İSLÂM, ALLAH RIZASINI KAZANMA ÇABASINI, DUALARLA SEVAP KAZANMAYA YEĞLER
Müslümanların büyük çoğunluğu, öncelikle sevap kazanmanın peşine düşmüşlerdir. İnsanların bu zafiyetlerini bilen İslâm âlimlerinin çoğunluğu da, daha çok sevap kazanabilmeleri için insanlara sürekli yol göstermişlerdir.
Falan gün, filan saatler arasında şu kadar rekât namaz kılar, sonrasında şu duaları okursan, şu sayıda sevap kazanırsınız gibi yöntemleri söylemeyenler neredeyse âlim kabul edilmez hale gelmiştir. Hatta hem daha kolay hem de daha çok sayıda sevap kazanma yollarını söyleyenler, daha büyük âlim kabul edilmişlerdir.
Din bilginleri, İslâm dinini sevap puanı kazanma yarışmasına dönüştürünce, insanların âlimlerden yani talepleri oldu. Hangi duaları okurlarsa, fazla emek harcamaya gerek kalmadan işleri yoluna koymayı veya belalardan kurtulmayı gerçekleştireceklerini öğrenmek istediler.
Söylediğimiz ve sadece dilden yaptığımız dualarla her istediğimize ulaşacağımıza inanınca, sıra işlediğimiz günahların nasıl affettirilebileceği hususunda fikir yürütmeye geldi.
Sevap puanlarının nasıl kazanılacağını, hangi dualarla nelerin halledileceğini anlatan âlimler bu defa, günah puanlarının nasıl silineceği üzerine kafa yordular. Bu konuda çok zorlanmaları gerekmedi. Sıkıştıkça bir hadis buluyorlardı. Bulamazlarsa ayarlayabiliyorlardı. Nasıl olsa 2 milyon hadis var deniliyordu. Elbette her konuya uygun bazı hadisler bulunabilirdi.
Bazı İslâm âlimlerine göre İnsanların günahlarından kolayca kurtulabilmeleri için; falan günlerde, filan gecelerde şöyle dua edilmesi yeterli görüldü. Bu yöntem, Hristiyanlıktaki “günah çıkarma” işlemine göre daha çok tercih edildi. Çünkü insanlar sırlarını imamlara anlatmak zorunda kalmayacaktı. Bilindiği gibi imamlar hayatın içerisinde halkla birlikte yaşıyorlardı. Bu sebeple onlara güvenmek insanın başına iş açabilirdi.
Âlimlerin tarif ettikleri dua yöntemleri, insanları günah işlemekten alıkoymadığı gibi, bazı insanları aksine zımnen teşvik ediyordu. Fakat günah işlemeye devam edenlerin üzülmelerine gerek yoktu. Çünkü aynı âlimler, şefaat denilen can simidine güveniyorlardı. Bu âlimlere göre, Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v), kıyamet gününe kadar yaşayacak her Müslümana şefaat edecek, böylece kalbinde iman kırıntısı olanlar dahi cennete gireceklerdi.
Aynı âlimler ilginç bir şekilde namaz sırasında rükûdan secdeye giderken pantolonunu çeken insanlar için, tam tersi yorumlar yapıyorlardı. Her ne sebeple olursa olsun pantolonunu çekenlerin namazları, bu âlimlere göre, kabul değildi. Namaz ise, dinin direği idi. Din bir kül gibiydi. Namaz olmayınca dinden çıkmış olunurdu. Âlimlere göre dinden çıkmış biri artık kâfir olmuştu. Kâfirlerin gideceği yer ise, cehennem idi.
İslâm âlimlerinin çoğunluğunun bu anlayışı İslâm’ı şekillerin içerisine hapsetti. İnsanlar daha çok sevap puanları kazanabilmenin, daha çok günah sildirebilmenin mücadelesi içerisinde hocaların dünyalarına hapsoldular. Söylenenleri düşünmeden ve neye mal olursa olsun yapan robotlara dönüştüler.
İslâm anlayışın zirvesi olan Hac ziyaretinde bile insanlar, kendi dünyalarından çıkıp etraflarını görmekte zorlanıyorlar. Allah’ın huzurunda ve evinde yapılan tavafı bile, daha çok sevap puanı kazanmak amacıyla bir güreş müsabakasına döndürebiliyorlar. Kâbe’nin şu köşesine elini değerek şu duayı okursan ya da Hacer’ül Esved taşına elini değer veya yüzünü sürersen şu kadar çok sayıda sevap kazanırsın. Şurada namaz kılarsan Kâbe’nin içinde kılmış gibi olursun tavsiyelerini alan insanlar fırsatı iyi değerlendirebilmek için, başkalarını hiç görmeden hedefe kilitleniyorlar. Huşu içerisinde tavaf yapmak isteyenleri zor kullanarak yarıp, daha çok sevap kazanmaya çalışıyorlar.
Âlimlerin bu yönlendirmeleri aslında bazı insanların işine gelir. Çünkü her türlü günahı işledikten sonra, sadece dil ile yapılacak dua sayesinde kurtuluşa erme düşüncesi insanı rahatlatır. Âlimlerin bu yönlendirmeleri, samimi Müslümanları da etkilemektedir. Aslında Allah’ın rızasını kazanmak isteyen samimi insanlar, âlimlerce yapılan tavsiyelerle, İslâm’ın özünden uzaklaştırılmaktadır.
Nahl 25: “(İlimsizlikleri yüzünden başkalarını yolundan saptıranlar) Kıyamet günü, kendi günahlarını tam olarak yüklendikten başka, bilgisizlikleri yüzünden saptırmakta oldukları kimselerin günahlarından bir kısmını da yükleneceklerdir. Dikkat edin, yüklendikleri günah ne kötüdür!”
İslâm’a göre, günahları affetmek sadece Allah’ın yetkisindedir.
Al-i İmran Suresi 135: “Ve onlar çirkin bir günah işledikleri yahut nefislerine zulmettikleri zaman Allah’ı hatırlayarak hemen günahlarının bağışlanmasını dilerler. Allah’tan başka günahları kim bağışlayabilir? Bir de onlar, bile bile, işledikleri (günah) üzerinde ısrar etmezler.”
Ayet gayet açıktır. Günah işlendiğinin farkına varılınca, Yüce Yaradan’dan bağışlanma dilenecek. Çünkü günahları Allah’tan başka bağışlayabilecek bir güç yoktur. Ancak dualar dilden değil, kalpten olmalıdır. Araf 55: “Rabbinize yalvara yalvara ve gizlice dua edin. Çünkü O, haddi aşanları sevmez.” Diğer taraftan bağışlanma dileyenler işledikleri günah üzerinde ısrar etmemelidirler. Çünkü Yüce Yaradan, haddi aşanları sevmez.
Gelelim konunun diğer boyutuna. Araf 8: “O gün (amelleri tartacak) terazi haktır. Kimin (sevap) tartıları ağır gelirse, işte onlar kurtulanlardır.” Demek ki sevaplar, amellerle kazanılmalıdır.
Nitekim Yüce Yaradan Kur’an’da Cennet ehlini en kısa şöyle tanımlar: Bakara 82: “İman edip salih ameller işleyenler, işte öyleleri de cennet ehlidirler ve orada ebedî kalıcıdırlar.”
Yani önce iman edeceksin. Sonra imanın gereği olan salih amelleri işleyeceksin. Kur’an’da birçok ayette salih amelden kastedilenler daha ayrıntılı olarak açıklanır. Biz de bu sitede bu ayetlerin bazısını başka yazılarımızda aktardık.
Günahı sadece Allah affedebileceğine göre, sevabı da sadece Yüce Yaradan verir. Kur’an’a göre her yapılan salih amel insanlara sevap kazandırır. Cennetin yolunu açar. Fakat dil ile yapılan duaların, insanlara salih amel işleteceği düşüncesi, sadece bizim iyi niyetli bir varsayımımızdır. Net değildir. Hattâ günahtan alıkoyacağı bile şüphe içerir.
Allah’ım bizleri, her konuyu halletmek için dualara başvuran değil, Senin rızanı kazanmak için mücadeleden çekinmeyen kullarından eyle.