TANRI BİR ŞEYE İHTİYAÇ DUYAR MI 1

TANRI BİR ŞEYE İHTİYAÇ DUYAR MI 1

 

Bu makaleyi yazmamızın sebebi, Cihangir Gener’in “Ezoterik-Batıni Doktrinler Tarihi” adlı eserindeki bazı ifadeleridir.

İfade şöyle: “Tek Tanrılı dinler, her şeyi bilen ve tek yaratıcı olan Tanrının, kendisine tapınılması ihtiyacı içerisinde olduğu için evreni yarattığını iddia etmektedirler. Ancak, hiçbir şeye muhtaç olmayan Tanrının niçin tapınılma ihtiyacı duyduğuna ve böyle bir ihtiyaç içerisinde olsa dâhi, niçin sadece kendisine tapacak kulları değil de, tüm evreni yaratmış olduğuna mantıklı bir cevap getirememektedirler.

Ezoterik doktrinler ise, Tanrının tek amacının kendisini daha iyi tanımak olduğunu öne sürmektedirler.”

Yazarın aklını karıştıran hususun, dinleri temsil ettiklerini iddia eden bazı insanların, kutsal kitaplara dayanmayan beyanları olduğu kanaatindeyim. Bu fikrimizi daha iyi anlaşılır hale getirmek için, bozulmadan kalmış tek kutsal kitap olan Kur’an’dan yararlanarak açıklamalar yapacağız. Elbette biz de -diğer bütün insanlar gibi- Tanrı’nın ne düşündüğünü bilemeyiz. Bizim yapmaya çalışacağımız, yazarın ifadelerindeki mantık hatalarını ortaya koymak ve Kur’an’ı temel alarak fikir yürütmektir.

Ancak konuya başlamadan önce, Kızılderili Cheyenne’lerden alınan bir hikâyeyi hatırlayalım: “Başlangıçta hiçbir şey yokmuş ve Büyük Ruh Maheo boşlukta yaşıyormuş. Gücünün büyüklüğü sayesinde, Maheo yalnız değilmiş. Fakat hiçbir şeyliğin sonsuz zamanı boyunca hareket ederken, Maheo gücünü kullanması gerektiğini sezmiş. “Güç’ün ne yararı var?” diye sormuş Maheo kendi kendine, “bir dünya ve içinde yaşayan canlıları yaratmak için kullanmayacak olduktan sonra?”

Bilindiği gibi, Amerika’ya gidip onların ülkelerini işgal eden Avrupalılar, Kızılderilileri insan olarak bile görmemişlerdi. İşte böylesine kötü yaftalanan Kızılderililerin anlatımı, aslında konuyu çok güzel açıklıyor. Onların açıklamasını, günlük hayatımızdaki anlayışlarla karşılaştıralım. Çok bilgili bir kişi, bu bilgisini kullanmazsa ve bilgisini diğer insanların faydasına olacak şekilde uygulamaya koymazsa, onun bilgisinin kime ne faydası olur?

Peki, bilgili bir kişi bu bilgisini sadece kendi menfaati için kullanırsa, diğer insanların ona iyi gözle bakması mümkün mü? Biz insanlar böyle düşünürken, hiçbir şeye ihtiyacı olmayan Tanrı’nın, gücünü kendi menfaati veya kendini tatmin için kullanacağını iddia etmek mantıklı mıdır?

Kızılderililerin, konuyu medeni olduklarını söyleyenlerden daha iyi kavradıkları açıktır.

Şimdi, Tanrı’nın, tapınılmaya ihtiyaç duyduğu fikrini irdelemeye çalışalım.

Bu kanaate ulaşılmasının muhtemel nedeni, mutasavvıfların “Allah bilinmek istediği için insanı yarattı” şeklindeki ifadeleridir. Bu yanlıştır. Çünkü kutsal kitaplara göre, insanlardan önce melekler yaratılmıştır. Melekler, Yüce Yaradan’ın katında, yani yakınındadırlar. Dolayısıyla, hem Tanrı’yı biliyorlar ve takdis ediyorlar, hem de Onun emrinden çıkmıyorlardı. Demek ki, Tanrı’nın, bilinmek istediği için insanları yarattığı fikri geçerli değildir.

Diğer bir yanlış algılanan ifade, Tanrı’nın insanları “kulları” olarak nitelemesidir.  Burada da, yanlış kabul vardır.

Birincisi, eğer kul denilirken, Tanrı’ya tapacak olanlar kastediliyorsa, eksik bilgi var demektir. Çünkü Kur’an’a göre, cinler insanlardan önce yaratılmıştır. Dolayısıyla, Tanrı’ya tapınacak olan cinler mevcut iken, insanlara neden gerek duyulmuş olabilir. Ayrıca ileride aktaracağımız gibi, kâinatta cinler ve insanlardan başka akıllı, şuurlu, duygulu varlıkların olması ihtimali kuvvetlidir. Dolayısıyla aynı soru diğer âlemler için de geçerlidir.

İkincisi, “kul” kavramı, bizim uyguladığımız köle anlayışımız gibi değildir. Bilindiği gibi, inşaların köleleri özgür değildirler. Tanrı ise, kul diye nitelediklerine özgürlük vermiştir. Eğer Tanrı, sadece Kendisine tapınılması için yaratsaydı, dünyadaki insanlara ve evrendeki yarattığı diğer akıllı, şuurlu, duygulu varlıklara özgürlük verir miydi?

Özgürlük her insanın arzu ettiği bir şeydir. İstediğimizi yapar, istemediğimizi yapmayız. Bizi zorlayanlara da kızarız. Bu sebeple, özgür bir yaşam güzeldir. Çünkü Tanrı, ihtiyacımız olan ve hattâ olmayan her şeyi, güzellikler içerisinde tabiatta var etmiştir. Hayatı zorlaştıran ve bazılarına yaşanmaz hale getirenler, yine insanlardır. İnsanların birbirlerine zulmetmeleridir.

Eğer insanların birbirine zulmetmeleri olmasın istiyorsak, önce kendimizi düzeltmeliyiz. Bazılarımız, biz bunu yapamayız, durumu Tanrı düzeltsin diyebilir. Bu durumda Tanrı’nın yapacağı, bizi de meleklerin yapısında yeniden oluşturmasıdır. Yani, bize verdiği nefsi kaldırırken, onu dengelemek için bize verdiği özgürlüğü de geri almasıdır. Özgürlüğümüzü kaybetmeyi ister miyiz? Diğer yandan, Tanrı bize verdiği özgürlüğü geri alsa bile, bizim, bir baş melek olan şeytanın durumuna düşme ihtimalimiz her zaman vardır.

Yaşam sadece bu dünya hayatı şeklinde değildir. Dolayısıyla Tanrı, bu dünyadaki yaşamlarında insanlardan zulüm görenlerin, sıkıntı çekenlerin içerisinden, Tanrı’nın gösterdiği yoldan ayrılmayanları kollamaktadır. Böyle sabreden ve iyi işler yapan kullarını, ikinci bir hayat olarak verdiği Cennetinde ebedi nitelikte yaşatarak mükâfatlandıracağını her zaman ifade etmiştir.

Şimdi bu hususu şöyle bir düşünelim. Tanrı’nın bizi bu dünyada değil de, Kendi katında yarattığını ve bize cennetini gösterdiğini hayal edelim. Sonra bize, “işte bu güzelliklere ulaşmak ve burada ebediyete yakın uzunlukta yaşamak istiyorsanız, dünyada, ebedi hayat karşısında ihmal edilebilecek kadar kısalıkta yaşamanız ve güzel işler yapmanız gerekiyor” deseydi, biz ne cevap verirdik? Bir tarafta, belki milyarlarca yıl mutlu yaşamak, diğer yanda 60-70 yıl, sabrederek de olsa, huzurlu yaşama ihtimali varken, hayır diyen çıkar mıydı?

Takdir edileceği gibi, Tanrı’nın bütün evrende akıllı, şuurlu, duygulu varlıklar yaratması, oluşturduğu evrene bir anlam kazandırmıştır. Yarattığı kullarının ilk yaşamlarını ahiret hayatıyla mukayese edilmeyecek kısalıkta tutması, bu hayatı yaşayacak bizim gibilerin sayılarının çok çok fazla olmasını sağlamaktadır. Böylece -en azından- milyarlarca canın güzellikleri yaşamasına vesile olarak, yarattıklarına ayrıca bir anlam katmıştır.

Bizler, daha önce kimsenin başaramadığı yepyeni bir eser oluşturduğumuzda, herkesin bizi yüceltmesini bekleriz. Biz böyle düşünürken, kâinatı ve Katındakileri yoktan var eden ve yarattıklarını anlamlandıran Tanrıyı yücelterek takdir etmemiz, yanlış mıdır?  Hem de takdir etmek için Tanrı bizi zorlamazken.

Zaten Tanrı’nın beklediğinin, Kendisine tapınmamız değil, Onun yüceliğini kabul etmemiz olduğu gayet net ortadadır. Sadece Ona tapınmamız olsaydı, Tanrı’yı kabul etmeyenleri, Onun hakkında çok kötü konuşanları hemen cezalandırmaz mıydı? Onlara bu dünya hayatlarında maddi zenginlik verir miydi?

Tanrı, evreni ve evrendeki varlıkları niçin yarattığını soranlara, düşünmeleri için aşağıdaki ayetlerde şöyle söylemektedir:

Enbiya Suresi 21/6: “Biz gök ile yeri ve aralarındakileri, boş bir eğlence için yaratmadık.”

17: “Eğer bir eğlence isteseydik, onu Katımızdan edinirdik.”

Şimdi düşünelim. Biz eğlenmek istediğimizde ne yaparız? Tek başına eğlenmemizin bir anlamı olmayacağından, kendi kafamıza uygun arkadaşlarımızla ve sevdiklerimizle birlikte oluruz. Bizimle çatışacak veya özgürlüğü anarşi ile karıştıran insanlarla birlikte olmayı istemeyiz. Böyleleri ile birlikte olursak, eğlence kavgaya bile dönüşebilir.

Peki, aslında eğlenmeyi düşünmeyen Tanrı’nın, eğlenmeyi istediğini varsaysak bile, eğlenmek için yaratacağı kullarına özgürlük vererek, kullarının çoğunun Kendisinin aleyhine davranmalarına izin vermesi düşünülebilir mi? Ancak Tanrı’nın, eğlenmek yerine, Onun gösterdiği yolda yürüyerek diğer insanlara faydalı olanların sayısı arttıkça sevineceği açıktır.

Bilindiği gibi, Tanrı’nın her şeye gücü yettiği için, Kimse Ona hesap soracak güçte değildir. Dolayısıyla Tanrı, her istediğini yapma özgürlüğüne sahiptir. Ama kutsal kitabı Kur’an’a baktığımızda Tanrı, yarattığı kullarının lehine olacak şekilde Kendi Kendinin özgürlüğünü sınırlamaktadır.

Enam Suresi 6/12: “ …O, rahmet etmeyi, Kendi üzerine yazmıştır…”

Görüldüğü gibi Tanrı, Kendisini zorlayan hiçbir şey yokken, Kendi özgürlüğüne, yine Kendisi sınır koymuştur.

Şimdi, Tanrı’nın Kendi kendisine yaptığı bu sınırlamayı daha iyi anlamak için, insanları düşünelim. Az bir menfaat için insanlara zulmeden, zenginleştikçe kendisini Tanrı gibi görerek insanları kulları zanneden ve onları ezen bizlerle karşılaştıralım. O halde, bize rahmet etmeyi üzerine yazan Tanrı, iyi işler yaparak diğer insanlara faydalı olmamıza sevinecek demektir. Bize rahmet etmeyi üzerine yazması, sevineceğinin bir göstergesi değil mi?

Konumuzla ilgili bir başka ayet de şöyle:

Şura Suresi 42/14: “…Eğer Rabbinden, azabın ertelendiğine dair bir söz geçmemiş olsaydı, aralarında mutlaka hüküm verilirdi.”

Demek ki Tanrı, kulları Kendisinden bir talepte bulunmadan, bazı insanlara yapacağı azabı ertelemiş. Yani yine, Kendi özgürlüğünü Kendisi sınırlamış.

Tanrı bazı ayetlerinde, huzuruna kötülük yapmış olarak gelene aynısıyla mukabele edileceğini söylerken, iyilikle gelene on katıyla karşılık verileceğini ifade ediyor. Böylece Kendisinin özgürlüğünü yine Kendisi sınırlıyor. Kendisine olmadık hakaretleri yapanlara bile sabrediyor. Hattâ kötülükler yapan bir kişi, Tanrı’dan özür diler ve diğer insanlara faydalı olacak şekilde güzel işlerle iyilikler yapmaya, diğer insanlara faydalı olmaya başlarsa onu affediyor.

Kendi özgürlüğünü, yarattığı kullarının lehine olacak şekilde sınırlayan, Kendisine hakaret edenlerin cezalarını bile erteleyen ve onlara sadece yaptıklarının aynısıyla karşılık vereceğini söyleyen Tanrı’nın, bizleri Kendisine tapınmamız için yarattığını iddia etmek mantıklı mıdır?

Bu yazı KUR'AN ÜZERİNE kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.