ALLAH’IN DİNİ İLE KAPİTALİZMİN TEMEL FARKLILIKLARI

ALLAH’IN DİNİ İLE KAPİTALİZMİN TEMEL FARKLILIKLARI

 

Bu sitede yayınladığımız İslâm ve Finans konusuyla ilgili yazılarımızda kapitalizm ile İslâm’ın paraya bakışındaki farkı ifade etmiştik. İslâm, paraya bir emtia, yani alınıp satılan bir mal olarak bakmaz. İslâm’da para, bir değişim aracıdır. İslâm’da bankacılık, paranın değil, emtianın zaman değeri üzerine inşa edilir. Kapitalizmde ise para, bir emtia olarak değerlendirilir ve sistem bu anlayış üzerine kurulur.

Bu sebeple İslâm, devleti yönetenlere bazı sorumluluklar yükler. Önemli görevlerinden birisi, paranın ayarını bozmamak ve para basımı sırasında paranın değerini düşürmemektir. Para basımıyla veya başka bir uygulamalarından dolayı paranın değeri düşerse, halk elindeki veya borç verdiği paradan dolayı zarara uğrar. Bu zararın sorumlusu, devleti yönetirken böyle kararlar alanlardır. Kapitalizmde, devlete maddi katkı sağladığı düşünülen zenginlerin istekleri doğrultusunda paranın değeriyle bizzat devleti yönetenler oynar. Nitekim ABD Başkanı Reagan döneminde 1987 yılında, bilhassa Japonya’ya olan ihracatı artırmak maksadıyla doların değeri bilerek düşürülmüştür. Yüzde 10 civarında planladıkları bu düşüş, sonunda yüzde elliye ulaşmıştır. Bu uygulamayı yaparken, ihracatı artırarak işsizliği azaltmak gayesini güttüklerini iddia etmişlerdir. Ama Japonya’ya ihracatlarındaki artış da önemsiz bir rakam olmuştur. Aslında zengin şirketleri korumak için yaptıkları paranın değerini düşürme uygulaması, halka büyük zarar vermiştir.

İslâm ile Kapitalizm arasındaki bir diğer fark, bireyin sorumluluğu konusundadır. Genel açıdan bakıldığında, bireyin sorumluluğu hem kapitalizmde hem de İslâm’da birbirine benzer görünür. Ama bireyin yakın çevresine, içinde yaşadığı topluma ve insanlara karşı sorumluluğu açısından bakılınca birbirine zıt olduğu anlaşılacaktır.

Kapitalizmde bireyin sorumluluğu, sadece kendini kurtarmaya yöneliktir. Ferdin çevresiyle ilişkisi, menfaat üzerine kurulmuştur. Böylece birey, sanki çevresinden koparılmıştır. Diğer insanların düşecekleri sıkıntılı durumlar ve uğrayacakları zararlar onu ilgilendirmez. Birey, kendi zenginliğini ve mutluluğunu artırmanın peşine düşer. Böyle yaptığı için de kınanmaz, aksine zenginleştikçe veya mevkii yükseldikçe başarılı görülerek takdir edilir. Zenginleşen bireylerin, toplumu da zenginleştireceği varsayılır. Zenginler ile fakirler arasındaki varlık farkı, kapitalizmin sorunu olarak görülmez. Önemli olan Dünya Ticaret Hacmindeki artıştır. Bu anlayış sebebiyle, günümüz dünyasında nüfusun sadece %1(bir)i, hasılanın %40’ına hükmetmektedir.

Dolayısıyla, Kapitalizmde bir fert kendisini kurtarmak ve çevresinden daha güçlü olmak için, başkasının zararına da olsa her yolu mubah (sakıncasız) görür, başkalarını ezme pahasına hedefine doğru ilerlemeye çalışır.

Hâlbuki Allah’ın dinine inanan bir fert, Yüce Yaradan’ın bu hususlarda bizden istedikleri doğrultusunda gayret etmeye çalışır. Zaten bir insanın gerçek konumunu, iddialı sözleri değil, bu davranışları belirler.

Yüce Yaradan’ın sevdiği bazı davranışlar şunlardır:

Bakara Suresi 2/195: “…Şüphesiz Allah iyilik edenleri sever.”

Ali İmran Suresi 3/76: “…şüphesiz Allah da sakınanları sever.”

3/146: “…Allah, sabredenleri sever.”

Maide Suresi 5/148: “…Allah, güzel davrananları sever.”

Hucurat Suresi 49/9: “…Çünkü Allah, adaletli davrananları sever.”

Mümtehine Suresi 60/8: “…Şüphesiz Allah, âdil davrananları sever.”

Tek olan Tanrı’nın bizden istediği bu davranışların benzerleri kapitalizmin kurallarında da mevcuttur diyebilecek bir kişi var mıdır? Aksine, Yüce Yaradan’ın öğütlerini uygulamaya çalışan insanlara, kapitalist bir sistemde “enayi” olarak bakılır. Demek ki, Allah’ın dini ile kapitalizmin temelleri bu konularda birbirine zıttır.

Kapitalizmde, başarılı olmak yani daha zengin ve daha güçlü olmak için, işlerini ülkelerin kanunlarına uydurarak yürütürken, yani yasal kılıfı bulunarak her türlü haksızlık yapılabilir. Ayrıca yakalanmadıkça, kanunsuz işler bile serbesttir ve sakıncasızdır. Devlet güçlerinin bütün olayları bilmesi mümkün değildir. Şikâyet olmadıkça araştırılma ihtimali zayıftır. Araştırıldığında bile, çok az olayda gerçeği anlayabilmekte ve çözebilmektedir. Eğer olayın sonucu zenginlerin ve yetkili makamdakilerin aleyhine ise, çeşitli yöntemlerle yargıya etki ederek, gerçek örtülmeye çalışılmaktadır.

Hâlbuki Yüce Yaradan her şeyi duymakta ve görmekte olduğu gibi, zihnimizden geçen düşünceleri bile bilmektedir.

Bu gerçeğin ışığında, Allah’ın Dini ile Kapitalizmin farkını daha net görebilmek için, Yüce Yaradan’ın sevmediğini ifade ettiği davranışlarla ilgili bazı ayetleri irdeleyelim.

Bakara Suresi 2/276: “…Allah, hiçbir günahkâr nankörü sevmez”

275: “…alışveriş de faiz gibidir diyenleri sevmez…”

Bakara Suresi 2/205, Maide Suresi 5/64, Kasas Suresi 28/77 de Yüce Yaradan, bozguncuları sevmediğini ifade etmektedir.

Maide Suresi 5/87 de “Allah aşırı gidenleri sevmez” deniliyor. Araf Suresi 7/55 te “Allah, haddi aşanları sevmez” deniliyor.

Enam Suresi 6/141 ve Araf Suresi 7/31 de “Allah, israf edenleri sevmez”

Nisa Suresi 4/107, Enfal Suresi 8/58 ve Hac Suresi 22/38 de “Allah, hainleri sevmez” denilmektedir.

Nahl Suresi 16/23 de “Allah, kendilerini büyük görüp, büyüklük taslayarak, hakkı kabul etmeyenleri sevmez” denilmektedir.

Kasas Suresi 28/76 da, çok zengin olan Karun kastedilerek, “Allah şımarıkları sevmez” denilmektedir.

Nisa Suresi 4/36, Lokman Suresi 31/18 ve Hadid Suresi 57/23 te “Allah, övünen ve kuruntu edenleri sevmez” deniliyor.

Bakara Suresi 2/190 da “Allah, haksız saldırıda bulunanları sevmez” denilmektedir.

Okuyucularımızdan ricamız, yukarıda aktardığımız ayetlerdeki sevilmeyen davranışları zihinlerinin bir tarafında tutmaları. Sonra, en üstlere hızla tırmanan siyasetçileri ve kendi ömrü içerisinde hızla zenginleyenleri, yakından gözlem altına almaları. Hattâ birkaç nesildir çok zengin olan bazı sülâleleri incelemeleri. Onların toplum önünde yani tiyatro sahnesinde söylediklerine değil, ani refleksle verdikleri cevaplara ve satır aralarına baksınlar. Böyle insanların içerisinde, yalan söylemeyen, hatasını inkâr etmeyen, bozgunculuk yapmayan, nankörlük etmeyen, hainlik yapmayan, gösteriş için israf etmeyen, büyüklük taslamayan,  aşırı gitmeyen, haksız saldırıda bulunmayanların oranının yüzde kaç olduğunu düşünsünler.

Bu irdelemeleri ciddiyetle yapan bir okuyucunun, Kapitalizmin kurallarıyla Yüce Yaradan’ın öğütlerini karşılaştırdığında, aradaki temel farkları hemen göreceğine inanıyorum.

Burada bir parantez açarak, makalemizin başlığının dışına çıkacağız. Okuyucularımdan bir başka ricamız, aynı irdelemeleri Marksizm ve onun uygulaması olan Komünizm hususunda da yapmaları. Eğer böyle bir irdeleme yaparlarsa, Marks’ın kurmak istediği sistemin temellerinin kapitalizm ile aynı olduğunu görmeleri kolaylaşacaktır. Nitekim Marks, insanlık tarihinin, ekonomik menfaat mücadelesi olduğunu iddia etmiştir. Marks’ın düşüncesinin temellerinden bir diğeri de, asıl olanın toplum olduğudur. Bu nedenle bireyi önemsemez. Aileyi ise reddeder. Kurtuluşun toplumla geleceğine inanır. Toplum tanımı ise belirsiz olduğundan, uygulamada komünist partisi üyeleri, toplum olarak görülmüştür. Böylece komünist partilerin ileri gelenleri ile kapitalizmdeki zenginler aynı konuma gelmişlerdir. Her ikisinde de çoğunluk halk önemli değildir. Önemli olan ve ülkeyi yönlendirip yönetenlerdir. Marksizm’de komünist partisi yöneticileri, Kapitalizmde ise zenginlerdir.

Yukarıdaki aktardıklarımız tekrar tekrar değerlendirildiğinde, Yüce Yaradan’ın Diniyle, Marksizm ve Kapitalizmin çok farklı temellere oturduğunu görmemiz netleşir.

Aslında, bireyin sorumluluğunun, Kapitalizmdeki ve aynı temele dayanan Marksizm’deki gibi olmayıp, Yüce Yaradan’ın Dinindeki gibi olması, insanın yapısına daha uygundur. Bir şahsın, hem helâl yollarla zenginleştiğini, hem de diğer insanlara Allah rızası için yardım ettiğini düşünelim. Bu durumda hem birey olarak kişinin, hem de insanlığın huzur bulacağı ve geleceğe güvenle bakılacağı açıktır.

Kanunlara yakalanmaktan ve insanlardan korkmak yerine, tek olan Tanrı’dan korkalım. Kalpten gelen bir inançla tövbe edelim ve Ondan rahmet dileyelim. Eğer hayatımızı böyle yönlendirerek Allah’ın gösterdiği yolda yürürsek, gerek fert olarak gerekse toplum olarak, hem bu dünyada hem de ebedi olan ahiret hayatında, huzurlu olacağımız aşikârdır.

Bu yazı Sosyal kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.