İNSANLIK, TARİHİN AKIŞINA YETİŞEMEZ HALE GELDİ

İNSANLIK, TARİHİN AKIŞINA YETİŞEMEZ HALE GELDİ

 

Olaylara, günlük geçici çözümler üreterek yürümeyi sürdürürsek, insanlığın geleceği için, belli bir bakış açısı sağlayabilmemiz, gün geçtikçe zorlaşacaktır.

Güç odağı olmak isteyenlerin günümüzde başvurdukları yöntemler, birbirine benzemektedir. En iyi bildikleri yöntem, şantajdır. Şantaj ile yıldıramadıklarını, korkutarak yola getirmeye çalışırlar. Bunda da başarılı olamazlarsa, cezbedici teklifler sunarak, kendilerine ram etmeye çalışırlar. Hâlbuki güç odağı olmak isteyen bu insanların uyguladıkları yöntemler, artık eskimiştir. Bunlar aynı yolda yürümeye devam ederlerse, tarihin akışı içerisinde boğulma ihtimalleri artacaktır.

Tarihin akışı içerisinde boğulmayarak ayakta kalacak olanların, insanlığın ortak menfaatlerini, kendi çıkarlarına tercih edenlerin olması ihtimali her geçen gün artmaktadır.

Yirminci yüz yıl ve içerisinde bulunduğumuz 21inci yüz yılın yaşadığımız kısmı, büyük sorunların yaşandığı dönemler olarak tarihe geçecektir. Hattâ, insanlığın, belgelenmiş tarihteki en sorunlu dönemi olarak görülebilecek özelliklere sahiptir.

Bilindiği gibi, yirminci yüz yılda, tarih boyunca görülen en şiddetli ve geniş alana yayılan savaşlar yaşandı. Bilhassa İkindi Dünya Savaşı, en çok ölümün ve yıkımın görüldüğü bir harp oldu.

Belgelenmiş insanlık tarihinin en hızlı nüfus artışı da, bu dönemde gerçekleşti. 1800 yılında 1 milyar olan dünya nüfusu, günümüzde 7,5 milyara ulaştı. Bilim insanlarının araştırmalarına göre, tarihin, on binlerle bahsedilen süresi içerisinde, iki yüz yılın sözünün bile edilmemesi gerekirken, nüfustaki artışın miktarı çok korkunç.

1800 yılından sonrasında, kişi başına düşen enerji tüketimi açısından da inanılmaz bir artış yaşandı. Kişi başına enerji kullanımındaki artış, belki de nüfustaki artışın oranından daha fazladır. Günümüzde, bir İngiliz, her türlü meyve ve sebzeyi yılın her anında yiyebilmektedir. Birleşik Krallıkta yetiştirilen meyve sebzelerin çok sınırlı oldukları düşünülürse, bu malların, dünyanın her bölgesinden getirildiği anlaşılır. Marul, maydanoz gibi sebzelerin, muz benzeri meyvelerin dünyanın uzak bölgelerinden İngiltere’ye getirilebilmesi için harcanan enerjiyi düşünelim. Bu enerjinin, 1800 yılında yaşayan bir İngiliz’in tükettiğinin kat kat fazlası olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Günümüzde bir İngiliz’in yediği kara hayvanı etinin bile çoğu, Yeni Zelanda’dan gelmektedir. Kuş uçuşu 11.000 km mesafeden gelen etler için harcanan enerjiyi düşünelim.

Birleşik Krallık için verdiğimiz bu örnek, G20 ülkelerinin hemen hepsi için geçerlidir. Türkiye, dünyanın 27 devletinden buğday getirmekte, Şili’den ceviz ithal etmektedir. Milli yemeği olan kuru fasulyeyi bile, Çin’den, Madagaskar’dan almaktadır. Hollanda, bir taraftan İngiltere’ye tavuk satmakta, diğer yandan, başka Hollanda şirketleri, İngiltere’den tavuk ithal etmektedir. Bu durum, yani ülkeler arası karmaşık ticaret, ülkelerin çoğu için geçerlidir.

Dünyadaki nüfus artışı ile kişi başına enerji kullanımı birlikte değerlendirilerek çarpan haline getirildiğinde, yeryüzünün varlıklarını kullanma oranımız, 1800 yılına göre yaklaşık 60-70 kat daha fazladır. Milyonlarca yılda oluşmuş petrolü, iki yüz yıl içerisinde kullanıp bitireceğimiz dikkate alınırsa, 60 kat fazla enerji kullanıldığı iddiasının gerçekliği anlaşılır.

Yirminci yüz yılın bir başka özelliği, dünyanın büyük bölümüne hâkim olma mücadelesinin, en yoğun yapıldığı dönem olmasıdır. Bu çaba, sadece savaşlar açısından değildir. Doğadaki tahribat açısından da geçerlidir. Dünyaya ve yeryüzündeki varlıklara egemen olma düşüncesi, her şeyi tahrip etmemize sebep olmaktadır. Bu tahribatta canlı cansız ayrımı olmadığı gibi, insanların yapısı da tahrif edilmektedir. Cansız varlıklardaki bu tahribata ilaveten, bitkiler, hayvanlar ve insanlardaki tahrifatlar dikkate alındığında, 1800 yılı ile kıyaslanamayacak kadar büyük tahribat vardır. Bu sitede yayınladığımız “Salgını, Merhamet ve Yardımlaşma ile Yenelim” başlıklı makalemizde, yapılan tahribatları bütün yönleriyle ölçemediğimizi ifade etmiştik. Yaptığımız tahribatın ölçebildiğimiz kısmını bile, 1800 yılıyla karşılaştırabilsek, aradaki farkın çok korkunç olduğunu görürüz.

Görüldüğü gibi insanlık, tarihin akışına yetişemez hale gelmiştir. Tarihin akışı da, insanlığı, kendi kendisini yok etmesine doğru götürmektedir. İnsanlık, bu gidişatını, durduracak veya tersine döndürebilecek konumda değildir. Çünkü bu tahribatlar, tek merkezden yapılmamaktadır. Nefsinin istekleri doğrultusunda hareket eden hemen hepimizin bu tahrifatta payımız vardır.

İnsanlığın gidişatını çevirecek anlayışı, bilim ve teknolojiden beklememiz de hatalı olur. Çünkü son dönemlerdeki tahrifatları dikkate aldığımızda,  insanlığın yaşadığı sorunların çoğunun sebebinin, bilim ve teknoloji olduğunu görürüz. Hâlbuki bilim ve teknoloji insana hizmet etmelidir. Eğer insana hizmet anlayışını oluşturabilir ve yaygınlaştırabilirsek, bilim ve teknoloji de, insanlığın güzel geleceği için çözümlerin bir parçası olabilir.

Gerek, bilim ve teknolojinin, insana hizmet etmeye başlaması ve gerekse, insanlığın, tarihin akışının hızını yavaşlatması, öncelikle, Yüce Yaradan’ın gösterdiği yolda yürüyen insan sayısıyla doğru orantılıdır. Kendimizi (nefsimizi), gücümüzü veya güçlü insanları tanrı gibi görerek tüketim çılgınlığına ve başkalarının sırtında yükselmeye devam edersek, şansımız yok denecek kadar azalır.

Bu yazı Sosyal kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.