BİYOTEKNOLOJİDEKİ GELİŞMELER ÜZERİNE
Günümüzde yetiştirilen hayvanlar ve bitkilerin bir bölümünde, büyüme hormonu kullanılmaktadır. Bu şekilde yetiştirilen hayvan ve bitkilerde bir süre sonra, beklenmedik hastalıklara rastlanmaya başlanmıştır. Bu hastalıkların çok azı, insanları doğrudan etkilemektedir. Doğrudan tesir eden böyle vak’alarda da, bütün dünya konunun üzerine hassasiyetle eğildiği için, sonunda pahalıya mal olsa da, bir çözüm bulunmaktadır.
Ancak hayvanlarda görülen hastalıkların çoğu, insanları doğrudan etkileyen cinsten olmamaktadır. Hayvanlarda görülen mide ülseri, deri hastalıkları ve artrite denilen iltihabi hastalıkların belirtileri önemsenmemekte ve hastalıklı hayvanlar kesilmektedir. Bu etleri tüketen insanlarda, zaman içerisinde benzer hastalıkların oluşması ihtimali kuvvetlidir. Tabipler, insanlarda görülen ülser, deri ve iltihabi hastalıkların menşei olarak, daha önceden öğrendikleri sebepler üzerinde durmaktadırlar. Dolayısıyla, hastalıkların sebepleri sayılırken, hayvanların durumu hiç dile getirilmemektedir. Henüz bu konularda ciddi araştırmalar yapılmadığından, kesin bir şey söylenemez. Ama hayvanlardaki hastalıkların, insanlar üzerinde etkilerinin olacağı muhakkaktır.
Günümüzde, çiftçilerin bilinçlendirilmeleri için yapılan çalışmalar çok yetersizdir. Bu durumun bir sonucu, zararlı otlara ve haşerelere karşı kullanılan ilaçlarda görülmektedir. Bilinçsizce kullanılan ilaçlar, toprağı, suyu ve havayı kirlettiği gibi, zararlı otlar ve haşerelerin de direnç oluşturmalarına vesile olmaktadır.
Bitkilerde, üretimi artırmak adına, zararlı otlar ve zararlı haşereler için geliştirilen ilaçlara karşı mukavemet oluştuğunda, tek çıkar yol olarak, daha kuvvetli bir ilaç oluşturmak kalmaktadır. Her kuvvetlendirilmiş yeni ilacın, doğaya daha çok zarar vereceği aşikârdır. Ayrıca, kuvvetlendirilen bu ilaçlar, üretimi artırmak amacıyla kullanıldığı meyve, sebze ve hattâ tahıllardan, daha zor atılmaktadır. Bilinçsizce ilaç kullananlar veya daha çok para kazanmak için bilerek ürünün toplanmasına yakın dönemde ilaç kullananlar, çok daha büyük sorun oluşturmaktadır. Dolayısıyla, kuvvetlendirilmiş ilaçlar, insanlara da doğrudan zararlı hale gelebilmektedir.
Her yeni oluşturulan ilaç, uzun araştırmalar sonucunda elde edilmektedir. Dolayısıyla, ilaçların maliyetleri giderek artmaktadır. Ancak, pahalı olmasına rağmen, yeni elde edilen bu ilaca da, zararlı bitki ve haşerelerde mukavemet oluşması ihtimali kuvvetlidir. Bu durumda, tabiatı egemenliğimiz altına alma mücadelemiz, kısır bir döngüye dönüşmektedir.
İnsanların nüfusları, düşüncesizce bir anlayıştan dolayı, hızla çoğalmaktadır. Artan nüfusu besleyebilmek için, tarımda verimliliği artırma çalışmaları da hızla sürmektedir. Bu alanda yapılan çalışmaların ortak yönleri, ürün çeşidini azaltma gayretidir. Laboratuvar imkânlarının ve maddi gücün sınırlı olması sebebiyle, üzerinde çalışılan yiyecekler, bir veya iki çeşit olmak zorundadır. Örneğin, yüzlerce patates çeşidi arasından, sadece iki tanesi üzerinde çalışılmaktadır. Aynı durum, mısır, biber, domates, salatalık ve hattâ çimen gibi bitkiler için de geçerlidir.
Neredeyse tek tip hale gelen tohumlarla üretim yapmak, tehlikeleri de beraberinde getirmektedir. Bu ürünlerde oluşabilecek bir hastalık veya bunlara musallat olacak tek bir zararlı haşere, bir bölgedeki aynı tip ürünlerin hepsini birden etkileyebilecektir. Nitekim ABD dâhil, birçok ülkede bu durumlar yaşanmıştır.
Biyoteknolojideki gelişmeler, karşılaşılan sorunların bir kısmına çözüm üretebilmektedir. Meselâ, insanların hataları yüzünden çoraklaşmış topraklarda, biyoteknoloji sayesinde yeni ürünler yetiştirebiliriz. Hattâ, biyoteknoloji sayesinde, kirlenmiş sularda yetişen balık türleri oluşturabiliriz. Ancak bütün bu pahalı gayretler, insanların doğayı tahrip etmelerini artıracaktır. Çünkü çoğu kimse, tabiatı tahrip etmenin zararlarını tam olarak kavrayamayacaktır. Anlayanların bir kısmı da, biyoteknolojideki bu çözümler sebebiyle, doğayı tahrip etmekten üzüntü duymayacaklardır.
Anlaşılan o ki, biyoteknolojideki gelişmeler, zenginlerin daha çok tüketmesine ve orta hallilerin yiyeceklere daha kolay ulaşmasına vesile olabilir. Fakat yukarıda izah edildiği gibi, beklenilmeyen kıtlıklar oluşturabilir ve insanlarda daha önce bilinmeyen yeni hastalıklar görülmesine sebep olabilir. Dolayısıyla, biyoteknolojideki gelişmelerin insanlığa maliyeti, başlangıçtaki düşünülenden çok daha yüksek olabilir.
Biyoteknolojideki gelişmeler, ciddi laboratuvar araştırmaları gerektirdiğinden, genelde zenginler bu çalışmaları yapabilir. Dolayısıyla asıl kazanç da, zenginlerin olacaktır. Fakirler, zenginlere göre çok daha az yararlanabileceklerdir. Zenginlerin kazançları, onları ürünlerden geçecek hastalıklardan korumayacaktır. Yeni ortaya çıkacak hastalıkların tedavileri hem daha pahalı olacaktır, hem de tedavilerdeki başarı oranı azalacaktır. Fakirler ise, hem hastalıktan, hem de giderek pahalılaşan biyoteknolik ürünlere ulaşmanın zorluğundan dolayı gıdasızlıktan perişan olacaklardır.
Bilindiği gibi, biyoteknoloji alanındaki gelişmeleri, insanlığa faydalı olmak için çabalayan bilim insanları değil, kâr hırsıyla hareket eden ve daha çok kazanmaktan başka hedefleri olmayan şirketler sağlamaktadır. Dolayısıyla insanların sağlığı değil, kazanç ön plandadır. Şirketlerin bu hırslarını, bazı zengin ülkeler kurallar koyarak törpülemeye çalışmaktadırlar. Ancak bu kuralların konulup uygulanması bile, aradan uzun süre geçtikten sonra olmaktadır. Fakirler ise, bu kuralları koyamamakta veya uygulayamamaktadır. Dolayısıyla, halkın sağlığı, şirketlerin kâr hırsındaki insaflarına terk edilmiştir.
Biyoteknoloji alanında çalışan şirketler, yaptıkları araştırmaları, devlet sırrından daha gizli tutmaktadırlar. Genelde zenginlerin oluşturdukları patent yasaları sayesinde, araştırma sonuçlarını uygulamaya başladıkları sırada, kazançlarını teminat altına almaktadırlar. Fakirlerin biyoteknoloji alanında araştırma yapmaları ihtimali giderek azalmaktadır. Nadiren böyle bir araştırmayı başarıyla sonuçlandıranlar da, ya patent yasalarına takılmaktadırlar veya araştırma sonuçlarını uygulayacak maddi güç bulamamaktadırlar.
Biyoteknoloji alanındaki gelişmeler, insanlığın bilinen tarihinden çok farklı olarak, ilginç noktalara doğru gitmektedir. Artık üreten, toprak olmaktan çıkmaya başlamıştır. İnsanlık, giderek, laboratuvar araştırmalarına ve topraksız üretime bağlı hale gelmektedir. Arıyı görmeyen bal, toprağı görmeyen sebze, hayvanı görmeyen süt üretilmektedir. Diğer taraftan, sentetik yiyecekler oluşturulmaktadır. Yiyeceklerdeki bütün bu gelişmelerin, insanların bağışıklık sistemleri üzerindeki etkileri henüz net olarak bilinmemektedir. Ancak olumsuz tesirinin olduğu hususunda fikir birliği vardır.
Biyoteknolojideki gelişmelerin ülkeler bazındaki sonuçlarını incelersek, şöyle bir ortamla karşılaşabiliriz. Biyoteknoloji alanındaki gelişmelerin, zenginler arası rekabeti artıracağı muhakkaktır. Bu rekabetten, ABD ve Avusturalya olumsuz etkilenebilir. Çünkü bu ülkelerin en büyük alıcıları olan Avrupa ve Japonya, kendilerinin oluşturacakları biyoteknoloji alanındaki gelişmeler sayesinde, daha az ithalata ihtiyaç duyabilir. Bütün zengin devletler üretimlerini, yeterli toprakları olmayan orta halli ülkeler dâhil olmak üzere, fakirlere satmaya çalışacaklardır. Ancak fakirler, bu ürünleri ancak borç karşılığında alabileceklerdir. Fakir ülkelere verilecek bu borçları, biyoteknoloji şirketleri sağlamayacaklardır. Ürünleri satmak isteyen devletlerin bizzat kendileri ve finans kurumları sağlayacaklardır. Dolayısıyla, biyoteknoloji şirketleri her halükârda kazanırken, borçlar geri ödenmediği zaman zarar edenler, zenginlerin finans kurumları ve fakir ülkeler olacaktır.
Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, biyoteknoloji alanındaki gelişmelerden fakir ülkeler de faydalanıyormuş gibi bir ortam vardır. Teknoloji sayesinde daha ucuza üretilen ürünleri satın almak daha kolay olacaktır. Fakat bu durum sadece, fakir ülkeler doğrudan ithalat yaptıklarında oluşacaktır. İthalatı da, yukarıda ifade ettiğimiz gibi, faiz oranı giderek yükselen borçla yapacaklarından, sonunda fazla bir kazançları olmayacaktır. Fakir ülkelerin çiftçileri ve hayvan yetiştiricileri açısından da durum pek iç açıcı değildir. Bu çiftçiler, kazançlarının büyük bölümünü, biyoteknoloji şirketlerinden aldıkları malzemelere vereceklerdir.
Bilindiği gibi, biyoteknoloji ile geliştirilen tohumlardan, yeni ürün için tohum elde edilememektedir. Dolayısıyla çiftçiler, tamamen biyoteknoloji şirketlerine bağımlıdır. Benzer bağımlılık, ilaçlar, gübreler ve hormonlar hususunda da mevcuttur. Bu malzemelerin fiyatlarını şirketler belirlediklerinden, üretim giderek pahalanmaktadır. Fakir ülkelerin çiftçilerinin girdilerindeki fiyatlar artarken, sattıkları ürünlerin fiyatları düşmektedir.
Bu durumun iki sebebi vardır. Birincisi, zengin ülkeler, kendilerinin ürettikleri girdiler sayesinde ve toplu üretim yaptıklarından ucuza mal ettikleri ürünleri, fakir ülkelere, kısa süreliğine de olsa, onların maliyetlerinden daha ucuza teklif etmektedirler. Böylece fakir ülkelerin çiftçilerini kendileriyle rekabet edebilir konumdan çıkarmaktadırlar. İkinci neden şöyle gelişmektedir: Fakir ülkelerde, çiftçilerden ürünleri satın alan şirketler, çiftçilerden daha güçlüdürler. Bu şirketler, çiftçilerden aldıklarını hem iç pazarda hem de dış pazarda satmaktadırlar. Bu sebeple, zengin ülkelerin tüccarlarına da bağlıdırlar. Dolayısıyla, yerli satıcılar, hem zengin ülke tüccarlarına bağlı olmaları, hem de zengin şirketlerin, çiftçileri değil kendi kârlarını azamileştirecek güce sahip olmaları nedeniyle, çiftçilerin ürünlerini daha ucuza alabilmektedirler. Sonuçta, bilhassa küçük çiftçiler, kendi emekleri karşılığı olan yevmiyelerini bile kurtaramamaktadırlar.
Diğer taraftan, zenginlerin laboratuvarda yaptıkları üretimler, fakir ülkelerin ihracat kaynakları olan tarım ürünlerindeki kazançlarını sekteye uğratabilir. Şeker kamışı ve şeker pancarından elde edilen şekerin yerini, izoglükoz veya diğer süper tatlandırıcılar alabilir. Bu durumda, fakir ülkelerin şeker kamışı ve şeker pancarı üreticileri, olumsuz etkilenecektir. Benzer durum, başka birçok ürün için de geçerlidir. Örneğin, tabii bir ürün olan vanilyanın, kimyagerler tarafından laboratuvarda üretildiğini düşünelim. Bu durumda vanilya ihracatına bağımlı olan ülkeler gelir kaybına uğrayacaklardır. Kakao ve hindistancevizi yağı gibi ürünler için de, aynı durum geçerlidir. Çünkü bu ürünlerin muadilleri, laboratuvar ortamında veya soya fasulyesi ve kolza tohumundan elde edilebilmektedir.
Dünya nüfusundaki hızlı artış ve her mevsim her yiyeceğe ulaşma hırsı, insanlığı, biyoteknoloji alanındaki gelişmelere mahkûm etmektedir. Biyoteknoloji alanındaki gelişmeler de, tıpta, sosyal alanlarda ve ekonomide sorunlar oluşturmaktadır. Daha önce bilinmeyen yeni hastalıklar veya eski hastalıkların farklı türevleri ile karşılaşılmaktadır. Teknolojideki gelişmeler, toprağın ve emeğin değerini düşürdüğü için, sosyal sıkıntılar oluşturmaktadır. Biyoteknolojiyi zenginler geliştirdiği için, kazancın büyüğünü zenginler elde etmektedir. Bu durum insanlar arasındaki ekonomik eşitsizliği artırmaktadır.
Dolayısıyla, bu konunun üzerinde, bütün insanlık olarak, birlikte, çok yönlü ve ciddi bir şekilde durulması gerekmektedir. Patent yasaları, kartel oluşturulmasını engelleme, insanları bilinçlendirme, tabiatın tahribatını azaltma gibi konulardan, nüfus artışını denetleme ve kanaatkârlık anlayışını yayma gibi konulara kadar, çok farklı alanlarda ortak çalışma bizleri beklemektedir.