İNSANLARIN DİNLERDEN BEKLEDİKLERİ
Din, günlük hayatla bağlantılı olan konuların en önemlisidir. Bu sebeple insanların semavi dinlerden ve diğer öğretilerden beklentileri, o kişi için çok önemlidir. Eğer dinin anlattıkları hayata etki etmiyorsa, o din sadece bir inanç olarak kalır.
Nitekim günümüzde Hıristiyanlık sadece bir inanç olarak hayatiyetini sürdürüyor. Kiliseye gidenler iyice azaldı. Fakat bu azalma, dindarlığın azaldığı anlamına gelmez. Dini temsil eden Kilise’nin yapısına ve teologlarının anlattıklarına karşı bir itirazı gösterir. Demek ki, Kilise günlük hayat üzerinde etkili değil.
İslâmiyet’te Camiye gidenlerin sayısındaki artış da, dindarlığın arttığı anlamına gelmez. Çünkü İslâm’ın teologlarının ve siyasi önderlerinin çoğunluğu, dini dünyevileştiler. Yani ticarileştirdiler. Dolayısıyla Camiye gidişle artan, muhtemelen dindarlık değil, dindar görünmenin maddi faydalarıdır.
Budizm ve Konfücyusizm anlayışı ise, Mao’nun komünist devrimi ile sarsıldı. Çin bu öğretilerle ilgili geçmişini ret etti. Sarsılan, bu öğretilerin ahlâki yönleri oldu.
Hindistan’da ise, hem elitler hem de yöneticiler halkın dinine ilgi göstermediler. Halkın dini anlayışına da pek müdahale etmediler. Tabiri caizse, halkın dinine karşı tarafsız kaldılar. Dolayısıyla halkla bütünleşmelerinin önüne engel koydular.
Dinler, topluma düzen verme, yol gösterme için vardır. Dinlerin bu görevini yapmasına engel olanlar, dinlerin öğretilerini, toplumdaki değişikliklere uyum sağlatmaya uğraşanlardır. Bunlar, Hıristiyanlıkta teologlar, İslâmiyet’te ise hem teologları, hem de siyasette ve toplum üzerinde etkili olabilmek için dini kullananlardadır. Çin ve Hindistan’da ise, yöneticiler ve elitlerin çoğunluğudur.
Kilise, bir taraftan insanlara yapmamaları gerekenleri söylemiştir. Ama diğer taraftan yaptıkları yanlışı affetmek için, günah çıkarma işlemi yapmıştır. Yani toplumla uzlaşmaya çalışarak kendisiyle çelişmiştir.
Müslümanlıkta dini bir kurum yoktur. Ama kendilerini dini kurum yerine koyan bazı cemaatler ve tarikatlar siyasetçilerle birleşerek, “Müslüman zengin olmalı” sloganı oluşturmuşlardır. “Zengin olmazsak fakirlere nasıl yardım edeceğiz?” diyerek kendilerini tatmin etmeye çalışmışlardır.
Elbette Müslüman zengin olmalıdır. Ama helâl yollarla ve mümkünse üreterek zengin olmalıdır. Böyle elde edilen zenginlik, paylaşıldıkça hem çoğalır, hem de insanlığa huzur verir.
İnsanların, dinlerden önemli bir beklentileri, dinlerin kendilerine bir hayat tarzı sunmasıdır. Din, hayata anlam vermelidir. Hem kişi, hem de yaratılış ve varlıklar hakkında anlamlı izahlar ortaya koymalıdır.
Eğer insan, kendisinin dünyaya kazara gelmiş varlıklar olduğunu düşünürse, bunalıma girer. Ama Allah’tan geldiğini ve yine Allah’a döneceğini düşünüp, bu anlayışını hayatına uyguladıkça, hayatı anlam kazanır.
Dinler, insanlara hayata ahlâki çerçeveden bakmayı öğrettiği ve içselleştirdiği oranda faydalı olur. Din, insanlara iyi alışkanlıklar kazandırdığı ölçüde yaşar. Günümüzde Hıristiyanlık bunu pek başaramadı. Bir insan hem Hıristiyan olduğunu söyleyip, neredeyse, istediği her şeyi yapabilir. Fakat Müslüman bir insan, her istediğini yapamaz. Çünkü sınırlar vardır. Eğer yaparsa her iki dünyada da cezasını çeker.
Son iki asırdır kendilerini aydınlanmış olarak niteleyen düşünürler, bilimin ilerlemesi karşısında dinin ortadan kalkacağını savunmuşlardır. Aslında “düşünür” olarak nitelenen insanların, bu kadar bariz yanılgıya düşmemeleri gerekir.
Batılı düşünürleri muhtemelen, Hıristiyanlık anlayışının kendi dönemlerindeki perişan hali, Müslümanların da bilimdeki geriliği yanıltmıştır. Bu insanların yanılmalarının diğer bir sebebi, yeni bir ilim dalı olarak ortaya çıkmaya çalışan sosyolojidir.
Sosyoloji, bir ilim dalı olma iddiasını kabul ettirebilmek için, tarihe bazı anlamlar yüklemeye çalıştı. Hem bütün bir dönemi, hem de o dönemdeki bütün insanları ve gurupları kapsayan tek bir tanımlamanın gerçeği yansıtması mümkün değildi.
Sosyoloji, bazı dönemleri anlatırken, romantize ederek efsaneleştirdi. Tıpkı bir insanın, dünyanın işleyişini anlamadan yaşadığı 20 yaşının öncesindeki dönemi, toplumu ve insanlığı efsaneleştirip, hayatın sorumluluğunu almaya başladıktan sonraki dönemdeki yaşananları kötülemesi gibi.
Modernite, dini ve dini değerleri tehdit etmektedir. Bu tehditlere karşı gelişen dini hareketler ise, moderniteden çok etkilendiklerini ispat edercesine, şekilciliğe önem veriyorlar. Dindarlar çoğalmıyor. Dinciler (din satıp para kazananlar) ve şekilciler çoğalıyor.
Gerek Müslüman teologlar ve siyasetçiler, gerek Tibetli Buda rahipleri, gerekse Hıristiyan teologlar, Amerikan Kaliforniya Üniversitesinin (ki, sekülerizmin kalelerindendir) bir öğretim üyesi gibi düşünmeye başladılar.
Modern dünya aşırı bilimsel ve donuk bir hal almıştır. İnsanlar artık sadece deney sonuçlarına değil, duygulara ve duyarlığaihtiyaç duymaktadır.
Bilim, insanlığın huzuru için uğraşırsa, yani bilimin ahlâkı olursa, bilim ile Allah’ın öğütledikleri birbiriyle çakışmaz. Zumer Suresi 9. ayette: “…Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” denilmektedir. Bilimin alanı ayrıdır. Bilim ölümlü ile ölümlüyü karşılaştırır. Din ölümlü ile ölümsüzü.
Hayat çok boyutludur. Birbirine benzemeyen çok farklı ‘an’ları vardır. Bütün bunları anlamlandıracak, sorulara mantıklı cevaplar verecek tek olgu vardır. O da, bizleri yaratan Yüce Yaradan’ın göstereceği yoldur.
Yüce Yaradan’ın bizlere gönderdiği kılavuz kitaplardan, hiç değişmeyen sadece Kur’an’dır. Allah’ın öğütlerini ve sorularımıza cevapları orada bulabiliriz. Dinlerin teologlarının, dinin beylik sözlerini dillerinden düşürmeyenlerin yanlışları, bizi etkilememelidir.
Belki de, Yüce Yaradan’ın söylediklerini daha iyi anlayarak uygulayan ve takva açısından üstün olan kişiler, geçmişinde tam tersi davranışlar sergileyenler arasından çıkacaktır. Yeni nesillere, takvaca üstün olan bu yeni kişiler güzel örnekler olacaktır. Böylece hem kendileri, hem de insanlık huzur bulacaktır.
Geleceği, sadece Yüce Yaradan bilir.
Allah’ım, insanların hidayete erebilmeleri için onların iradelerine güç ver. Onlara, Senin gönderdiğin ayetleri anlayabilmeleri için, anlayış ihsan eyle. Amin.