uydurma anlatımlar referans alınarak, Tanrı’nın adaleti sorgulanmaktadır. Yani, Yüce Yaradan ile ilgisi olmayan uydurma bilgiler üzerinden teori oluşturulmaya çalışmak gibi çürük bir sorgulama yapılmaktadır.
Diğer yandan, tek olan Tanrı’ya ve Tanrı’nın adaletine inanan insanların da büyük çoğunluğu, anlatılan menkıbeleri, Yüce Yaradan’ın adaleti ile bağlantı kurarak değerlendirmeyi başaramamaktalar. Anlatılan menkıbeler kendi inançları ve fikirleriyle çelişkili şeyler olmasına rağmen, düşünmeden savunmaya devam etmektedirler. Yani, kendilerini dini bütün olarak gören bu insanlar, sorgulama yapmadıkları için, Tanrı’nın yolladığı kutsal kitabın değil, anlatılan menkıbelerin etkisinde kalmaktadırlar.
Anlatılan menkıbelerin en yaygın olanlarını tarih sırasına göre ele alarak, irdelemelerimizi yapmaya çalışalım.
İsrailoğulları, Kur’an’da Üzeyir olarak geçen Azra’yı, Tanrı’nın oğlu olarak anlatırlar. İsrailoğullarının da seçilmiş kavim olduğunu iddia ederler.
Bilindiği üzere, günümüzdeki Eski Ahit (Tevrat), Yüce Yaradan’ın, peygamberi olan Hz. Musa’ya indirilen değildir. Aslında kâhin olan, ama Tanrı’nın oğlu olarak gördükleri Azra’nın kaleme aldığı ve günümüze kadar değişikliğe uğrayarak gelen bir insan yazması kitaptır. Bu durumu anlamak için, günümüzdeki Tevrat’ı sorgulayarak okumak yeterlidir. İçerisinde bazı doğru bilgilerin yanında uydurma oldukları çok açık görülen ve tek olan Tanrı’nın adaletiyle çelişen, çok fazla anlatım vardır.
İsrailoğullarının seçilmiş kavim olmaları hususunda, bu sitede yayınladığımız bazı makalelerimizde, Kur’an’a dayanarak açıklamalar yaptık.
İsrailoğullarının seçilmişliği; Firavunun zulmünden bitap düşmüş, kendi başlarına kurtulma şansları hiç olmayan bu kavmi, Firavundan kurtararak, insanlığa, gerçek Tanrı’ya olan inancın gücü hakkında güzel bir örnek yapmak istemesinden ibarettir. Muhtemelen, devletin başındaki Firavun, kendisini tanrı gibi görmeseydi ve İsrailoğlullarında, bu feci durumdan kurtulmak için bir mücadele azmi ve az da olsa güçleri olsaydı, tek olan Tanrı, örnek olarak İsrailoğullarını seçmezdi.
İsrailoğulları ise, bu seçilmişliği taşıyamadılar. Kurtarıldıktan sonra, kendilerine gönderilen peygamberlere ve birbirlerine karşı zalimliklere başladılar.
Bu fikrimizi destekleyen çok sayıda Kur’an ayeti vardır. Yahudilerin seçilmişlik iddialarının geçerliliğini, Cuma Suresi 6 ve 7inci ayetlerde, İsrailoğulları için “Allah zalimleri iyi tanır” diyerek yerle bir etmektedir. Yani, Firavundan kurtarmak için seçtiği kavmi, bu defa zalimlikleri yüzünden aşağılamaktadır.
Cuma Suresi 62/6: De ki: “Ey Yahudi akidesini benimseyenler! Bütün insanlar değil de, yalnız kendinizin Allah’ın dostları olduğunu iddia ediyorsanız, (bunda da) samimi iseniz haydi ölümü isteyin!”
7: “Ama onlar(Yahudiler), daha evvel yaptıklarından dolayı asla ölümü istemezler. Allah, zalimleri hakkıyla bilir.”.
Ancak, Kur’an, bütün İsrailoğullarını böyle aşağılamaz. İçlerinden, geceleri kalkıp Allah’a dua eden bazılarını ayırır.
İnsanları yanıltan diğer bir menkıbe de, yine bir İsrailoğlu olan Hz. Meryem ve Hz. İsa hususunda anlatılanlardır.
Bilindiği gibi, Hz. İsa’ya indirilen gerçek İncil ortada yoktur. Hz. İsa’nın, Tanrı’nın oğlu olduğunu iddia eden İncillerin sayısı, bir dönem, bine ulaşmıştır. Hıristiyanlar, bu durum karşısında ne yapacaklarını şaşırmışlar. İznik’te geniş katılımlı bir toplantı yapmışlar. Yüzlerce kitabı elemişler. Ama yine de, içlerinden bir tanesini seçememişler. Dört tanesini seçerek, bunlardan hangisini isterseniz ona tabi olun demişler.
Bir semavi din düşünün ki, binden fazla insan yazması kutsal kitabı var. İnsanlar oturmuşlar, kendileri karar vererek dörde indirebilmişler. Bu açıdan bakılınca, kâhin Azra’nın yazdığı, hiç olmazsa bir tanedir. Çünkü insanların yazdıkları ve başka bazı insanların seçtikleri bu dört İncil’de, birbirinden farklı ve birbiriyle çelişkili çok sayıda bölüm var. Bu durumu gördükleri halde, “yapacak bir şey yok, ancak bu kadar yapabildik” diyerek dördünü de kabul etmişler herhalde.
Artık, yüzlerce insanın yazdığı ve yine yüzlerce insanın eleyerek dörde indirdiği bu kitaplara dayanarak anlatılan bir dinin, ne kadarının tek olan Tanrı’nın sözleri olduğunu siz düşünün.
Bu sebeple, Hz. İsa’nın, Tanrı’nın oğlu olduğu ve sonunda dünyaya geri gelip, kendisine inananları kurtaracağı iddiası hakkında burada fikir yürütmeyeceğiz. Bu konudaki düşüncelerimizi sorular sorma yöntemiyle, bu sitede yayınladığımız “Hz. İsa’nın Tanrılığı Üzerine” başlıklı makalemizde dile getirdik.
Semavi dinlerde, insanlara anlatılan bir başka menkıbe de, Hz. Muhammed ile ilgili olandır. Müslümanların da önemli bir bölümü, ilk yaratılan ruhun, Hz. Muhammed’in ruhu olduğunu söylerler. Bununla da yetinmeyerek, Tanrı’nın, Kendi yarattığı bu ruhun “yüzü suyu hürmetine” kâinatı yarattığını anlatırlar.
Ortada, değişmeden kalan tek kutsal kitap olan Kur’an durmasına ve Kur’an’da böyle ifadeler kesinlikle olmamasına rağmen, neden böyle söylemiş olabilirler? İnsanın aklına gelen tek mantıklı cevap, “biz Yahudilerden ve Hıristiyanlardan aşağı mı kalacağız” anlayışı olabilir. Hattâ, Müslümanlar, sadece bu iddialarıyla yetinmemişlerdir. Diğer dinler, kendilerine gelen peygamberleri için, “Tanrı’nın oğlu” diyorlarsa, bizim peygamberimiz de, Tanrı’nın sevgilisidir demişlerdir. Kur’an’da geçmeyen “habibim” yani “sevgilim” hitabını söyleyerek halkı yönlendirmişlerdir. (Not: Allah’ın sevdiği kulu olmak ile Allah’ın sevgilisi olmak farklı şeylerdir.)
Şimdi, semavi dinlerde anlatılan yukarıdaki bu menkıbeleri irdelemeye çalışalım. Bu sorgulamamızda, yazımızın ilk paragrafında aktardığımız ve Tanrı’nın yüceliğini taçlandıran anlayışını, yani kullarına özgürlük vermesi ve kullarına merhametini üzerine yazması gerçeğini, gözden kaçırmayalım.
Semavi dinlerin bazı yöneticilerinin anlattıkları menkıbelere bakılırsa, Tanrı, kulları arasında, daha baştan ayrım yapmaktadır. Böyle bir Tanrı’nın, huzuruna gelen kulları arasında zerrece adaletsizlik yapmadan, onları cennet veya cehenneme göndereceğine inanmak mümkün müdür?
Aksine, Tanrı’nın, kulları arasında ciddi anlamda torpil yaptığı imajı oluşturulmuş oluyor. Düşünün ki Allah, önce bir kulunun ruhunu yaratıyor ve hangi sebeple olduğu bilinmeyen bir şekilde, Kendi yarattığı bu kulunun yüzü suyu hürmetine kâinatı yaratıyor. Böyle bir Tanrı’nın kulları arasında zerrece adaletsizlik yapmadığına kim inanır?
Kullarından önce yarattığı melekleri düşünelim. Melekler her şekilde Yüce Yaradan’ı takdis ederlerken, niye bir kulunu yaratıp, Kendi yarattığı kulunun yüzü suyu hürmetine, evreni yaratsın? Böyle davranan bir yaratıcının ilâhlığı tartışılmaz mı?
Diğer taraftan, çocuk sahibi bir Yüce Yaradan düşünülebilir mi?
Eğer bir Tanrı, yarattığı kullarından bazılarını Kendi çocukları gibi görüyorsa, Tanrı’nın, kulları arasında adaletli davrandığından bahsedilebilir mi? Sadece çocuğu gibi gördüğü kullarını dünyaya görevli olarak gönderen bir Tanrı’nın, bütün yarattığı kulları arasında zerrece adaletsizlik yapmayacağı iddia edilebilir mi?
Semavi dinlerde bazen, tek olan Tanrı’nın, peygamberlerinin ve diğer yol göstericilerinin bir kısmını, Kendi katından dünyaya görevli gönderdiği anlatılır. Şimdi bunun doğru olduğunu ve onları yeryüzüne gönderirken, bu dünyaya niçin geldiklerinin bilincini ve bilgisini verdiğini düşünelim. Bu bilgileri vererek, bazı kullarına göz göre göre ayrımcılık yapan bir Tanrı’nın, kulları arasında zerrece haksızlık yapmayacağına inanan olur mu?
Kulları yarın Yüce Yaradan’ın huzuruna getirildiklerinde, tek olan Tanrı’ya dönerek “Tanrı’m, bize de böyle bilinç ve bilgi verseydin, biz daha güzelini başarırdık” dediklerinde, Yüce Yaradan’ın, Kendi yarattığı kulları karşısında “haklısınız” diyecek duruma düşmesi hayal edilebilir mi?
Yahut da, “siz Benim işime karışmayın” diye kullarını azarlayan bir Tanrı’yı, gönülden sevecek bir kul düşünülebilir mi?
Şimdi konuyu daha net kavrayabilmek için, değişmeden kalan tek kutsal kitap olan Kur’an’ın, son inen ayetlerinden olan Nasr Suresine bakalım:
110/1: Allah’ın yardımı ve fetih geldiğinde,
2: Ve insanların dalga dalga Allah’ın dinine girdiklerini gördüğünde,
3: Rabbini överek tespih et, O’ndan bağışlanmanı dile, çünkü O, tövbeleri çok kabul edendir.
Bu ayetin, Hz. Muhammed’in yaşamının sonlarında, Mekke’nin fethi ve Huneyn Savaşının kazanılarak bütün Arap Yarımadasına İslâm’ın hızla yayılmaya başlamasından sonra indiği hususunda fikir birliği vardır.
Ayette, Hz. Muhammed’e hitap edilmektedir. Peygamberinden, Rabbinden bağışlanmasını dilemesini istemektedir. Hâlbuki bazı Müslümanların iddialarına göre, kâinat aynı Hz. Muhammed’in yüzü suyu hürmetine yaratılmıştı. Yine anlatılanlara göre, aynı Hz. Muhammed’in, geçmiş ve gelecek bütün günahları affedilmişti. Yine, aynı Hz. Muhammed için Allah’ın habibi, yani sevgilisi deniliyordu.
Görülüyor ki, bir tek ayet bile, semavi dinlerin üçünde de anlatılan bütün menkıbelerin uydurma olduklarını gözler önüne sermeye yetiyor. Demek ki, peygamberler dâhil, her kul, son nefesine kadar imtihandadır. Bütün kulları, aynı kurallara uymak zorundadır. Kulları arasında ayrım yoktur.