İYİYİ KÖTÜYÜ BİLMEK
Yüce Yaradan, insana verdiği akıl sayesinde bizler, iyi ve kötü hakkında veya olaylar ve kişiler hakkında fikir yürütebiliriz. Bu fikir yürütmelerimiz, genellikle, görünüşe yani zahire göre olur. Bu yöntemle verdiğimiz kararlarımızda, birçok zaman, yanıldığımızı sonradan anlarız. Çünkü bir şeyin iyi ve kötü olduğuna, beş duyumuzla karar veririz.
Yanılmamızın temelini de bu beş duyumuz oluşturur. Bilindiği gibi, acı olan bir şey, bedenimiz için faydalı olabilir. Tatlı olan bir şey de, vücudumuz için zararlı olabilir.
Güzel giyimli kibar davranışlı bir insanı, genellikle iyi olarak niteleriz. Karşımızdakinin, bu şekilde davranmasının sebebinin bizi aldatmak olduğunu anladığımızda ise, geç kalmış olabiliriz.
İki şahıs arasındaki konuşmaların bazen az bir kısmını duyarız. Onların arasındaki konuşmalar hakkındaki fikrimizi, bu duyduklarımız belirlerse, yanılma ihtimalimiz her zaman vardır.
Yukarıdakiler gibi yüzlerce örnek verilebilir. Yanıldığımız her olay, bizde bir tecrübe oluşturur. Bir tanıma göre tecrübe, hayattaki yanılgılarımızın vektörler bileşkesidir. Bir şahsa tecrübeli diyebilmemiz, sadece yanılgılarının çokluğuyla orantılı olmamalıdır. Olaylardan ders çıkararak benzer hatalara düşmeme hususundaki becerisi önemlidir. Bu kabiliyetini ortaya koyamayanlar, ömrünün sonuna kadar aynı hatalara düşmeye devam ederler. Dolayısıyla çok olay yaşamış olmak, çok şey görmüş olmak tek başına önemli değildir.
Bütün bunlardan da anlaşılıyor ki, bizler, Yüce Yaradan’ın bize verdiği akılla, iyiyi kötüyü her zaman ayırt edemiyoruz. Çünkü çoğunlukla, olayların dış görünüşüne göre karar veriyoruz. İç yüzlerini çoğu zaman bilemiyoruz.
Buraya kadar anlattıklarımız, ahiret anlayışının olmadığı, sadece dünya menfaatlerini değerlendirdiğimiz durumlar için, tam anlamıyla geçerlidir.
Ancak, ahiret hayatının varlığına inanılan durumlarda, bazen olayların iç yüzlerini bilmemiz bile, bizim yanılmamızı engelleyemez. Çünkü olayların iç yüzleri hakkında bizim bilebildiğimiz şeyler, Yüce Yaradan’ın bildiklerinin yanında umman ile küçük bir dere arasındaki fark gibidir. İşlerin içyüzünü çoğu zaman bilemeyiz. Böyle durumlarda tahmin yürütmeye çalışırız. Tahminlerimizi de nefsimiz doğrultusunda yapmaya çalışırız. Bu nedenle, tahminlerimizin birçoğu yanlış çıkar.
Böyle durumları Yüce Yaradan, şu ayetiyle net bir şekilde açıklıyor.
Bakara Suresi 216: “Savaş, hoşunuza gitmediği hâlde, size farz kılındı. Olur ki, bir şey sizin için hayırlı iken, siz onu hoş görmezsiniz. Yine olur ki, bir şey sizin için kötü iken, siz onu seversiniz. Allah bilir, siz bilmezsiniz.”
Ayette ifade edilenlerin doğruluğunu, düşünen her insan bizzat yaşayarak müşahede etmiştir. Birçoğumuz yaşlandıkça tecrübelendiğimizi düşünürüz. Böylece hatalarımızın azalacağını varsayarız. Yanılgılarımızı azaltmak için, tecrübe kazanmayı beklesek bile, bu tecrübemize güvenemeyeceğimizi, bizzat kendimiz, bazı olaylarda yaşamışızdır.
Bu demektir ki, çok uzun süre yaşatılsak bile, yanılmamız bitmeyecektir. Güzel giyimli insanların hepsine güvenilmeyeceğini, tecrübe ederek öğrenmiş olabiliriz. Ama her yeni vaka, yeni bir ortamdır. Dolayısıyla, aynı hataya düşme ihtimalimiz her zaman mevcuttur. Namaz kılan her insana güvenilmeyeceğini, uzun yıllar sonra anlasak bile, namaz kılan insanların çoğuna, en azından başlangıçta, olumlu yaklaşarak güvenmeyi sürdürürüz.
Ayetteki iyiyi ve kötüyü ayırt etme konusu, savaş hakkında ifade edilmiştir. Takdir edileceği gibi, dış görüntü itibarıyla savaş iyi bir şey değildir. Ölümlere, sakat kalmalara, zalimliklere ve haksızlıklara sebep olur. Ama bazı savaşlar ve ölümler vardır ki, bazılarının ölümüyle, toplumun hürriyeti, haysiyeti, namusu kurtulabilir. Bazılarının ölümü, insanlığın huzurunun artmasına sebep olabilir.
Ayetin bize gösterdiği bir başka yol, başımıza gelenler konusundaki davranışlarımızla ilgilidir. Bazen hoşumuza gitmeyen ve bizi üzen olaylar başımıza gelebilir. Böyle olaylarla karşılaştığımızda, hemen üzülüp gerginlik girdabına gireriz. Hâlbuki sabırlı olmalıyız, hemen gerginleşmemeliyiz. İşin sonunu beklemeliyiz. Bazen sonucun tam olarak ortaya çıkması çok uzun zaman alabilir. İlk çıkan sonuçlar da bizim üzülmeye devam etmemize sebep olabilir. Dolayısıyla, Yüce Yaradan’ın takdirinin sonucu ne şekilde tecelli ederse etsin, hakkımızda hayırlı olabileceğini düşünerek rahatlamalıyız. Ancak, sonucun hakkımızda hayırlı olacağına inanabilmemizin, bizim Yüce Yaradan’ın yolunda ne kadar sapma ile yürüdüğümüzle doğru orantılı olduğunu unutmamalıyız.
Çünkü Yüce Yaradan bu ayetinde muhatap olarak, inanan insanları almaktadır. Dolayısıyla hoşlanmadığımız bir şeyin lehe olması, sevdiğimiz bir şeyin aleyhe olması, öncelikle inanan insanlar için geçerlidir. İnanan insanlar, tek olan Tanrı’nın kendilerini her zaman kollayacağını düşünürler. Bazen Yüce Yaradan’ın, sevdiği bir kulunu korumak amacıyla yanına erken aldığına inanırlar. Dolayısıyla sonuç ölüm bile olsa korunduklarını bilirler. Ancak buna rağmen, hepimiz insanız. Dünya nimetlerine daha çok bağlıyız. Bir aksaklık olduğunda hemen Allah’a serzenişte bulunmaya başlarız. İşte tek olan Tanrı, inananların bu davranışlarının yanlışlığını gözler önüne seriyor.
Ayetin muhatabı inanan insanlar olmasına rağmen, inanmayanlar için de yol göstericiliği vardır. İnanmayanlar, zulmetmeyi bırakıp hoşgörülü davranırlarsa, kazançlarının düşeceğini zannederler. Helâl yollardan kazanmaya çalışmaları durumunda ise, servetlerinin çok azalacağını düşünürler. Sahip oldukları varlıklardan, infak yoluyla diğer insanlara pay dağıtmaları durumunda fakirleşeceklerine inanırlar. Hoşlandıkları şehvet duygularını terk etmelerinin kendileri için çok kötü olacağını varsayarlar. Hâlbuki Kur’an, bütün bu düşüncelerin yanlışlığını bir bir ortaya koymaktadır.
Bütün insanların, bu ayetten çıkarabilecekleri dersler vardır. Kendilerinin inanan insanlardan olduklarını düşünenler, önce kendilerini sorgulamalıdırlar. Eğer bir şahıs, gurup veya kavim, kendilerinin Tanrı’nın yolunda olduklarını düşünmelerine rağmen, başlarına sürekli kötü şeyler geliyorsa, manevi huzurları azalmışsa ve hepsinin birlikte yaptıkları dualara rağmen durum değişmiyorsa, hata kendilerindedir demektir. Duaların kabul görmemesi, Yüce Yaradan’ın onları desteklemeyi bıraktığını gösterir. Demek ki, inanan görünen insanlar, sadece bu dünya nimetlerinin peşine düşmüşlerdir. Zenginleştikçe, kibirlenme ve büyüklenmeleri artmıştır. Böyleleri için Tanrı şöyle demektedir: “dünyayı isteyenlere tastamam verilir. Hiç eksik bırakılmaz. Ama yarın huzuruma geldiklerinde, girin bakalım Cehenneme girenlerle beraber denilir”. Yüce Yaradan’ın bu yargısı, dünyada iken inandığını söyleyen ama farklı davranan her insan, gurup veya kavim için de geçerlidir.
O halde, başımıza kötü bazı şeyler geldiğinde, önce kendimizi sorgularsak, doğru yolu bulma ihtimalimiz artar. Bu sorgulamalarımızı ayna karşısında kendi gözlerimizin içine bakarak yapalım. Ayna karşısında, sadece kendi şahsi davranışlarımızı değil, gurup veya kavim olarak davranışlarımızı da sorgulayalım. Eğer gözlerimizi kaçırmadan, kendimize yalan söylemeden yaptığımız sorgulamada hatalı yönlerimizi gördüysek, düzeltmeye çalışalım. Sonra Allah’a tevekkül edelim. Bizim için iyiyi ve kötüyü O’nun bildiğine iman edelim.
Bu sorgulamaları yapmadan eski davranışlarımıza devam edersek, ahiret hayatını kaybedeceğimizi, hattâ bu dünyada bile ruhsal bunalımlara gireceğimizi unutmayalım.
Allah’ım, kendimizi dürüstçe sorgulayabilmemiz için, bizlere zihin açıklığı ver. Kendimizi düzeltebilmemiz için de, irade gücü ver, mücadele azmi ver.