“DOST ACI SÖYLER” SÖZÜ ÜZERİNE
Başlıktaki atasözü, biraz farklı kelimelerle de olsa, hemen her millette vardır. Bu söylem, karşılıklı taraflar için geçerlidir. Bizim dostlarımızın, bizde gördükleri yanlışları söylemelerini ifade ettiği gibi, bizim de, dost olarak gördüğümüz insanları uyarmamızı anlatır.
Bir insanın yanlışlarını söylemek, onu eleştirmek demektir. Dostlar da, karşılarındaki insanın kendileriyle olan bağına güvenerek, sözlerini evirip çevirmezler. Dolaylı yollardan değil, doğrudan söylerler. Bilindiği gibi, insanların büyük çoğunluğu, tenkit edilmekten hoşlanmazlar. Bilhassa, doğrudan yapılan eleştirileri hiç sevmezler. Bu sebeple, dostların sözleri insanlara “acı” gelir.
Hâlbuki dost, acı da olsa gerçekleri söyleyerek, bizim kendimizi düzeltmemizi beklemektedir. Atasözünün bizlerden istediği, dostlarımızın tenkitlerine kulak vermemizdir. Şimdi, geçmiş yaşantımızı daha bir dikkatle gözden geçirelim. Göreceğiz ki, bizi sevmeyenler, bizim hatalarımızı yüzümüze karşı söylememişler. Bizimle tek başına iken bizi uyarmamışlar. Tartıştığımız insanlardan bizi sevmeyenler, hırslarına yenilerek, başkalarının yanında bizleri kötülemek için hatalarımızı yüzümüze vurmuşlar.
Geçmiş olayları düşünmeye devam ettiğimizde göreceğiz ki, bize düşman olanların içerisinden daha akıllı olanlar, hırslarına hâkim olarak davranmışlar. Bizimle tek başına iken konuşurlarken, bizim hatalarımızı söylemedikleri gibi, aksine onları, güzel davranışlar olarak göstermeye çalışmışlar. Böyle yaparak, bizim, aynı hataları devam ettirmemize vesile olmuşlar. Böylece bizim toplum içerisinde itibar kaybetmemizi beklemişler. Eğer biz, gerçek dostlarımızı değil de onları dinlemişsek, gerçekten de itibar kaybetmişiz. Ama kaybettiklerimizin hiç farkına varamamışız. Bazen, acı söyleyen dostlarımızı terk etmişiz. Tatlı konuşan insanlardan bazılarını samimi bularak, onları yeni dostlar olarak edinmişiz.
Şimdi, geçmişimizi film şeridi gibi gözlerimizin önünden geçirirken, bazı yerlerinde durdurup düşünelim. Ben dâhil çoğumuz, bu şekilde yeni dostlar edindikçe, meğer batağa daha çok saplanmışız. Hepimizin hayatında bu durumun çok sayıda örnekleri vardır. Bu nedenle burada vermeyi gerek görmüyorum. Düşünen ve sorgulayan her insan, kendi geçmişindeki böyle anları tespit edebilir.
Peki, dostlarımız bizi uyardıkları halde, neden onları dinlemeyerek, kendimizi düzeltmemiş olabiliriz? Bu durumda ilk sorumluluk, bizi uyaran dostumuzdadır. Yahut da biz bir dostumuzu ikaz ettiysek, bizdedir. Hâlbuki bizim, bir dostumuzu eleştirmemizin tek bir amacı vardır. O da, dostumuzun kendini düzeltmesini sağlamaktır. Eğer düzelme olmadıysa, bizler dost dediğimiz insana, gerçek bir dost gibi davranamamışız demektir.
Bizim yaptığımız ya da bize yapılan tavsiyelerin pek bir işe yaramamasının bir diğer sebebi, insanlardaki genel anlayıştır. İnsan olarak bizler, bizi eleştiren, sıkça tavsiyelerde bulunan insanları, pek sevmeyiz. Bu nedenle de, tavsiyelere kulak vermeyiz. Nitekim bu anlayışımızı, “bir musibet, bin nasihatten evladır” atasözü net bir şekilde ortaya koymaktadır. Atasözünün ifadesine göre insanlar, nasihatleri, yani tavsiyeleri dinlemiyorlar. Fakat bir belâ ile karşılaştıklarında, hemen düşünmeye başlıyorlar. Gördükleri zararın büyüklüğü, kendilerine geçmişte yapılan tavsiyeleri tekrar hatırlamalarını ve olayları birbirine bağlamalarını artırıyor. Hiç dinlemedikleri nasihatlerin değerini anlıyorlar. Aslında ben dâhil, büyük çoğunluğumuz bu durumdayız.
Bizlerin, karşılaştığımız eleştirilere kulak vermememizin bir başka sebebi daha var. Geçmişte yaşadıklarımızı, yine gözlerimizin önünden geçirelim. Göreceğiz ki, hemen her insan, kendi aklını en üstün görmektedir. Nitekim atalarımız bu durumu da şu veciz ifadelerle net bir şekilde ortaya koymuşlar: “Akıllar pazara çıkmış, herkes kendi aklını almış.”
Bize yapılan tenkitleri dinlemememizin bir başka nedeni daha var. Dikkat edecek olursak, dostlarımızı eleştirirken, kimi zaman, tavsiyelerimizi, tepeden bakan bir tarzda yaptığımızı görürüz. Karşımızdakini dostumuz olarak kabul etmemize rağmen, bu davranış yanlışlığına düşebiliyoruz.
Bizim bu makalemizde asıl irdelemek istediğimiz husus, bu davranış hatamızdır.
Eğer biz, karşımızdakini gerçekten bir dost olarak görüyorsak, daha farklı davranmalıyız. Yapacağımız tavsiyeleri, önce sevgi ile yoğurmalıyız. Sonra ifade tarzımıza dikkat ederek, güzel bir şekilde sunmalıyız. Eğer biz böyle yaparsak, tavsiyelerimizin işe yaramaya başladığını, dostumuzun kendini düzeltmeye doğru yöneldiğini görme ihtimalimiz artacaktır.
Diğer taraftan, dostumuza yaptığımız tavsiyelerimizi dikkatle seçelim. Nasihatlerimizi, kendi hayatımızdan örneklerle donatalım. Yaşadıklarımızdan kesitler sunalım. Böyle yaptığımızda tavsiyelerimizin daha çok işe yaradığını görebiliriz.
Dostlarımızla konuşurken, kendi yaptığımız bazı yanlışlardan, bizi uyaran dostlarımızın sayesinde nasıl kurtulmaya çalıştığımızı anlatalım. Dostlarımızın bize yaptıkları tavsiyelerini uygularken ki karşılaştığımız zorluklardan bahsedelim. Dostlarımızın geçmişte bize yaptığı bazı tavsiyelerden, henüz tutamadıklarımızdan ve düzeltemediğimiz yönlerimizden bahsedelim. Yani, yine bir atasözünde ifade edildiği gibi, önce iğneyi kendimize, çuvaldızı başkasına batıralım.
Dostlarımızın ikazlarını tam olarak yerine getirememiş olmamıza rağmen, geçmişteki bazı yanlışlarımızdan kurtulduğumuz için, bize tavsiyede bulunan o dostlarımız hakkında güzel şeyler söyleyelim.
İnsanlığın günümüzdeki durumu maalesef, bu açıdan pek başarılı değil. Hepimiz hepimizi eleştiriyoruz. Bu tenkitlerimizde, yukarıda ifade ettiğimiz inceliklerden eser yok. Eleştirilerimiz, kıyasıya bir rekabet içerisinde. Hemen hiçbirimizin eleştirisi işe yaramıyor. İnsanların büyük çoğunluğu, böyle durumlarda, birbirlerini dinlemiyorlar. Karşımızdaki konuşurken, bizim kafamızda kendi fikrimiz dolaşıyor. Dolayısıyla yapılan konuşmalar, bir atasözünde olduğu gibi, bir kulağımızdan girip, diğer kulağımızdan çıkıyor. Beynimizde yer tutmuyor. Bu nedenle, dostların eleştirileri sonrasında kendisini düzeltebilenlerin sayıları çok az.
Bu sayının artabilmesi için yöntemlerimizi değiştirmeye çalışalım. Eleştirdiğimiz bir insanın, öncelikle, onu sevdiğimizi anlamasını sağlayalım. Gerek yapacağımız tenkitlerin, gerekse tavsiyelerimizin, onun iyiliği için olduğuna önce biz inanalım, sonra onun da anlaması için biraz bekleyelim. Karşımızdakinin buna inandığına kani olduktan sonra söyleyelim. Çünkü buna inanmazsa, söylediklerimiz havada kalır.
Dost olarak gördüğümüz bir kişiye, yaptığımız tavsiyenin bir faydasının olması için, bir başka husus daha var. Eğer biz, daha önceki bir zamanda, onun bize yaptığı nasihatleri dinlememiş ve uygulamamış isek, bizim ona söylediklerimizin işe yaramasını bekleyemeyiz. Dolayısıyla, dostlarımızın bize yaptıkları eleştirilere ve tavsiyelerine, gerekli özeni göstermeye gayret edelim.
Dostların birbirlerine yaptıkları tavsiyeleri etkileyen bir başka konu daha var. Bir dostumuz bize bir nasihatte bulunduğunda, ona cevap veriş tarzımız da çok önemlidir. Bizim cevap veriş tarzımızdaki bir tersliğe, karşımızdakinin vereceği cevap şekli de önemlidir. Biz ters bir şekilde cevap verdiğimiz halde, bize karşı sevgiyle karşılık vermeye devam ediyorsa, onu dinleme ihtimalimiz artar. O da aynı sertlikle ve “ben sadece senin iyiliğini düşünmüştüm, ama sen iyilikten ne anlarsın ki” tarzında cevap verirsek, konuşmalarımızı bir duvarla yapmış gibi oluruz.
Okuyucularımızın, bizim burada aktardığımız yöntemlerin dışında, kendi geliştirdikleri özel yöntemleri olabilir. Onlar, bizim yazdıklarımızdan çok daha başarılı sonuç alacak sistemli çözümler üretmiş olabilirler. Dolayısıyla, her insan, düşündükçe, kendi şartlarına en uygun olan yöntemleri bulacaktır. Yeter ki, eleştiri ve tavsiyelerinde samimi olsunlar.
Dostun sevgiyle söylediği acı sözler, baldan tatlı olur. Dostunu saygıyla dinleyen kişi için, reçetedeki acılar, hastalığı iyileştirici ilaç olur.