İMAN ANLAYIŞI ÜZERİNE
İman, kelime anlamı olarak, samimiyetle inanmak ve güvenmek demektir.
Konuya bu açıdan bakılınca, şahıslara da iman edilmesi mümkündür. Bazen, bir şahsa güvenilebilir ve ona samimiyetle inanılabilir. Ancak, imanı, tamamen teslim olmak şeklinde değerlendirirsek, kişilere iman etmenin mantığı, sağlam temellere oturmaz. Çünkü her insan nefis taşıdığından, nefsine uyarak şaşırması ihtimali, her zaman vardır. Dolayısıyla, şahıslara güvenilip, samimiyetle inanılabilir. Fakat kişilere, tamamen teslim olunmamalıdır. Yoksa güvendiğimiz dağlara kar yağabilir.
Güvenmek anlamında imanın sergilendiği diğer bir yaygın alan, bilimdir. Bilim alanları içerisinde, insanların en çok güvendiği saha, tıptır. Bilhassa ağır bir hastalığa yakalananlar, kendilerini, doktorlara emanet ederler. En ufak bir fayda gördüklerinde ise, iyileşmek umuduyla, kendilerini doktorlara teslim ederek onlara iman ederler.
Günümüzde insanların güvendikleri bir başka alan, adres bulmakta kullanılan navigasyon aletidir. Bilmediği yere gidecek olan bir kişi, kendisini navigasyon cihazına teslim etmektedir. Ne zaman ki, yanlış yerlere yönlendirildiği için yolunu şaşırırsa, o zaman navigasyona teslim olmayı bırakmaktadır. Ama bir başka seferde yine ona bel bağlamaktadır.
Bu sitede yayınladığımız, “Bilim ve Bilimcilik” başlıklı yazımızda ifade ettiğimiz üzere, bilimciler, bilime iman etmektedirler. Bu iman, insanın kendisini bilime teslim etme şeklinde olmaktadır. Bilimciler, bilimin, insanın her derdini çözeceğine, iman derecesinde inanmaktadırlar.
İlâhi dinlerde iman, Yüce Yaradan’a teslim olma anlamındadır. Kur’an’ın anlatımına göre insanlar, başlangıçta tek bir ümmet idiler. Yani hepsi birden Tek yaratıcı olan Tanrı’ya iman ediyorlardı. Fakat aralarında ihtilafa düşünce ayrılmalar başladı. Bunun üzerine Yüce Yaradan, insanlara uyarıcılar göndermeye başladı. Kendi aralarında ihtilafa düşmüş olan bu insanlar, kendilerine uyarıcı bir peygamber gelmeden veya bir hadise yaşamadan önce, başka şeylere iman ediyorlardı.
Yukarıda belirttiğimiz gibi, bazıları şahıslara bağlanmışlardı. Kişilere iman derecesinde bağlanmalarının sebepleri farklı olabiliyordu. Bazıları, o şahsı sevdiklerinden, gönülden bağlanmışlardı. Bazıları ise, korkularından dolayı, Firavun gibi insanlara iman ediyorlardı.
Bilime imanın sebebi ise, her dönemde değişebiliyordu. Günümüzdeki bağlanma, yukarıda ifade ettiğimiz gibi, tıp bilimine veya navigasyon cihazına iman derecesinde görülmektedir. Geçmiş dönemlerde bilime imanın en yaygın örneği, öldükten sonra dirilip dirilemeyeceği hususunda olmuştur. Bilimsel açıdan bakılınca, bir insanın ölüp, bedeni çürüdükten sonra, tekrar sağlam bir vücut sahibi olması, imkânsızıdır. Bu sebeple, hemen her dönemde, bilime güvenen insanlar, insanları tekrar dirilteceğini söyleyen Tanrı’ya iman etmemişlerdir. Tıpkı, Firavunu tanrı olarak görüp iman eden insanlar gibi, Yüce Yaradan’a iman etmek şöyle dursun, tek olan Yaratıcıyı inkâr etmişlerdir.
Ancak, şahıslara ve bilime körü kürüne iman etmeyen bazı insanlar, sorgulamaya başlamışlardır. Hayatın bir anlamının ve gayesinin olduğunu düşünmüşlerdir. İnsanlar düşünerek sorguladıkça, şahıslara ve bilime, teslim olma anlamında iman etmeyi bırakmışlardır. Bilhassa bilim insanları içerisinden bir bölümü, ulaştıkları yeni bilgileri sorgulayarak düşündükçe, bilime teslim olmayı terk etmişler ve bir Yaratıcının olduğunu düşünmeye başlamışlardır.
Bilimin çok hızlı geliştiği günümüzde, ulaştıkları bilgileri sorgulayan bilim insanları, bilimin, ilk sebebe ulaşamayacağını net bir şekilde görmüşlerdir. Düşünen bilim insanları, kâinatın, evrendeki canlı, cansız varlıkların ve insanların oluşumunun ilk sebebini bilim ile açıklamanın mümkün olmadığını anlamışlardır.
Yaratılışın ilk sebebini açıklayamadıklarını gören bilim insanları, yaratılıştaki son gayeye de erişemeyeceklerini anlamışlardır. Bilimsel buluşlarıyla ün yapmış nice insan, kâinatın ve insanlığın var oluşlarındaki hikmeti bilimsel yöntemlerle açıklamanın mümkün olmadığını düşünmektedirler.
Bu konuda çok sayıda örnek verilebilir. Fakat biz, Tanrı inancı olmadığı iddia edilen Darwin’in bir sözünü vermekle yetineceğiz. Darwin, Tanrı’nın var olup olmadığını soran bir kişiye şu cevabı verir. “Bu konuda bizim bilimsel açıdan fikir yürütmemiz, bir köpeğin, Newton’un zihni yapısı hakkında fikir yürütmesi gibidir.”
İşte bu gibi sebeplerle, düşünerek sorgulayan her insan, ulaştığı gerçeklerin çok sınırlı olduğunu anlamaktadır. Fikirlerinin sınırlarının, aslında çok dar kaldığının farkına varan insan, dönüp, Yüce Yaradan’a iman etmektedir. Bu iman, olaylar ve ulaştığı bilgiler karşısında, insan olarak aciz kaldığının bir itirafıdır.
Evrenin azameti, çevresindeki hadiselerin çok karmaşık olmasına rağmen bir düzen içerisinde yürüdüğünü görerek, aczini itiraf eden kişi, Yüce Yaradan’a iman edince, bu imanı, onun aklına yeni kapılar açılmasını sağlamaktadır. Önünde açılan bu yeni kapılardan girdikçe, aczinin, sadece tek yaratıcı olan Tanrı karşısında olduğunu, ama bir kul ve bu dünyada Yüce Yaradan’ın vekil yöneticisi olduğunu fark ederek Tanrı’nın desteğini aldıkça, güçlü olduğunu görmektedir.