BU DÜNYADA KİRACI İSEK

BU DÜNYADA KİRACI İSEK, VARLIKLARIMIZ DA BİZE KİRALANMIŞ DEMEKTİR

 

İnsanlığın var oluşundan beri, yaşamış her canlı mutlaka ölmüştür. Allah’ın peygamberleri dâhil, her insan yaşamını yitirmiştir. Zaten bu gerçek Kur’an ayetlerinde Ali İmran Suresi 185’te de net bir şekilde ifade edilmiştir.

“Her canlı ölümü tadacaktır. Kıyamet günü ecirleriniz size eksiksiz olarak verilecektir. Kim cehennemden uzaklaştırılıp cennete konursa o, gerçekten kurtuluşa ermiştir. Dünya hayatı, aldatıcı zevkten başka bir şey değildir.”

Ölen hiçbir insan yanında sahip olduklarını götürememiştir. İki bin yıl öncesine kadar, bazı zenginler varlıklarının çok küçük bir kısmını mezarlarına koyulmasını vasiyet ediyorlardı. Fakat, onların mezarlarına koydurdukları metal parçalar, daha sonra onları mezardan çıkaranlar tarafından sahipleniyordu. Yani yanında bir şey götüren kimse yoktu.

Severek giydiğimiz bir gömleği, hattâ bir çorabı bile yanımızda götüremiyoruz. Bırakın sahip olduğumuzu düşündüğümüz mallarımızdan çok az bir parçasını götürmeyi, aldığımız nefesi bile yanımızda götüremiyoruz.

Varlıklarımızı götürebilsek, bize faydası olur mu dersiniz? Bu hususta hiçbir insan net bir şey söyleyemeyeceğine göre, Kur’an’a yani Yüce Yaradan’ın sözlerine bakalım. Kur’an’da bu konuda çok sayıda ayet vardır. Biz buraya en kısa ifadelerle verilenleri alacağız. Aşağıdaki ayetler Hakka Suresine aittir. Kıyamet günü diriltilerek, hesaba çekilenlerin durumunu anlatır. 25’ten önceki ayetler, dünyada iken güzel işler yapanların Cennete gönderilişini tasvir eder.

  1. Kitabı sol tarafından verilen ise der ki: “Keşke kitabım verilmeseydi de,
  2. Hesabımın ne olduğunu bilmeseydim,
  3. Ne olurdu o ölüm, iş bitirici olsaydı.
  4. Malım bana hiç fayda vermedi.
  5. Gücüm de benden yok olup gitti.”

Demek ki, malımız bize hiç fayda etmiyor. Ayrıca gücümüz de yok olup gidiyor. Durum böyle olunca, “keşke ölümden sonra hayat olmasaydı” diye hayıflanılıyor.

Benzer bir durum, bir şeyi kiralayanlar için de geçerlidir. Kiraladıklarını hor kullanan kiracılar da, kiralama süreleri bittiğinde, “keşke arada bir sözleşme olmasaydı, bizden hesap sorulmasaydı” diye hayıflanırlar.

Herhangi bir gayrimenkulü kiraladığımızı düşünelim. Kira süremiz bittiğinde, götürebildiğimiz şeyler, kiralama süresindeki tavır ve davranışlarımızın yansımalarıdır. Mal sahibine göre iyi bir kiracı isek, bizim maddeten bazı eksiklerimizi dikkate almayıp affedebilir. Kötü bir kiracı isek, bize kök söktürür.

İşte biz de, bu dünya hayatında kiracıyız. Hayatımız bize kiralık. Sözleşmenin süresini biz bilmiyoruz. Süre her an bitebilir. Hayatımız kiralık olduğuna göre, sahip olduğumuzu düşündüğümüz her varlığımız da bize kiralık demektir. Hayatımızın kira süresi bitince, kiraladığımız hiçbir varlığı, yanımızda götüremiyoruz. Sevdiklerimiz bizden önce ölürse, üzülmenin ötesinde bir şey yapamıyoruz. Onlar için ancak, gücümüz ölçüsünde bazı hayır ve hasenatlar yapabiliyoruz. Çünkü ne kadar istesek de, elimizden başka bir şey gelmiyor. Biz onlardan önce ölürsek, onları bu dünyada bizsiz bırakıyoruz. Belki de, bize ihtiyaçları oldukları bir dönemde bizim desteğimizden mahrum bırakıyoruz.

O halde, bu dünyadaki hayatımızın kiralık olduğunu unutmayalım. Hayatımızda kullandığımız nefesimiz dahil, her şeyin de bize kiralanmış olduğunu bilelim.  İyi kiracı olarak anılabilmek için, kiraladığımız yani sahibi olduğunu zannettiğimiz varlıklarımıza titiz davranalım. Sevdiklerimiz, mallarımız dâhil, bütün bunları bize kiralayan Yüce Yaradan’ın isteklerini gözden kaçırmayalım. Hep aklımızda tutalım. Çünkü Allah’ın isteklerinin hepsi, bizim iyiliğimiz içindir. Hem bu dünya, hem de ahiret hayatındaki iyiliğimiz içindir.

YAŞAM kategorisine gönderildi | BU DÜNYADA KİRACI İSEK için yorumlar kapalı

ALLAH NEZDİNDE MÜSLÜMAN ÜMMET

ALLAH NEZDİNDE MÜSLÜMAN, SADECE HZ. MUHAMMED’İN ÜMMETİ DEĞİLDİR

 

Konumuzla bağlantılı olarak bu sitede “Bütün Semavi Dinler, İslâmiyet’tir”  ve “Kur’an, Bütün Semavi Dinleri Temsil Eder” başlıklı iki makale yayınlamıştık. İlk sıradaki yazımızı Nisa Suresinin 150, 151 ve 152inci ayetlerine dayandırmıştık.

Fakat bu defa, dünyadaki mevcut anlayışın yanlışlığını gösterebilmek için, yazımızın başlığında farklı bir vurgulama yaptık. Bu farklı vurgulamamızı da, aşağıda vereceğimiz ayetlere dayandırmaya çalıştık.

 Bakara Suresi 133: “Yoksa siz Yakub’un, ölüm döşeğinde iken çocuklarına, “Benden sonra kime ibadet edeceksiniz?” dediği, onların da, “Senin ilahına ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak’ın ilahı olan tek bir ilâha ibadet edeceğiz; bizler ona boyun eğmiş Müslümanlarız.” dedikleri zaman orada hazır mı bulunuyordunuz?”

Demek ki, Hz. İbrahim, Hz. İsmail, Hz. İshak, Hz. Yakup ve oğullarının hepsi, Allah nezdinde, Müslüman kabul ediliyor. Yakup’un çocukları da, kendilerinin Müslüman olduklarını ikrar ediyorlar. Peygamberleri Müslüman olan bir toplum da Müslüman demektir.

Bakara 136: Deyin ki: “Biz Allah’a, bize indirilene (Kur’an’a), İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve Yakuboğullarına indirilene, Mûsâ ve İsa’ya verilen (Tevrat ve İncil) ile bütün diğer peygamberlere Rab’lerinden verilene iman ettik. Onlardan hiçbirini diğerinden ayırt etmeyiz ve biz O’na teslim olmuş kimseleriz.”

Yukarıdaki 136ıncı ayet, Hz. Muhammed’in çevresindekilere hitabediyor. Onlardan da, Hz. İbrahim’den itibaren Allah tarafından peygamberlerine indirilen kitaplarına, bütün geçmiş peygamberlere iman ettiklerini ifade etmeleri isteniyor. Ayetin sonunda işin özünü beyan ederek, Allah’a teslim olmuş kimseler oldukları ve peygamberlerin hiçbirini diğerinden ayırt etmediklerini söylemeleri öğütleniyor.

Ali İmran Suresi 52: “İsa onların inkarlarını sezince, “Allah yolunda yardımcılarım kim?” dedi. Havariler, “Biziz Allah yolunun yardımcıları. Allah’a iman ettik. Şahit ol, biz Müslümanlarız” dediler.

Yukarıdaki ayetten de anlaşılacağı gibi, Hz. İsa’nın havarileri de kendilerini Müslüman olarak niteliyorlar. Hz. İsa’nın bu durumlarına şahit olmasını istiyorlar. Benzer ifadeler aşağıdaki ayette de vurgulanarak durum perçinleniyor.

Maide Suresi 111: “Hani bir de, “Bana ve Peygamberime iman edin” diye havarilere ilham etmiştim. Onlar da “İman ettik. Bizim müslüman olduğumuza sen de şahit ol” demişlerdi.”

Demek ki Hz. İsa gibi, Havarileri de Müslüman kimseler. O halde, Havarilerin de insanları çağırdıkları din, Müslümanlıktır.

Kur’an ayetlerini irdelemeye devam ettiğimizde, Hz. Musa’yı alt etmeleri için Firavunun kendisinin çağırdığı sihirbazların durumlarının, konumuzla bağlantılı olduğunu görüyüruz. Sihirbazlar, Hz. Musa’yı, Yüce Yaradan’ın desteklediğini anlayarak Firavunun isteğine karşı geliyorlar. Firavun onları ölümle tehdit ediyor. Olayları ve cevaplarını şu ayetlerden öğreniyoruz.

 Araf Suresi 123: Firavun, “Ben size izin vermeden ona iman ettiniz ha!” dedi. “Şüphesiz bu halkını oradan çıkarmak için şehirde kurduğunuz bir tuzaktır. Göreceksiniz!”

124: “Mutlaka sizin ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim, sonra da (ibret olsun diye) sizin tümünüzü elbette asacağım.”

125: Dediler ki: “Biz mutlaka Rabbimize döneceğiz.”

126: “Sen sırf, Rabbimizin âyetleri bize geldiğinde iman ettiğimiz için bize hınç duyuyorsun. Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır ve Müslüman olarak bizim canımızı al.”

Demek ki, Hz. Musa’nın yaptıklarını görerek, tek bir yaratıcı olduğunu anlayan sihirbazlar bile, Müslüman olmaktan bahsettiklerine göre, daha sonra Hz. Musa’nın peşinden giden ümmeti de Müslümandır.

Hz. İbrahim’den önceki peygamberlerle ilgili ifadelere baktığımızda, yine benzer beyanlarla karşılaşmaktayız.

10 Yunus Suresi 71: Nûh’un haberini onlara oku. Hani o, bir vakit kavmine şöyle demişti: “Ey kavmim! Eğer benim konumum ve Allah’ın ayetleriyle öğüt vermem size ağır geliyorsa, (biliniz ki) ben sadece Allah’a dayanıp güvenmişim. Artık siz de (bana) ne yapacağınızı ortaklarınızla beraber kararlaştırın ki, işiniz size dert olmasın! Bundan sonra bana hükmünüzü uygulayın; bana mühlet de vermeyin!

72: “Eğer yüz çeviriyorsanız, sizden zaten hiçbir ücret istemedim. Benim ücretim, ancak Allah’a aittir. Bana Müslümanlardan olmam emredildi.”

 O halde peygamber olarak bilinen bütün güzel insanların söylediklerine inanan insanların hepsi, Allah nezdinde Müslüman olarak değerlendiriliyor. Zaten ilk insanlar, yine Kur’an ifadelerine göre tek bir ümmetti. Sayıları çoğaldıkça ayrılığa düştüler. İlk ümmet de Hz. Adem’i takip eden ümmettir.  Yunus Suresi 19: “İnsanlar (başlangıçta tevhit inancına bağlı) tek bir ümmet idiler; sonra ayrılığa düştüler. Eğer (azabın ertelenmesiyle ilgili olarak ezelde) Rabbinden bir söz geçmiş olmasaydı, ayrılığa düştükleri hususlarda aralarında derhal hüküm verilir (işleri bitirilir)di.”

Peki, Yüce Yaradan nezdinde, Müslüman olarak görülmeyen topluluklar veya insanlar hangileri diye düşünerek, yine Kur’an’a bakalım.

10 Yunus 73: Andolsun, “Allah üçün üçüncüsüdür” diyenler kafir oldu. Halbuki bir tek ilahtan başka hiçbir ilah yoktur. Eğer dediklerinden vazgeçmezlerse andolsun onlardan inkar edenlere elbette elem dolu bir azap dokunacaktır.

 5 Maide Suresi 44: “İçinde hidayet ve nur bulunan Tevrat’ı, elbette biz indirdik. Müslüman olan peygamberler, Yahudiler hakkında hükmederler, kendilerini Tanrıya adamış zahitler, alimler de, Allah’ın kitabını korumakla görevlendirildiklerinden (onunla hüküm verirler) ve onun Allah’ın kitabı olduğuna şahitlik ederlerdi. İnsanlardan korkmayın, benden korkun, ayetlerimi az bir paraya satmayın. Kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.”

Yukarıda tercümelerini verdiğimiz bütün ayetlerden anladığımızı, şöyle ifade edebiliriz. Allah, gönderdiği bütün peygamberlerini ve onların ümmetlerini, Müslüman kabul ediyor. Kur’an’a göre, Müslüman kabul edilmeyenlerin özellikleri ise; Yüce Yaradan’ın tek yaratıcı olduğuna inanmayanlar, Ona ortak koşanlar, Allah için “üçün üçüncüsüdür” diyenler, Allah’ın peygamberlerinden bazısına inanıp bazısına inanmayanlar, peygamberleri arasında ayrım yapanlar, Allah’ın ayetlerini az bir paraya satanlar, Yüce Yaradan’ın indirdiğiyle hükmetmeyenlerdir.

Cemaat, Dini kategorisine gönderildi | ALLAH NEZDİNDE MÜSLÜMAN ÜMMET için yorumlar kapalı

KALPTEN MÜMİN OLMAYANLAR

KALPTEN MÜMİN OLMAYANLAR, BU DÜNYADA DA CEZA ÇEKERLER

 

Kalpten mümin olmayanlar sözünden ne kastettiğimizi, aşağıdaki ayet gayet net olarak ifade etmektedir.

5 Maide Suresi 41: Ey peygamber, ağızlarıyla “inandık” deyip, kalpleriyle inanmamış olanlardan ve Yahudilerden küfürde yarış edenler seni üzmesin. Onlar yalana kulak verirler, sana gelmeyen diğer bir topluluğa kulak verirler, kelimeleri yerlerinden değiştirirler, “eğer size bu verilirse alın, bu verilmezse sakının” derler. Allah birini şaşırtmak isterse, sen onun için Allah’a karşı hiçbir şey yapamazsın. Onlar öyle kimselerdir ki, Allah, onların kalplerini temizlemek istememiştir. Onlar için dünyada rezillik var ve yine onlar için ahirette de büyük bir azap vardır.

Konumuzu açıklamak için yukarıdaki ayet, tek başına yeterli. Fakat Yüce Yaradan, bu hususta hassas olduğunu göstermek için olsa gerek, farklı ayetlerde de konuyu işlemiş.

9 Tövbe Suresi 73: “Ey Peygamber, kâfirlerle ve münafıklarla savaş. Onlara karşı katı ol. Onların varacakları yer cehennemdir ve orası ne kötü bir yerdir.”

74: Onlar, kötü bir şey söylemedik, diyerek Allah’a yemin ederler. Onlar o küfür kelimesini kesinlikle söylediler. İslâm’a girdikten sonra yine kâfirlik ettiler. Ve o başaramadıkları cinayeti tasarladılar. Hâlbuki intikam almaları için Allah’ın, Resulü ile onları lütfundan zenginleştirmiş olmasından başka bir sebep yoktu. Eğer tövbe ederlerse haklarında hayırlı olur. Yok, yanaşmazlarsa Allah onları dünyada da, ahirette de acıklı bir azaba uğratır. Yeryüzünde onları koruyacak veya onlara yardım edecek bir kimse de bulunmaz.

13 Rad Suresi 34: “Onlara (küfre sapanlar) dünya hayatında bir azap vardır. Ahiret azabı ise elbette daha çetindir. Onları Allah’tan koruyacak da yoktur.”

32 Secde Suresi 21: “Şu bir gerçek ki, onlara (fasıklık etmiş olanlara) o en büyük azaptan önce yakın azaptan (dünyada) da tattıracağız. Umulur ki, (kötülükten) dönerler.

22: “Rabbinin ayetleriyle kendisine öğüt verilip de, sonra onlardan yüz çeviren kimseden daha zalim kim olabilir? Gerçekten biz, günahkârlardan intikam alacağız.”

39 Zumer Suresi 26: “Allah, onlara (zalimlere) dünya hayatında zilleti tattırdı. Ahiret azabı ise elbette daha büyüktür. Keşke bilselerdi!”

Yukarıda örneklerini verdiğimiz ayetlerde, “onlar” sözüyle neyin kastedildiğini, parantez içerisinde belirttik. Parantez içerisindeki tanımlar, tamamen, o ayetin öncesindeki ayetlerdeki ifadelerdir.

Ayetlerde onlar kelimesiyle tarif edilenleri birleştirirsek, bahsedilenlerin insanların niteliklerinin şunlar olduğunu görürüz: “Ağzıyla iman ettik diyen fakat kalpleriyle iman etmemiş olanlar, kâfirler ve münafıklar, küfre sapanlar, fasıklık etmiş olanlar, zalimler”

Demek ki, ağızlarıyla iman ettik dedikleri halde kalpleriyle iman etmeyenler, her türlü yanlışın içerisine düşebiliyorlar. Bu yapıdaki insanlar, sadece günahkâr olmakla kalmıyorlar. Yalana kulak veriyorlar. Yalana kulak verdikçe, yalan girdabından çıkamıyorlar. Yalan girdabından çıkamadıkça, zalimlik yapıyorlar. Zalimlik yaptıkça, münafıklaşıyorlar. Münafıklık yaptıkça, küfre sapıyorlar.

Yüce Yaradan da, Maide Suresi 41inci ayetteki ifadede görüldüğü gibi, böylelerinin kalplerini temizlemiyor. Allah’ın kalplerini temizlemediği insanların, kurtuluşa ermeleri mümkün değildir. Bunlar kurtuluşa eremedikleri gibi, hem bu dünyada hem de ahiret hayatında cezalandırılıyorlar. Her iki dünyadaki cezaların şeklini, şiddetini tamamen Yüce Yaradan belirliyor. Yine Maide 41’e göre, Allah biri hakkında karar verirse, peygamberi bile, o kişi için kararı değiştirecek yönde hiçbir şey yapamıyor.

KUR'AN ÜZERİNE kategorisine gönderildi | KALPTEN MÜMİN OLMAYANLAR için yorumlar kapalı

DOĞRU YOLU BULMAK İÇİN, İYİ NİYETLE BAŞLAMAK GEREK

DOĞRU YOLU BULMAK İÇİN, İYİ NİYETLE BAŞLAMAK GEREK

 

Konumuzla bağlantılı olan bir Kur’an ayeti şöyledir:

29 Ankebut Suresi 69: “Ama bizim yolumuzda mücahede edenleri, elbette kendi yollarımıza eriştireceğiz. Hiç şüphe yok ki Allah iyi davrananlarla beraberdir.”

Ayette geçen mücahede kelimesini “cihat” olarak tercüme edenler çoğunluktadır. Zaten ayetin Arapçasında bununla ilgili söz, “cahedu” olarak geçmektedir. Bazı yorumlarda ise, “iyi niyetle çaba sarfetmek” olarak değerlendirilmiştir.

Aslında, her iki çeviri de aynı sayılır. Arapça cihad kelimesi, “cehede” kökünden gelmektedir. Cehede, gayret etmek anlamındadır. Allah’ın yolunda “cehede” etmek, iyi niyetle gayret sarfetmek demektir.

Daha önce yayınladığımız “İslâm’da Cihad ve Ötesi” başlıklı yazımızda, cihat hususunda kısmen ayrıntılı bilgi vermiştik. Furkan Suresi 52inci ayet, Hz. Muhammed’e (s.a.v.) nasıl cihad etmesi gerektiğini bildirmektedir: “(Mademki yalnız seni gönderdik) Öyleyse kâfirlere boyun eğme ve bununla (Kur’ân ile) onlara karşı cihad et, büyük cihad!”

Son peygamber, tek başına olduğu halde, bütün Kureyşlilere karşı durdu. Onlara karşı Kur’an okuyarak ve Kur’an hükümlerine göre davranarak cihat etti. Kur’an hükümlerine göre davranabilmek için, kişinin öncelikle kendi nefsine karşı cihat etmesi gerekiyor.  Bunu başarırsa, Kur’an, içinden hissederek ve anlamını bilerek Kitabı okuyan ve Kur’an hükümlerine uygun davranan kişinin, içerisindeki gerçek gücü açığa çıkarır. Çünkü Kur’an’ın bizatihi kendisi bir mucizedir. Bir delildir.

Peki, bu durum nasıl oluşabilir diye düşünürsek, yukarıdaki ayet bize cevap vermekte. Allah, Kendi istekleri doğrultusunda gayret sarfederek iyi davrananlara, yardım ediyor. Aslında Yüce Yaradan, böyle güzel davranan insanlara yardım edeceğini, Kur’an’ın başka birçok ayetinde de bahsediyor.

Fakat bu ayetin, diğer benzerlerinden fakı var. Ayetin başlangıcında Yüce Yaradan şöyle diyor: “Bizim yolumuzda iyi niyetle gayret sarfedenleri, elbette Kendi yolumuza eriştiririz.”

Demek ki, sonuç ne olursa olsun, Allah’ın gösterdiği yolda iyi niyetle gayret sarfetmeye başlamak yeterli. Bizim bu gayretimizi gören Yüce Yaradan, bizi Kendi yoluna yönlendiriyor. Sadece yönlendirmekle de kalmadığını, ayetinin sonunda şöyle ifade ediyor: “Elbette Allah, her zaman, iyi davrananlarla, olumlu ve güzel amellerde bulunanlarla beraberdir.”

O halde bize düşen, hemen, iyi niyetle Allah’ın istekleri doğrultusunda gayret sarfetmeye başlamaktır. Ayete göre, biz olumlu düşünerek gayret ettikçe, Yüce Yaradan, bizi Kendi yolunda yürütmeye devam ediyor.

Biz Yüce Yaradan’a bir adım attıkça, O, mutlaka daha fazlasıyla karşılık veriyor. Bu durumla bağlantılı olan bir atasözü şöyledir: “İyilik yap denize at, balık bilmezse Halik (Allah) bilir.”

Allah’ım, bugüne kadar ziyana uğramış insanların doğru yolu bulabilmeleri için, onlara irade gücü ver, mücadele azmi ver, zihin açıklığı ver.

KUR'AN ÜZERİNE, YAŞAM kategorisine gönderildi | DOĞRU YOLU BULMAK İÇİN, İYİ NİYETLE BAŞLAMAK GEREK için yorumlar kapalı

KUR’AN’A GÖRE, ÜMMİ OLANLAR

KUR’AN’A GÖRE, ÜMMİ OLANLAR

 

Ümmi kelimesinin sözlük anlamı, okuma yazma bilmeyen demektir. Ancak Kur’an ümmi sözünü farklı anlamlarda kullanır. İlk olarak sözlük anlamında ve Hz. Muhammed’in (s.a.v.) okuma yazma bilmeyen bir peygamber olduğunu teyit için kullanır.

7 Araf Suresi 157: “Onlar ki, o ümmî peygambere uyarlar, yanlarındaki Tevrat ve İncil’de yazılmış bulacakları o peygambere uyup, onun izinden giderler ki, o, onlara iyiyi emreder ve onları kötülüklerden alıkoyar. Temiz ve hoş şeyleri kendilerine helâl kılar. Murdar ve kötü şeyleri de üzerlerine haram kılar. Sırtlarından ağır yükleri indirir, üzerlerindeki bağları ve zincirleri kırar atar. İşte o vakit ona iman eden, ona kuvvetle saygı gösteren, ona yardımcı olan ve onun peygamberliği ile birlikte indirilen nuru izleyen kimseler var ya, işte asıl murada eren kurtulmuşlar onlardır.”

158: “De ki; ey insanlar! Ben sizin hepinize Allah’ın resulüyüm. O Allah ki, göklerin ve yerin bütün mülkü O’nundur. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Öldüren de, dirilten de O’dur. Bundan dolayı gelin, Allah’a ve resulüne iman edin. Allah’a ve Allah’ın bütün kelâmlarına iman etmiş bulunan o ümmî peygambere, evet ona uyun ki, hidayete erebilesiniz.”

12 Yusuf Suresi 3: “Sana bu Kur’an’ı vahyetmekle biz, sana kıssaların en güzelini anlatıyoruz. Gerçek şu ki, daha önce senin bundan hiç haberin yoktu.”

Yukarıdaki ayetlerin ifadelerinden anlaşılan, Hz. Muhammed’in ümmi olduğudur. Yani okuma yazma öğrenme hususunda eğitim görmediğidir. Yusuf Suresinin üçüncü ayetinde, ümmi kelimesi geçmez. Fakat peygamberin, okuma bilmediği için haberinin olmadığı konuların vahyedildiğini ifade eder.

Ümmi kelimesinin Kur’an ayetlerinde geçen diğer bir kullanımı, kitap verilmeyenler anlamındadır.

3 Ali İmran Suresi 20: “Buna karşı seninle münakaşaya kalkışırlarsa de ki: “Ben, bana uyanlarla birlikte kendi özümü Allah’a teslim etmişimdir”. Kendilerine kitap verilenlere ve (kitap verilmeyen) ümmilere de ki: “Siz de İslâm’ı kabul ettiniz mi?” Eğer İslâm’a girerlerse hidayete ermiş olurlar. Eğer yüz çevirirlerse, sana düşen şey ancak tebliğ etmektir. Allah kulları görendir.”

Ayetteki kitap verilmeyen ümmiler olarak, Hz. Muhammed’in içerisinde bulunduğu Arap halkı kastedilmektedir Bu anlamı aşağıdaki ayetle daha netleşmektedir..

62 Cuma Suresi 2: “O’dur ki ümmiler içinde, kendilerinden olan ve onlara Allah’ın ayetlerini okuyan, onları temizleyen, onlara kitap ve hikmeti öğreten bir Peygamber gönderdi. Oysa onlar, önceden apaçık bir sapıklık içinde idiler.”

Kur’an’da ümmi kelimesi ile kastedilen diğer bir anlamı, kitabı bilen, okuyan, ama bilmezlikten gelen kişi şeklindedir.

2 Bakara Suresi 78: “Bunların bir de ümmî kısmı vardır, kitabı bilmezler, ancak birtakım kuruntu yığınına, boş saplantılara kapılır ve zan içinde dolaşır dururlar.”

79: “Artık o kimselerin vay haline ki, kendi elleriyle kitap yazarlar da sonra biraz para almak için “Bu Allah katındandır.” derler. Artık vay o elleriyle yazdıkları yüzünden onlara, vay o kazandıkları vebal yüzünden onlara!”

Bakara Suresinin yukarıdaki iki ayetinden ilkinde, ümmi kimselerin, kitabı bilmedikleri halde, kendi kuruntuları ile hareket ederek, boş zan ve saplantıları olan kişiler olduğu ifade edilmektedir. Surenin sonraki ayetinde, bu şahısların bir başka özelliklerinden bahsedilmektedir. Ümmi olarak nitelenen bu insanların, kendi elleriyle kitap yazdıkları ifade edilmektedir.

Kitap yazabilen kişilerin okuma yazma bilmeyen anlamında ümmi olmadıkları açıktır. Kitap yazabilen bu kişilerin ümmiliği, kendi elleriyle yazdıkları kitabı “Allah katındandır” diyerek, insanları kandırmaya çalışmalarından gelmektedir. Bu durum, cahillikten de öte bir haldir.

İşte Kur’an’ın asıl uyarmak istediği kişiler, bu anlayışta olanlardır. Bunlar, okuma yazma bilmeyen ümmilerden çok daha kötüdürler. Kitabı okuyup bildikleri halde, kendi düşüncelerini, kendi zanlarını, sanki Yüce Yaradan’ın isteğiymiş gibi anlatarak insanları kolayca kandırırlar. Fakat Kur’an, “vay onların haline” diyerek bunların sonunun çok kötü olacağını beyan etmektedir.

Kur’an’a göre asıl ümmiler, bilmedikleri halde, çok şey biliyormuş gibi görünmeye çalışan bu insanların kendileridir.

KUR'AN ÜZERİNE kategorisine gönderildi | KUR’AN’A GÖRE, ÜMMİ OLANLAR için yorumlar kapalı

DÜNYAYA, SALİH AMEL İŞLEYENLER VARİS OLACAKLARDIR

DÜNYAYA, SALİH AMEL İŞLEYENLER VARİS OLACAKLARDIR

Daha önce yayınladığımız “Allah’ın Yeryüzündeki Halefi, İnsandır” başlıklı yazımızda, konuyu Kur’an ayetleriyle irdelemiştik. Bakara Suresinin 30uncu ayetine göre, insanlar, yeryüzünde Yüce Yaradan’ın vekil yöneticileridir.

İsmail Hakkı Bursevi’ye göre, Yüce Yaradan’ın halifesi olmanın sırrı, yaratılış özelliklerindedir.

“Allah insanı Kendi zatının sıfatlarının suretinde hayat sahibi, çekip çeviren, işiten, gören, bilen, güç sahibi, konuşan ve iradesi olan bir varlık olarak yaratmıştır.”

İnsanları, dünyada Kendisinin halefi olarak konuşlandıran Yüce Yaradan, bu görevi layıkıyla yapabilmemiz için, bizlere çok güzel özellikler vermiştir. Fakat Allah, verdiği vekâleti kötüye kullananlardan, yani emanete ihanet edenlerden hesabını soracağını her fırsatta bizlere iletmiştir. Aynı şekilde, kibirlenerek, Kendisine kulluk etmeyenleri, yani öğütlerine uymayanları da cezalandıracağını kesin bir dille ifade etmiştir.

Yeryüzünde halifelerin önderi yaptığı peygamberlerini bile, bu konuda ikaz etmiştir.

38 Sad Suresi 26: “Ey Davud! Gerçekten biz seni yeryüzünde bir halife yaptık. Artık insanlar arasında hak ile hüküm ver. Keyfe, arzuya uyma ki, seni Allah yolundan saptırmasın. Çünkü Allah yolundan sapanlar, hesap gününü unuttukları için kendilerine çok şiddetli bir azap vardır.”

Ayet önce, Davud’un, gerçekten halife yapıldığını vurguluyor. Buradan bizim anladığımız, halifelerin önderi yapıldığı şeklindedir. Ayet daha sonra, halife olmanın gereklerini kısaca sıralıyor. Halife olabilmek için hak ile hüküm vermek, keyfe yani nefse uymamak, Allah yolunda yürümek gibi özellikler gerektiğini anlatıyor.

Ayetin sonunda, Allah yolundan sapanlar uyarılıyor. Onlara çok şiddetli azap olduğu beyan ediliyor. Bu ikazlara rağmen, insanların birçoğu, halife olmanın gereklerine uymuyor. Dolayısıyla cezalandırılıyorlar.

10 Yunus 73: “Buna rağmen yine de onu inkâr ettiler. Biz de onu (Nuh’u)  ve gemide kendisiyle beraber olanları kurtardık. Ve onları yeryüzüne halifeler yaptık. Ayetlerimizi inkâr edenleri ise suda boğduk. Bak işte uyarılanların akıbeti nasıl oldu.”

Ayetten anlaşıldığı gibi, halifelik görevinin gereğini yapmayarak, aksine inkâr edenler, Yüce Yaradan tarafından cezalandırılıyorlar. Allah’ın yolundan gidenler, yeryüzüne halife yapılıyorlar.

İnsanların birçoğunun, emanete ihanet ettiklerini gören Allah, halef olma ile varis olma arasındaki farkı şöyle gözler önüne sermiştir.

21 Enbiya Suresi 105: “Ant olsun ki, Tevrat’tan sonra Zebur’da da, yeryüzüne ancak güzel (salih amel işleyen) kullarımın varis olacağını yazmıştık.”

Yukarıdaki ayeti irdelerken, iki yönüne dikkat etmemiz gerekmektedir. İlki, Yüce Yaradan’ın indirdiği kitapların hepsinde benzer şeylerin aktarıldığı hususudur. Bilindiği gibi, Allah’ın, peygamberlerine indirdiği ilk iki kitap, Tevrat ve Zebur’dur. Demek ki Yüce Yaradan, halife olmak ile varis olmak arasındaki farkı, peygamberlerine indirdiği ilk kitaptan itibaren hep vurgulamış.

Ayetin bize söylemek istediği diğer önemli husus, yeryüzüne ancak salih amel işleyen kullarının varis olacağı gerçeğidir. Buradan anlaşılan, insanlık var oldukça, salih amel işleyen kullar da var olacaklar. Kula kulluk etmeyen bu yapıda insanlar var oldukça ve Allah’ın yolundan ayrılmadan bozgunculara karşı mücadele ettikçe, zalimler ve inkârcılar, inşallah yenilmeye devam edecekler.

Enbiya Suresinin 105inci ayetiyle ilgili bizim bu yorumumuzu, aşağıdaki ayet kuvvetlendirmektedir:

61 Saff Suresi 8: “Onlar ağızlarıyla Allah’ın nurunu söndürmek istiyorlar. Hâlbuki kâfirler istemeseler de, Allah nurunu tamamlayacaktır.”

Şüphesiz ki, en şaşmaz vaat, Allah’ın vaadidir.

KUR'AN ÜZERİNE, Sosyal kategorisine gönderildi | DÜNYAYA, SALİH AMEL İŞLEYENLER VARİS OLACAKLARDIR için yorumlar kapalı

İSLÂM’DA KÖLE VE ESİR KONUSU ÜZERİNE

İSLÂM’DA KÖLE VE ESİR KONUSU ÜZERİNE

 

Önceki makalelerimizden “İslâm’da Cariye Konusu Üzerine” başlıklı yazımızda, konumuzla da bağlantılı olan bazı bilgiler vermiştik. Yazımızda ifade ettiğimiz gibi, Kur’an meallerindeki bazı kelimelerin tercümelerindeki ciddiyet eksikliği, bizleri yanıltmaktadır. Yazımızın başlığıyla ilgili olan ve bizi yanıltan tercümeleri şöyle toparlayabiliriz.

İslâm âlimlerinin çoğunun köle olarak tercüme ettikleri kelimeler, Kur’an’da, aynı kelime olarak geçmemektedir. Kur’an’da “ma meleket eyman” olarak geçen ibarenin nasıl yanlış tercüme edildiğini, cariye konusundaki yazımızda örneklerle açıklamıştık. Meal yazan bu âlimler, Kur’an’da “rakabe”, “abdu” şeklinde ayrı ayrı geçen kelimeleri de, sadece “köle” olarak tercüme etmişler. Ancak Ali İmran Suresi 182 gibi bazı ayetlerin meallerinde, “abd” kelimesi “Allah’ın kulu” olarak çevrilmiştir.

“Abd” kelimesinin Türkçe karşılığı “kul” demektir. Kul ile köle arasında fark vardır. İnsanlar, Yüce Yaradan’ın “kulları”dır. Eski anlayışa göre halk, kralların veya padişahların “kulları”dır. Ama insanlar, ne Allah’ın ne de padişahların köleleri değildir. Kur’an bu ayrımı yapmaktadır. Kur’an’da, bizim anladığımız anlamda köle uygulaması için geçen söz “rakabe”dir. Kur’an bu kelimeyi, o dönemdeki mevcut uygulamayı anlatırken kullanır. Bu kelimeyi kullandığı her ayette de, “köle azat etmek gerekir” şeklinde bir ifade ile geçer. Nisa Suresi 92, Maide Suresi 89, Bakara 177 gibi ayetler, bu konuya birer örnektir.

Demek ki, Kur’an, bizim bildiğimiz anlamdaki ve Kur’an’ın indiği dönemde mevcut olan kölelik anlayışına karşıdır. Her fırsatta, köle azat etmemizi isteyerek, köleliğin kötü olduğunu insanların anlamasını sağlamaya çalışmaktadır.

Bazı meallerde, “köle” ve “esir” tercümelerinde de hata yapıldığını görmekteyiz. Bakara 177 de geçen “rıkabi” sözü, aynı tefsirde hem köle, hem de esir olarak çevrilmiştir. Hâlbuki bu ikisi, birbirinden farklı iki terimdir. Esirler, köle değildir. Köle yapılamaz.

Kur’an’da, esirler kelimesi “esra” olarak geçer. Esirler konusunu işleyen ve Mekke’de inen ayetler şunlardır:

76 İnsan Suresi 8: “Düşküne, yetime ve esire seve seve yemek yedirirler.”

9: “Size sırf Allah rızası için yemek yediriyoruz. Sizden ne bir karşılık, ne de bir teşekkür bekliyoruz.”

10: “Biz sert ve belalı bir günde Rabbimizden korkarız.” derler.

Yukarıdaki ayetlerin indiği dönemde, Müslümanların esirleri yoktu. Dolayısıyla Yüce Yaradan, esirlere seve seve yemek yedirirler derken, müşriklere esir düşmüş insanları kastetmektedir. Demek ki, Allah, bizden, kimlere esir düşmüş olurlarsa olsunlar, esirlere iyi muamele etmemizi istemektedir.

Medine’de inen Enfal Suresi ve Muhammed Suresinde de esirler konusu işlenir.

8 Enfal Suresi 70: Ey Peygamber, elinizdeki esirlere de ki: “Eğer Allah sizin kalplerinizde bir hayır bulursa, sizden alınandan daha hayırlısını size verir ve günahlarınızı bağışlar. Çünkü Allah bağışlayıcıdır.”

Yukarıdaki ayet peygamberden daha çok, esirlere yol gösteriyor. Eğer Yüce Yaradan, esirlerin kalplerinde düzgün ve hayra yol açacak düşünceler bulursa, Allah’ın, onlara eski hallerinden daha iyisini vereceği ifade ediliyor.

O halde, esirlere düşen ilk sorumluluk, kalplerinden kötülük fikrini atmaktır. Kalplerinde ne düşündüklerini karşılarındaki insanlar bilemeyebilir. Fakat Yüce Yaradan, her insanın içinden geçirdiklerini bilir. Bunda şüphe yoktur. Bu durumdan şüphe duyan esirleri, Allah, bir sonraki ayetiyle uyarıyor.

71: “Eğer sana hıyanet etmek isterlerse iyi bilsinler ki, bundan önce Allah’a hainlik ettiklerinden dolayı Allah onların ezilmelerine imkân verdi. Allah her şeyi hakkıyla bilen hüküm ve hikmet sahibidir.”

Demek ki, esirlerin bu hale düşmeleri, daha önce Allah’ın gösterdiği yoldan gitmeyip, aksine hıyanet etmeleridir. Bu hallerini, esirlerin kendileri iyi bilirler. Dolayısıyla, karar kendilerinindir. Ayetin sonundaki ifadeye göre, Yüce Yaradan, esirlerin karalarına karşılık verecektir. Her şeyi hakkıyla bilen Allah, tek hüküm ve hikmet sahibidir. Onun vereceği hükmü kimse değiştiremez.

Esirler konusuyla ilgili olarak, Kur’an’da geçen Medine’de inen diğer bir ayet:

47 Muhammed Suresi 4: “Savaşta inkâr edenlerle karşılaştığınız zaman hemen boyunlarını vurun. Nihayet onlara üstün geldiğiniz zaman bağı sıkı bağlayıp esir alın. Sonra harp ağırlıklarını atıp, savaş bitince de onları ya karşılıksız olarak, ya da fidye ile salıverin. Allah’ın emri budur. Eğer Allah dileseydi onlardan başka türlü de intikam alırdı. Fakat böyle olması sizi birbirinizle denemek içindir. Allah yolunda öldürülenlere gelince, Allah onların amellerini asla boşa çıkarmaz.”

Yukarıdaki ayet, savaşta esir alanlara hitabetmektedir. Ayet Medine’de indiği için, bazı savaşlarda, Yüce Yaradan’ın yardımıyla galip gelerek esirler alan müminlere yol göstermektedir. Ayet net olduğundan ayrıca bir yoruma gerek yoktur.

Demek ki, Kur’an’a göre, köle ile esir konusu birbirinden farklı şeylerdir. Kur’an, köleliğe karşıdır. Esirlere de, iyi muamele edilmesini istemektedir. Ama sorumluluğu sadece esir alanlara yüklememektedir. Esirlere de sorumluluk yüklemektedir. Hattâ denilebilir ki, esirlerin kalplerini düzeltme yükümlülükleri, çok daha önemli görülmektedir. Kendini düzelten ve Allah’ın yoluna giren esirlere, Yüce Yaradan, doğrudan Kendisinin yardım edeceğini ifade etmektedir.

KUR'AN ÜZERİNE, Sosyal kategorisine gönderildi | İSLÂM’DA KÖLE VE ESİR KONUSU ÜZERİNE için yorumlar kapalı

ŞURA İLE DEMOKRASİ ARASINDAKİ FARK

ŞURA İLE DEMOKRASİ ARASINDAKİ FARK

 

Bu sitede yayınladığımız “İslâm ve Demokrasi” ve “Demokrasi Bir Rejimin Adı mıdır” “Demokrasi, Elektokrasi Değildir” başlıklı yazılarımızda demokrasi hakkındaki fikirlerimizi belirttik. Bu yazımızda bir başka açıdan değerlendirme yapmaya çalışacağız.

Bilindiği gibi, günümüzde en güzel yönetim tarzı olarak demokrasi benimsenmiştir. Buna rağmen insanlar, demokrasinin ne olduğu üzerinde tam olarak anlaşma sağlayamamışlardır. Fikir birliğine varılan hususlar, daha çok, demokrasinin ne olmadığı hakkındaki düşüncelerdir. Bu tanım sorunu, sadece maddeten geri kalmış ülkelerde değil, maddeten kalkınmış ülkeler için de geçerlidir.

Demokrasi hakkındaki her üç yazımızda ifade ettiğimiz aksaklıkların temelinde yatan sebep, insana bakış açısından kaynaklanmaktadır. Demokrasi ile yönetilen hemen bütün ülkelerde, yöneticilerin büyük çoğunluğunun insana bakışları birbirine benzerdir. Bu anlayıştaki yöneticiler insana sadece “sayı” olarak bakarlar. Onlara göre insanın tanımı ile “oy” aynıdır. Bir “oy” fazla alan, kendini kral veya padişah gibi görür. Kendinde bütün yetkileri topladığını düşünür.

Bu durum sadece siyasi yöneticiler için değil, diğer kurumlar için de geçerlidir. Çünkü kurumların hepsi, aynı demokrasi sisteminin müesseseleridir. İster bir spor kulübünde, ister bir meslek kuruluşunda, ister aynı köyün veya ilçenin insanlarının kurduğu dernekte olsun, bakış açısı değişmez. Hepsinde de yönetime aday olanlar, insanlara “oy” gözüyle bakarlar. Onlarla ilişkilerini bu minval üzerine kurarlar. Bir yönetim adayı için, seçim dönemi geldiğinde, isterse dernekteki bütün insanlarla yıllarca birlikte yaşıyor olsun, farketmez. Bir aday için, birlikte arkadaşlık yaptığı insanlar bile, sadece “oy” hesabıdır.

Durum böyle olunca, demokrasi artık “istatistiğe” dönüşür. İstatistikte bir fazla olan vekâleti alır. Vekâleti kapan, eskilerin deyimiyle, parsayı toplar. Ortada toplanacak parsa olunca, “oy”un önemi artar. Oy vereceklere, toplanacak parsaya mahsuben küçük bir payın verilmesi gerekli hale gelir. Nitekim seçimle yöneticilerini seçen bütün ülkelerde, bütün kurumlarda, mevcut idarecilerin zamanlarının ve masraflarının %80’i yeniden seçilebilmek için harcanır. Böyle yapmayan yönetici bir daha seçilemez. Böyle yaptıkları halde bile, bazen seçilemezler. Çünkü kendilerinden daha çok para ve zaman harcayan, daha güzel yalan söyleyen rakipler çıkabilir.

Aslında, gerçekten uygun bir sistem olan demokrasiden, bütün dünyada şikâyetçi olunmasının sebebi, insana ”sayı” veya  “oy” olarak bakılmasıdır. Eğer demokrasiyi gerçekten rayına oturtmak istiyorsak, insanın ilahi boyutunun olduğunu hatırlamamız gerekir.

 Bu sitede yayınladığımız “Hayatın İlahi Bir Anlamı Olmazsa, Her Şey Manasızlaşır” başlıklı yazımızda, insanların mutluluğu ve huzuru için, hayatın ilahi bir anlamı olduğunu görmemiz gerektiğini ifade etmiştik. Buradan hareketle, hayatın ilahi anlamı olduğunu düşünen insanların oluşturdukları demokrasi sistemi, güzel bir anlam kazanır. Böyle bir ortamda demokrasi “istatistik” olmaktan çıkar. Bir “şura” haline dönüşür.

Şura, insanların ilahi boyutlarını düşünen şahıslarla, yani iman sahipleri ile yapılır. Böyle yapılan şuralar faydalı olur. Konuyu daha iyi anlayabilmek için, “Demokrasi Elektokrasi Değildir” başlıklı yazımızın sonunda yazdıklarımıza bir göz atalım:

“Şurası kesin bir gerçektir ki, demokrasi mücadelesi dünya çapında verilmediği zaman, ülkelerin kendi başlarına demokratikleşmesi çok zor olur.

Demokrasinin alt bileşenleri olan ekonomik, siyasi, hukuki, kültürel konularda demokratikleşmenin sağlanması, ilgili Kur’an hükümlerine uyulmasıyla doğru orantılıdır. Kur’an anlatımlarında, ekonomideki infak, siyasetteki emaneti ehline verme, hukuktaki düşmanınıza karşı bile adaletli davranma, kültürdeki halka en faydalı insanın takva olarak Allaha en yakın olan insan olması gibi konular bizlere demokrasiyi yerleştirmemiz için umut ışıklarıdır.”

Kur’an’da, Ali İmran Suresi 159uncu ayette, bu hususta bize yol gösterilmektedir: “Sen (o zaman), sırf Allah’ın rahmetiyle onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi. Artık onları sen bağışla, onlar için Allah’tan mağfiret dile. (Yapacağın) işlerde onlara da danış, bir kere de azmettin mi, artık Allah’a dayan. Muhakkak ki Allah kendine dayanıp güvenenleri sever.”

Ayetin başındaki ifadelerden anlaşıldığına göre peygamber Hz. Muhammed (s.a.v.), insanları sayı olarak görmüyor. Bilindiği gibi bu ayet Uhud Savaşı sonrasında inmiştir. Uhud Savaşı sırasında, okçuların emirleri dinlemeyerek ganimet peşine koşmaları sebebiyle, kazanılmış savaş kaybedilme seviyesine gelmiştir. İnsanların bu büyük hatalarına rağmen peygamber, onlara, Allah’ın rahmeti sayesinde, yumuşak davranmıştır. Yani onların ilahi bir boyutlarının olduğunu düşünerek davranmıştır. Onların iman sahibi olduklarını hesaba katmıştır.

Nitekim ayetin devamında Yüce Yaradan, peygamberinden, onları bağışlamasını ve Allah’ın bağışlaması için de, dua etmesini istemiştir. Eğer Yüce Yaradan, onların iman sahibi olduklarını, ama bir an için nefislerine yenildiklerini düşünmeseydi, peygamberine yumuşak davranması için yardım etmezdi. Ayrıca ayetin devamında da, onlarla ve diğer arkadaşlarıyla istişare etmesini emretmezdi.

Demek ki, insanların ilahi bir yönlerinin olduğunu hesaba katmak gerekiyor. Demek ki, insanların ilahi yönlerinin olduğunu düşünerek, onlara bir fırsat daha vermek faydalı oluyor.

Demek ki, iman sahibi olmak çok önemlidir. İman sahibi insanlar, hata yapsalar bile, hatalarını düzeltebilecek yapıya sahip oluyorlar. Demek ki, şuralar, iman sahibi insanlarla yapılırsa faydalı olmaktadır.

Şura ile günümüzdeki demokrasi anlayışı arasındaki temel fark, insanın ilahi bir yönünün olduğunun ciddiye alınıp alınmaması hususudur. Şura ve istişare, iman sahibi insanlarla yapılırsa faydalıdır. Demokrasi, insanın ilahi boyutunu ihmal ederse, istatistiğe dönüşür.

Sosyal kategorisine gönderildi | ŞURA İLE DEMOKRASİ ARASINDAKİ FARK için yorumlar kapalı

ALLAH’IN VASIFLARI, 99 İSİMLE SINIRLANDIRILAMAZ

ALLAH’IN VASIFLARI, 99 İSİMLE SINIRLANDIRILAMAZ

 

İslâm âlimlerinin, Allah’a 99 isimle hitap etmelerinin sebebi olarak, aşağıdaki ayetler belirtilmektedir.

7 Araf Suresi 180: “Oysa en güzel isimler Allah’ındır. Bundan dolayı Allah’a onlarla dua edin. Onun isimleri hakkında gerçeği çarpıtan inkârcıları terkedin. Onlar yakında yaptıklarının cezasını çekecekler.

20 Taha Suresi 8: “Allah O’dur ki, kendisinden başka hiçbir ilâh yoktur. En güzel isimler Onundur.”

59 Haşr Suresi 24: “O, yaratan, var eden, varlıklara şekil veren Allah’tır. En güzel isimler Onundur. Göklerde ve yerde olanlar O’nun şanını yüceltmektedirler. O, galip olan, her şeyi hikmeti uyarınca yapandır.”

Ayetlerde, net olarak görüldüğü gibi, sadece “en güzel isimler Onundur” denilmektedir. Kur’an’ın başka ayetlerinde, bu isimlerin bazıları geçmektedir. Fakat 99 isim diye bir ifade ve ibare kesinlikle yoktur.

Peki, bu 99 isim ifadesi Kur’an’da olmadığına göre, nereden gelmektedir? Bu konuda bilgi veren guruplar, aşağıdaki hadisleri aktarmaktadırlar.

“Allah’ın 99 ismi vardır. Bu isimleri ezberleyen kimse cennete girer.” (Buhârî, Deavat, 68. VII, 169)

“Allâh’ın 99 ismi vardır. Bu isimleri sayan kimse cennete girer.” (Müslim, Zikr, 6. III, 2062)

Hz. Muhammed’e (s.a.v.) atfen ifade edilen bu sözlere baktığımızda Kur’an ile tamamen bir çelişki olduğunu görmekteyiz. Kur’an, Cennete giden yolu, önce iman etmek, sonra salih ameller işlemek olarak göstermektedir. Kur’an’da bu hususu ifade eden çok sayıda ayetten bir tanesi de, Bakara Suresi 82inci ayettir: “İman edip salih ameller işleyenler, işte öyleleri de cennet ehlidirler ve orada ebedî kalıcıdırlar.”

Kur’an’daki bunca ayet varken, bir peygamberin bu ayetlerin aksine bir beyanda bulunması mümkün müdür? Elbette mümkün değildir.

Peki, yukarıdaki hadislerden ne anlaşılmaktadır? Allah’ın 99 ismini ezberleyen veya sayan kişinin cennete gireceği anlaşılmaktadır. Buhari’ye göre cennete girmek için 99 ismi ezberlemek gerekir. Müslim’e göre ise, ezberleme zahmetine de gerek yoktur. Sadece saymak yeterlidir.

Her iki hadis âliminin de aktardıkları ifadede, Allah’ın isimlerini ezberleyen veya sayan kimsenin niteliği hakkında bir ibare yoktur. Yani isimleri sayan kişi, ister iman etmiş isterse etmemiş biri olsun, farketmemektedir. İsterse Allah’ın tavsiye ettiklerinin tersini yapan bir şahıs olsun, yine farketmemektedir. İsimleri sayması, cennete girmesi için yeterli görülmektedir.

Yukarıdaki hadislere göre, günümüzdeki gelişmiş iletişim çağında, az da olsa akıl sahibi ve konuşabilen her insanın cennete girmesi mümkündür. Allah’ın 99 isminin yazıldığı bir yerden okuyacak veya karşıdakinin söylediği isimleri tekrar edecek kapasitede olan insan sayısını düşünürsek, cennete girmeyen insan pek kalmaz herhalde. Hattâ sağır ve dilsiz insanlar bile, günümüzün gelişmiş teknikleriyle bu sayma işini başarabilirler.

Hz. Muhammed’e atfen beyan edilen ve Kur’an ile tamamen zıt olan bu durumu tespit ettikten sonra, yazımızın asıl konusuna dönelim. Konumuz, Allah’ın vasıflarının sadece 99 isimle sınırlanamayacağı idi.

Yazımızın başındaki ayetlerdeki ifadeler, birbirinin aynısıdır. Hepsi de sadece “en güzel isimler Allah’ındır“ demektedir. Hiçbir ayette, “Allah’ın vasıfları ve kapasitesi, isimlerinde ifade edilenlerdir” denilmemektedir.

Allah’ın vasıfları ve kapasitesi hakkında, Kur’an’da ifadeler var mıdır diye baktığımızda, şu ayetleri görmekteyiz:

18 Kehf Suresi 109: Deki: “Eğer Rabbimin sözlerini yazmak için deniz mürekkep olsa, Rabbimin sözleri tükenmeden önce, deniz muhakkak tükenecekti, bir mislini daha yardımcı getirsek bile.”

31 Lokman Suresi 27: “Eğer yeryüzündeki ağaçlar hep kalem olsa, deniz de arkasından yedi deniz daha kendisine destek olduğu halde mürekkep olsa, yine de Allah’ın sözleri yazmakla tükenmez. Şüphesiz ki Allah çok güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.”

Yukarıdaki her iki ayet de, çok net. Allah’ın vasıfları ve kapasitesi, bizim aklımızın alamayacağı ölçüde sınırsızdır. Allah’ın sözlerinin, yani kapasitesinin, biz insanların kendi dillerimizde bulduğumuz isimlerle sınırlandırılması, Yüce Yaradan’ın yaratıcılığı ile bağdaşmaz.

Allah’ım, Seni daha iyi anlayabilmek ve anlatabilmek için, ilmimizi artır.

Senin, her şeye gücün yeter.

KUR'AN ÜZERİNE kategorisine gönderildi | ALLAH’IN VASIFLARI, 99 İSİMLE SINIRLANDIRILAMAZ için yorumlar kapalı

NİMETLER İNSANLAR İÇİN, FAKAT AZGINLIK YASAK

DÜNYA NİMETLERİNDEN FAYDALANMAK SERBEST, AZGINLIK YASAK

 

Başlığımız tamamen Kur’an ayetlerine dayanarak belirlenmiştir. Kur’an içerisinde bu hususları ifade eden çok sayıda ayet vardır. Biz öncelikle, bu konuyu arka arkaya işleyen ayetleri ele alacağız.

51 Zariyat Suresi 43üncü ayet: ‘Semud kavminin helâkinde de bir ibret vardır. Hani onlara: “Belirli bir süreye kadar dünyadan yararlanıp, geçinin!” denmişti.’

44: “Onlarsa Rablerinin emrine karşı büyüklük tasladılar. Bunun üzerine kendilerini, bakıp dururlarken yıldırım yakalayıp, çarptı.”

43üncü ayette, helâk edilen Semud kavminden bahsediliyor. Onların helâk edilişinde, bizler için bir ibret olduğunu ifade ediyor. Sonrasında da, gelişen olayları hatırlatıyor. Onlara belirli bir süreye kadar dünya nimetlerinden faydalanarak yaşamlarını sürdürmeleri tavsiye ediliyor.

Ayetteki “belirli bir süreye kadar” sözü, muhtemelen insanların sınırlı ömürleri olmasının bir ifadesidir. Nitekim bu ifade Ali İmran Suresinin 145inci ayetinde net bir şekilde belirtilmiştir: “Allah’ın izni olmadıkça hiçbir kimseye ölmek yoktur. (Ölüm) belirli bir süreye göre yazılmıştır. Kim dünya menfaatini dilerse, kendisine ondan veririz. Kim de ahiret sevabını isterse ona da ondan veririz. Biz şükredenleri mükâfatlandıracağız.”

Demek ki, bu dünyadan faydalanmamız, her bir kişi için belirli bir süreye kadardır. O süreyi sadece Yüce Yaradan bilmektedir. Bu süre içerisinde isteyene, Allah, dünya menfaatleri vermektedir. Bu ayetteki “menfaat” ifadesi muhtemelen, kişinin hırsını tatmin için, hangi yolla elde edilirse edilsin, sadece dünya nimetleri için çalışması anlamındadır. Yalnızca dünya malıyla ilgili hırslarını tatmin etmek isteyenlere, Kur’an’a göre, Yüce Yaradan olumlu cevap veriyor. Fakat sadece dünya menfaatini isteyenlere ahiret nimetlerinden verilmiyor. Onlar bütün haklarını bu dünyada kullanmış oluyorlar. Ahiret hayatında doğrudan cehenneme atılıyorlar.

Dünya nimetlerinin insanların faydalanması için oluşturulduğunu ifade eden bir başka Kur’an ayeti Araf Suresi 32inci ayettir: ‘De ki: “Allah’ın kulları için çıkardığı ziynetleri ve tertemiz rızıkları kim haram kılmış?” De ki: “Bunlar, bu dünya hayatında inananlar içindir, kıyamet gününde de yalnız onlara mahsustur”. İşte böylece biz ayetleri bilen bir topluluğa uzun uzun açıklıyoruz.’

Ayette net olarak ifade edildiği gibi, Allah, ziynetleri biz insanlar için oluşturmuş. Diğer bütün nimetleri de, faydalanmamız için bize tahsis etmiştir. Yüce Yaradan’ın bizden istediği, bu nimetlerden tertemiz bir şekilde, yani helâlinden faydalanmaya çalışmamızdır.

Yazımızın başında verdiğimiz Zariyat Suresinin 44üncü ayeti şöyle idi: : “Onlarsa Rablerinin emrine karşı büyüklük tasladılar. Bunun üzerine kendilerini, bakıp dururlarken yıldırım yakalayıp, çarptı.”

Ayete göre, Semud kavmi sadece Cehennem ile cezalandırılmamıştır. Onlar, ahiret hayatına ulaşamadan bu dünyada helâk edilmişlerdir. Onlar, muhakkak ki ahiret hayatında da Cehennem ile cezalandırılacaklardır. Hattâ Kur’an ifadelerine göre Cehennemin en azap verici bölgesinde olacaklardır.

Peki, acaba kimler bu dünyada da helâk olma cezasına çarptırılıyorlar? Kur’an’da, çok sayıda ayette bu konuda bilgi verilmektedir. Verilen bu bilgilerden anlaşıldığına göre, Allah’ın ayetlerini yalanlayanlar ve kibirlenenler, bu dünya hayatında da helâk edilmişlerdir.

Bilindiği gibi, Yüce Yaradan’ın ayetleri, yani delilleri, sadece peygamberleri vasıtasıyla ifade ettiği sözleri değildir. Önce insanın bizzat kendi yaratılış yapısı ve evrende yarattığı her şeydir.

O halde, dünya nimetlerinden tertemiz olarak faydalanmak serbesttir. Fakat elde ettiğimiz nimetlerin çokluğuna güvenerek azgınlık yapmak, yani Yüce Yaradan’ı yalanlamak ve büyüklük taslamak yasaktır. Yasağa uymayanlar bu dünyada da cezalandırılırlar. Kendilerinin nasıl cezalandırıldıklarını da, anlayamazlar. Sadece bakınıp dururlar.

KUR'AN ÜZERİNE, YAŞAM kategorisine gönderildi | NİMETLER İNSANLAR İÇİN, FAKAT AZGINLIK YASAK için yorumlar kapalı