YAKLAŞAN DALGA ÜZERİNE 2
Mustafa Süleyman’ın kitabıyla ilgili irdelemelerimize devam edelim.
Sayfa 29: “Bu kitabı yaklaşan dalgayı dizginlemenin mümkün olup olmadığını araştırmak için kaleme aldım.”
Yazar, hem buradaki anlatımlarında, hem daha ileri sayfalardaki yazdıklarında, bu dizginlemenin mümkün olmadığını anlatıyor. Ve şöyle diyor: “Burada yazdıklarım hakkında yanılıyor olmaktan, dizginlemenin kolayca mümkün olmasından daha çok istediğim bir şey yok.” Dizginlemenin zorluğuyla ilgili olarak, sayfa 50’de şöyle diyor: “Medeniyetin kullanışlı ve daha ucuz teknolojilere duyduğu iştahın sonu yoktur.”
Yazarın dizginlemeyle ilgili diğer anlatımlarından benim anladığım, dizginlemekten maksadının biri, teknolojinin kötüye kullanımı korkusudur. Yazarın dizginlemeyle ilgili bir başka korkusu da, bizim oluşturduğumuz teknolojinin, bizim neslimizi sona erdireceğidir. Yazarın, neslimizin, kendi tekonolojimizle sona erdirilmesi hususundaki fikrimizi, yazılarımızın beşinci serisinde ve yazarın ilgili ifadelerini aktardıktan sonra, konuyu irdelerken vereceğiz. Teknolojinin kötü amaçla kullanılabileceği fikrine, yani, yeni teknolojik gelişmeleri insanların kötüye kullanmasını dizginlemenin zor olduğuna biz de katılıyoruz. Çünkü yeni teknolojiler, biz ona ne yüklersek onu yapacaklardır. Kimin ne yüklediğini denetlemek de, zordur.
Diğer yandan, hem yeryüzünün imkânları sınırlıdır, hem de teknolojinin uygulanması doygunluğa ulaşmaya başlayacaktır. Bu sebeple, teknoloji dalgasının günümüzdeki gelişme ve yayılma hızının yavaşlayacağını düşünüyorum.
Bu düşüncemizi daha anlaşılır hale getirebilmek için, bir örnek verelim. İlk otomobillerden günümüze kadar araba teknolojisindeki gelişmeler; konfor, elektronik özellikler ve hız konusunda olmuştur. Arabalar yine dört tekerlek üzerindedir. Tekerlekler lastiktendir. Yakıtlar fosil yakıttır. Elektrikli araç aküleri bile doğadaki fosil madenlerden elde edilmektedir. Motor gücünün tekerleklere aktarımı yine benzer yöntemledir. Son yıllarda binek araçlarında, konfor, hız ve elektronik konusunda doygunluğa ulaşıldığından, araçlarla alâkalı teknolojik gelişmeler yavaşlamıştır.
Ayrıca, otomobillerin gidecekleri yolların kalitesini artıracak teknolojiler de doygunluğa ulaşmıştır. Yol yapımında kullanılacak ucuz malzeme sınırına ulaşılmıştır. Bu nedenle araçların hız kapasiteleri artarken, yollarda izin verilen hız sınırları artmamış ve standart hale gelmiştir. Yük taşıyan araçların da, taşıma kapasiteleri artmasına rağmen, yolların dayanım kapasitelerinden dolayı, yüklerine taşıyabileceklerinden daha düşük sınırlar getirilmiştir.
Şoförsüz araçların üretiminin gerçekleşeceğine inanıyoruz. Ancak, insanlardaki “kumandanın kendisinde olması” anlayışından ve diğer bazı etkenlerden dolayı, yaygınlaşmayacağını düşünüyoruz.
Araçlarla ilgili olarak bundan sonrası için beklenen, havada giden otomobillerdir. Ancak, bunların yakıtları ve yapım için gerekli malzemeleri de, yeryüzündeki mevcut varlıkların değerlendirilmesiyle elde edilecektir. Havada giden ilk otomobil yapıldıktan sonraki gelişmeler, yine sadece; konfor, havadaki rota ayarlamaları ve hız konusunda olacaktır. Bir süre sonra, onlarda da doygunluğa ulaşılacaktır ve araç teknolojisi çalışmaları yavaşlayacaktır. Diğer yakın gezegenlere gidebilmek için uzay aracı çalışmalarına dönülecektir.
Benzer ortamlar, hastalıkların tedavilerinde de olacaktır. Doygunluğa ulaşılan konularda teknolojik gelişmelerden beklenilen, yapılan yeniliklerin ucuzlatılması ve yaygınlaşması hususu olacaktır. Ayrıca, bütün bu gelişmelerin, yeryüzünün imkânlarıyla sınırlı kalacağı açıktır.
İnsanlık olarak, teknoloji dalgasının kötüye kullanımını önlemeyi başarabilmek için, teknoloji alanındaki çalışmaları, hukuki ve ahlâki bir zemine oturtmaya çalışabiliriz. Ama bunun önündeki engeller, yazarın şu ifadesinde gizli gibi: “Teknoloji veya siyaset çevrelerinde biraz zaman geçirince, hemen fark edersiniz ki, standart ideoloji, başı kuma gömmektir.”
Yukarıdaki cümleden anladığımız kadarıyla, yeni teknolojileri hukuki ve ahlâki bir zemine oturtabilmemiz için, sadece teknoloji çalışmalarını değil, siyaset kurumunu ve siyasetçileri de hukuki ve ahlâki zemine oturtmalıyız. Çünkü siyaset kurumu, neredeyse gezegenimizin her yerinde rayından çıktı. Siyasetçiler, diğer etkin güçler olan bürokratları, iş insanlarını, yazılı ve görsel basını denetimleri altında tutmaya çalışıyorlar ve birlikte hareket ediyorlar. Bu dörtlünün birliktelikleri, insanlığın güzel geleceğini engellemeye başladı. Arada, kendini ve bu durumu toparlamak isteyen siyasetçiler oluyor. Fakat onlar da, siyaset kurumunun çığırından çıkması sebebiyle, istedikleri faydayı sağlayamıyorlar veya siyaset dışına itiliyorlar.
Sayfa 61: “Yeni ve farklı olan her şeye korku ve şüpheyle yaklaşmak insana mahsustur.”
Sayfa 72: “…Teknoloji ile ilgili bugünkü zorluk, teknolojinin salıverilmiş gücünü dizginlemek, bize ve gezegenimize hizmet etmeye devam etmesini sağlamak.”
Yazarın yukarıdaki fikirlerine biz de katılıyoruz. Teknolojik gelişmelerden hepimizin beklentisi, yazarın da ifade ettiği gibi, bize ve gezegenimize hizmet etmesidir. Bizim bu makaleyi yazmaktaki amacımız, bilimi ve teknolojiyi, Tanrı yerine koymaya kalkışan anlayışın yanlışlığını ortaya koymaktır.
Sayfa 81: “İcat sürecinin yapıtaşları olarak atomların yerini bitler, sonra da giderek artan oranda genler aldı.”
Teknolojik gelişmeleri yakından takip eden yazarın bu görüşü, mevcut bir gerçeği yansıtıyor. Teknoloji çalışmaları ilerledikçe, belki başka yeni icatlar da olacaktır. Ama icatların hepsinin, gezegenimizde ve evrende mevcut olan varlıkların ve evrendeki düzenliliğin değerlendirilmesiyle oluşacağı kesindir.
Sayfa 100: “Karmaşık duygusal ve sosyal varlıklar olduğumuz bir gerçek. Ancak insanların verilen görevleri tamamlama kabiliyeti –insan zekâsının kendisi yani- ne kadar büyük ve çok yönlü olursa olsun, sabit bir hedeftir. Elimizin altındaki hesaplama büyüklüğünün aksine, beyinlerimiz yıldan yıla radikal bir şekilde değişmiyor. Zamanla bu fark kapanacaktır.”
Yazarın kapanacağını söylediği bu fark, görev tanımlama kabiliyeti (yani zekâmız) ve bizim oluşturduğumuz yapay zekâ arasındaki farktır. Yoksa karmaşık duygusal ve sosyal varlıklar olan biz insanlarla yapay zekâ karşılaştırılmıyor. Muhtemelen yapay zekâların, bizdeki bu karmaşık özelliklere sahip olabileceğine, yazar da inanmıyor. Yoksa ileriye dönük hayalleri kapsamında bahsederdi ve sadece görev tanımlama kabiliyeti karşılaştırmasını yapmazdı. Ayrıca, anlaşılmasının mümkün olmadığına inanılan beynimizin kabiliyeti ile yapay zekâ da karşılaştırılmıyor. Karşılaştırma, sadece verilen görevleri tamamlama kabiliyeti, yani zekâmız açısından yapılıyor.
Sayfa 114: “…Yetenekli Yapay Zekâ (YYZ), bir işletmeye veya kuruma dâhil olduğunda, bir şirketin yapabileceği her şeyi (araştırma ve planlama olarak) yapabilir ve bunun için yanında yalnızca onu denetleyen, kararlarını gözden geçiren ve uygulamaya sokan ve onunla beraber eş CEO’luk yapan birkaç yapay zekâ yöneticisinden oluşan küçük bir insan ekibi olsa yeter.”
Yazar, yapay zekâdan daha yetenekli olan YYZ’nın bile, kapasiteli insan CEO’lar olmadan, kendi başlarına bir işi başaramayacaklarına inanıyor. Hâlbuki yazarın, yapay zekâların yapacağını söylediği işler, sadece araştırma ve planlamadır. Bunları bile, insanların denetimi olmadan kendi başına başaramayan YYZ’ların, şirketin diğer duygusal nitelikte ve maddi temele dayanmayan işleyişinde, ortaklar veya personel arasındaki duygusal çatışmalarda ve çalışmalarında başarılı olmaları düşünülebilir mi?
Sayfa 117: “Evrimin en kadim teknolojisi olan yaşam en az 3,7 milyar yaşındadır. Bu çok uzun zaman boyunca, yaşam, kendi kendini yöneten, rehbersiz bir süreç içerisinde, çok yavaş bir hızda evrildi. Sonra, sadece şu son birkaç on yılda, yaşamın ürünlerinden biri olan insanlar her şeyi değiştirdiler.”
Tanrı’yı insanların yarattığını iddia edenlerin dayanaklarından birisi, muhtemelen yazarın bu ifadeleri olabilir. Yukarıda söylenildiği gibi eğer yaşam, rehbersiz bir süreç içinde ilerledi ve evrildiyse, bu kadar düzenli bir zekâ, rehbersiz ve düzensiz bir süreçte nasıl oluştu. Ayrıca, zekâ dediğimiz şey niye sadece insanda oluştu?
Neden başka canlılarla (örneğin, maymunlar) insanların aralarındaki zekâ farkı azalmadı?
Yazarın ifade ettiği gibi, yaşam çok yavaş evrildi ve insanlar şu son birkaç on yılda her şeyi değiştirebilecek şekilde geliştiyse, bu ortamı gerçekleştirenin, biz insanların zekâları olduğu açıktır.
Peki, neden, sadece son birkaç on yılda birdenbire zekâlarımızda çok hızlı artış oldu?
Diğer yandan, son birkaç on yılda zekâlarımızın hızla geliştiği fikri, yazarın sayfa 100’deki “Elimizin altındaki hesaplama büyüklüğünün aksine, beyinlerimiz yıldan yıla radikal bir şekilde değişmiyor. Zamanla bu fark kapanacaktır.” şeklindeki kendi ifadesiyle çelişmektedir.
Yazarın ifadesiyle her şeyi değiştiren insanlar, acaba Apple’ın CEO’su Steven Paul Jobs’ın isteğini başarabilecekler mi? Bilindiği gibi ölümünden önce Steven mealen şöyle demişti; “İnsanlara, eşyalarınızı, arabanızı, makinelerinizi para vererek taşıtıyor ve kullandırıyorsunuz. Ama hastalığınızı onlara vererek taşıtamıyorsunuz.”
Mustafa Süleyman’ın sayfa 117’deki bir başka ifadesi de şöyle, “Bir zamanlar körlemesine ve jeolojik zamanlamayla ortaya çıkan değişiklikler, artık üstel bir hızla ilerliyor.”
Yazarın yanlış anlamaya vesile olabilecek bir ifadesi de, yukarıdaki sözüdür. Bize göre yazar bu cümlesinde, sadece değişiklikten bahsediyor. Yoksa gezegenimizde mevcut olmayan yeni bir element yaratıldığını söylemiyor. Yukarıdaki ifadeden, oluşması milyonlarca yıl süren fosil yakıtları, madenleri, insanlar laboratuvarda geliştirecekleri jeolojik olaylarla bol miktarda oluşturarak yapacaklar anlamı da çıkmaz. Yazarın sadece, gezegenimizdeki mevcut maden varlıklarını, bazı yeni yöntemlerle, daha hızlı işleyip değişikliğe uğratarak, yeni teknolojik ürünler elde edeceğimizi anlattığı kanaatindeyim.