CENNET KADINLARI TANIMI ÜZERİNE  

CENNET KADINLARI TANIMI ÜZERİNE

 

Yazımızın başlığındaki ifade, Kur’an’ın tercümesi olan meallerden alınmıştır. Tercümelere bakılınca, Cennet kadınlarının dünyadan ahirete intikal eden hanımlar olmadığı anlaşılmaktadır. Peki, kimdir bu Cennet kadınları? Bu sorunun cevabına ulaşabilmemiz için, Kur’an’daki benzer tercümelerin Arapçalarını ve aynı Arapça ifadelerin, başka ayetlerde nasıl tercüme edildiğini incelememiz yerinde bir uygulama olacaktır.

Cennet kadınları şeklinde tercüme edilen ifadenin geçtiği yer, Vakıa Suresi 55/35inci ayettir: “inna enşenehünne inşaen” Bu ayetin tercümesini müfessirlerin büyük çoğunluğu şöyle yapmışlar: “Biz, Cennet kadınlarını yeniden yaratmışızdır.” Cennet kadınları olarak tercüme edilen hünne kelimesi, Arapça “he” harfiyle yazılmış. Sözlüğe bakılınca bu kelimenin anlamı, dişi varlıkları tanımlayan “onlar” olarak belirtiliyor. Bu tanımın ne anlama geldiğini daha iyi anlamak için, Arapça gramere kısaca bakalım.

Arapçada kelimeler, cinsiyet bakımından, müzekker ve müennes olarak ikiye ayrılmaktadır. Müzekker, genel olarak erkek varlıkları gösteren kelimelerdir. Müennes ise genel olarak dişi varlıkları gösteren kelimelere denilir. Arapçada, ister insan olsun, ister nesne olsun, ister bir hayvan olsun ya da isterse bir fiil olsun, kelimeler ya müzekkerdir ya da müennestir. Ayrıca müennes kelimeler de, hakiki müennes ve mecazi müennes diye ikiye ayrılmaktadır. Arapçanın bu özellikleri hakkında çeşitli görüşler vardır. Bu görüşler arasında da, bazı farklılıklar mevcuttur. Dolayısıyla, bazı kelimeler için, kimi dilci müennestir, kimisi de müennes değildir demektedir. (Bilindiği gibi benzer yapı Almancada da vardır. Cisimler; erkek, dişi ve yansız olarak ayrılırlar. Örneğin, duvar, dişidir. Masa, erkektir. Pencere, yansızdır. Başlarına gelen ön edatları da bu niteliklerine göre değişir.)

Hünne kelimesinin, yine Arapça “he” ile yazıldığı bir başka ayet ise şöyledir. Ali İmran Suresi 3/7inci ayet: “…Hünne ümmülkitabi…”. Bu ayetin tercümesini, hemen bütün müfessirler “…Onlar (yani, bir önceki ayetten anlaşıldığına göre, muhkem ayetler), kitabın temelidir (anasıdır)” şeklinde tercüme etmişler. Aynı ayetin devamında ise şöyle bir ifade daha var: “…verrasihünne fiyl ilmi yekuulune amenna bihi…”. Müfessirlerin bu cümleyi tercümeleri de şu şekilde olmuş: “İlimde kökleşmiş (ilerlemiş) olanlar ise, ‘biz O’na inandık’ derler”. Ayetin bu kısmındaki “hünne” kelimesi Arapça “ha” ile yazılmış.

Yukarıda verdiğimiz Ali İmran Suresinin 7inci ayetindeki “hünne” kelimesinin nitelemesi, aynı ayetin bir önceki ifadesinin tarifiyle “muhkem ayetlerdir”. Ayet uzundur. Biz konumuzla ilgili olan başlangıçtaki cümleleri irdeleyeceğiz. Ayet şöyle başlamaktadır: “Sana bu kitabı indiren O’dur. Ondan bir kısım ayetler muhkemdir. Onlar kitabın temelidir (anasıdır)…” Bu bölümün Arapçası şöyledir: “Hüvelleziy enzele aleykelkitabe minhu ayatun muhkematün hünne ümmülkitabi…”

Ayetten anlaşıldığı gibi, Hünne ile tanımlanan zamir, muhkem ayetlerdir. Ayetteki ayat ve muhkemat kelimelerinin Arapça yazılışının sonu “te” ile bitmektedir. Bazı dilciler bu şekilde biten bazı kelimeleri, müennes kabul etmektedir. Demek ki, buradaki hünne kelimesinin nitelediği muhkem ayetler teriminin, müennes yani dişil kelimelerden olma ihtimali vardır. Böyle olmasa bile, ayette geçen haliyle, hünne kelimesinin, “kadın” manası yoktur.

Şimdi, aynı müfessirlerin, Vakıa Suresinin 35inci ayeti ve Ali İmran Suresinin 7inci ayetiyle ilgili tercümelerini bir daha dikkatlice inceleyelim. İki tercümenin farklı olduğunu göreceğimiz için, aynı kelimeleri aynı anlamlarında tercüme ederek tekrar ele alalım. Bu durumda iki ihtimal önümüze gelmektedir.

Birinci tercüme; eğer Vakıa 35i “Cennet kadınları” olarak tercümesini kabul edersek, Ali İmran’ın 7inci ayetini de, “Cennet kadınları, kitabın anasıdır (temelidir)” şeklinde anlamamız gerekiyor. Çünkü her iki ayette de “hünne “kelimesi, Arapça “he” ile yazılmış. “Cennet kadınları kitabın anasıdır (temelidir)” tercümesini kabul edecek bir kişi var mıdır acaba?

İkinci tercüme, eğer Ali İmran 7inci ayetteki tercümeyi, “onlar, kitabın anasıdır (temelidir)… İlimde ilerlemiş olanlar ise ‘biz O’na inandık’ dediler” şeklinde kabul edersek, Vakıa 35inci ayetin tercümesinin de “Biz, ilimde ilerlemiş olanları yeniden inşa etmişizdir.” şeklinde olması gerekmektedir.

Vakıa 35’te “onlar” denilirken neyin kastedildiğini anlamak için irdelemeye devam edelim. Vakıa Suresinin 35inci ayetinde bahsedilenlerin kimler olduğunu, aynı suredeki 27inci ayet net bir şekilde ifade etmektedir: “Ve ashabülyemiyni ma ashabülyemiyn”. Ayetin Türkçesi, “Sağın ashabı, nedir o sağın ashabı (bilir misin?)” Bu ayetteki yemiyn kelimesini, burada sağ el olarak anlamlandırmak uygundur. Ayet, bu soruyu sorduktan sonra, 28’den 35inci ayete kadar, bahsedilen bu ashabın, Cennetteki konumları tanımlanmaktadır. İşte, takip eden 7 ayette konumları anlatıldıktan sonra, 35inci ayette onların, yani “ashabın” yeniden inşa edildiğini vurgulanmaktadır.

Ashab, sahabenin çoğuludur. Eğer sahabenin tanımı, “Hz. Muhammed’i görmüş, onun sohbetlerini dinlemiş, onun davranışlarına şahit olmuş ve ona inanmış” kişiler ise, ayetin bahsettiği ashab, hem erkekleri hem de kadınları kapsar. Eğer sahabenin tanımı, “sahip çıkanlar, koruyanlar, tutanlar” ise, yine hem erkekleri hem de kadınları kapsar.

Vakıa Suresinin 35inci ayetini, tamamen asılsız bir şekilde, “Cennet kadınları, huriler” olarak tercüme edenler, ilimde ilerlemiş olanları da, sadece erkekler olarak ele almaya mahkûm oluyorlar. Bununla da yetinmeyerek, 36ıncı ayetindeki “fece’alnâhünne ebkâren” ifadesini,  “onları hep bakireler yapmışız” şeklinde tercüme etmek mecburiyetinde kalıyorlar. Dolayısıyla ilk başlangıçtaki hatalı tercümeleri, onları, hatalar zincirinin kısır döngüsü içerisine hapsediyor.

Hâlbuki yukarıda belirttiğimiz, ikinci, yani Kur’an anlatımına uyan mantıklı tercümeyi yaparak okuduğumuzda ve ebkaren kelimesinin “bakir, yani günahtan arınmış, tertemiz” manasını dikkate alınca, 36ıncı ayet: “onları (yani sağın ashabını) bakir, temiz, saf ve katıksız yapmışızdır” anlamı çıkmaktadır.  Dikkat edilirse, ayetin bu anlamı ile yukarıda tercüme ettiğimiz 35inci ayetin “Biz, ilimde ilerlemiş olanları (veya sağın ashabını) yeniden inşa etmişizdir” anlamı birbiriyle örtüşmektedir.

Bizim yaptığımız tercümelerde, Vakıa Suresinin 27-40 ayetleri arasında ifade bütünlüğü vardır. Bu bütünlük içerisinde tercümeler şöyledir;

27inci ayet: “Sağın ashabı, nedir o sağın ashabı (bilir misin)”

35inci ayet: “Biz, ilimde ilerlemiş olanları (sağın ashabını) yeniden inşa etmişizdir.”

36ıncı ayet: “onları (sağın ashabı) temiz, saf ve katıksız yapmışızdır”

Hâlbuki konuya kadın merkezli baktığı anlaşılanların tercümelerinde, aynı bölümde ifade ve anlam bütünlüğü yoktur.

Dünyada yaşarken, kadınlara karşı zaafları olduğu anlaşılan, ama aynı zamanda kendilerini inançlı olarak gören bazı insanlar, Cennette kadınsız kalmak istemiyor olmalılar ki, Vakıa Suresinin bir sonraki 37inci ayetindeki “uruben etraben” ifadesini de “kocalarına âşık, hep bir yaşta” olarak tercüme etmişlerdir. Bu müfessirler yaptıkları tercümeler dolayısıyla, dünyada sahip olamadıkları güzellikteki vasıflara sahip kadınlarla, Cennette birlikte olmayı hedeflemiş konumuna düştüklerinin farkında değiller. Muhtemelen, Cennetteki kadınların hem bakire, hem de kocalarına âşık olmasını hayal ediyorlar.

Hâlbuki etraben kelimesi, birbirine denk anlamıyla bu ayete daha uygundur. Bu sebeple “eşlerine düşkün ve birbirine denk” anlamı daha mantıklıdır. Etraben kelimesi Nebe Suresi 78/33üncü ayette de kullanılmış. Yazımızın ilerleyen bölümünde bu konuyu tekrar ele alacağız.

Hayallerinin merkezine kadınları yerleştirmiş konuma düşen müfessirler, Rahman Suresinin 55/56ıncı ayetinin başlangıcındaki “fiyhinne kaâsıratüttarfi…” ifadesini de, “o, cennette kendilerini kocalarına tahsis etmiş, muhabbetle bakan kadınlar” olarak tercüme etmişler. Aynı ayetin devamında da, bu dilberlere daha önce ne insanların ne de cinlerin dokunmadıkları, yani bakire oldukları şeklinde tercüme edilmiştir. Aynı surenin 58inci ayetindeki “keennehünnel yakuutü velmercan” ibaresini de “o kadınlar, sanki yakut ve mercandırlar” şeklinde çevirmişler.

Yukarıda verdiğimiz 56 ve 58inci ayetlerde, “huri” kelimesi geçmemektedir. Kur’an’da “huri” kelimesinin geçtiği ayetin biri olan, Duhan Suresi 44/54’te şu ifadeler vardır: “kezalik ve zevvecnahüm bihurin ıyn.” Ayetin tercümesini yapan bu müfessirler, düşüncelerini şöyle ifade etmişler: “böylece, Biz, onlara siyah iri gözlü hurileri (dilberleri) zevce yaptık.”

Diğer taraftan Duhan Suresinin 51inci ayetini tercüme eden aynı müfessirler şöyle çevirmişler: “Gerçekten muttakiler emin bir mevkidedirler”. Bu ayette kadın kelimesi geçmediği için olsa gerek bütün müfessirlerin tercümeleri birbirine benziyor. Takip eden 52 ve 53üncü ayetlerde, bu muttakilerin yani sakınanların, Cennetteki konumları anlatılmaktadır. Demek ki, 54üncü ayet ile hizmetlerine huri verileceği açıklananlar, muttakilerdir. Yani, kendilerini dünyada iken koruyan erkek ve kadınlardır.

Huri sözünün geçtiği bir başka ayet Tur Surasi 52/20’dir. “muttekı’iyne alâ surürin masfufeh ve zevvecnahüm bihurin ıyn”. Bu ayetten önce, aynı surenin 17inci ayetinde, Cennette nimet verileceklerin, takva sahipleri olduğunu belirtilir. Onların sadece erkekler olduğundan hiçbir şekilde bahsedilmez. Fakat bu gerçeğe rağmen, kadın merkezli düşündükleri izlenimi oluşturan müfessirler, bu ayeti şöyle tercüme etmişlerdir: “sıra sıra dizilmiş koltuklarına yaslanırlar ve Biz, onları iri gözlü hurilerle eş edeceğiz”

Hem Duhan Suresinde, hem de Tur Suresinde, hurilerden bahsedilen ayetlerden hemen önceki ayetlerde, Cennettekilerin, muttakiler ve takva sahipleri yani sakınanlar olduğundan bahsedildiğini gördük. Dolayısıyla, bu muttakilerin bir kısmı erkek, bir kısmı ise kadındır. Eğer Cennete girenlere, iri siyah gözlü dilberler olan huriler eş olarak verilecekse, Cennete kabul edilmiş kadınlara da, kadın dilber olan bu huriler eş olarak verilecektir anlamı çıkar ki, bu ortam Allah’ın yasasına terstir.

Huri kelimesinin geçtiği bir diğer ayet, Vakıa Suresi 22’dir: “ve hurün ıynün”. Bu ayeti de “iri gözlü huriler” olarak tercüme etmişler. İlginç olan, Duhan ve Tur surelerinde olduğu gibi, bu surede de, hurilerin verildiği insanların kimler olduklarını, 10uncu ayet şöyle tarif ediyor: “Ve sabıklar (inançta ve amelde duraksamadan) ileri geçenler”. Devam eden ayetlerde de, bu mümtaz insanların Cennetteki halleri tasvir edilmektedir.

Bu tasvir yapılırken, 17inci ayette; “Çevrelerinde ebedi yaşama erdirilmiş gençler dolaşır” denilmektedir. Sonraki ayetler ise, sabıklara yani inançta ileri geçenlere sunulan ikramları bahseder:

18: “Akıp giden şarap kaynağından doldurulmuş testiler, ibrikler ve kadehlerle”

19: “Ondan (şaraptan), ne başları ağrıtılır, ne de akılları giderilir”

20: “Beğendikleri meyveler”

21: “Canlarının çektiği kuş eti”

22: “İri gözlü huriler”

Demek ki, inançta ileri geçen sabıklara, hem ebedi yaşama erdirilmiş gençler, hem de huriler hizmet edecektir. İnançta ileri geçenlerin de, hepsi erkek olamaz. Bir kısmı erkek bir kısmı da kadındır. Dolayısıyla, çevrelerindeki gençlerin ve hurilerin görevleri, ister erkek ister kadın olsun, bütün Cennet ehline hizmet etmektir. Yani onlara eş olmak değildir.

Bilindiği gibi, Kur’an’ın Cennet ile ilgili tasvirlerinden anlaşıldığına göre, Cennette şehvet, kıskançlık gibi nefsi duygular olmayacaktır. Ayrıca, belki de dünyada birbiriyle eş olan erkek ve kadının ikisi de sakınanlardan oldukları için, birlikte Cennete gitmiş olacaklardır. Bu sebeple, Cennetteki erkeklere, yine Cennetlik olan kendi eşleri dururken, başka kadınların eş olarak verilmesi düşüncesi de, Yüce Yaradan’ın yasasına uygun değildir.

Ayrıca, dünyada iken birden fazla kadınla evlenmiş olan bir erkeğin ve eşlerinden birden fazlasının, Cennete kabul edildiklerini düşünelim. Örneğin, Hz. Muhammed ve eşlerinden bazılarının Cennette oldukları bir durumda, Hz. Muhammed’e eşlerinden başka bir kadın mı eş olarak verilmiş olacaktır. Eğer, kadın merkezli tercümeler yapan müfessirlerin söyledikleri gibi, Cennette şehvet ve kıskançlık duygusu var olacaksa, insanlar, Cenneti de dünyadaki gibi zulmün olduğu bir yere çevirmezler mi?

Yukarıdaki irdelemelerimizin ışığında düşünürsek, huri kelimesiyle ve ebedi yaşama erdirilmiş gençler ifadesiyle tanımlanan mahlûkatın, farklı bir yaratılış olması ihtimali kuvvetlidir. Hurilerin ve ebedi yaşama erdirilmiş gençlerin, cennetteki muttakileri mükâfatlandırmak için, Yüce Yaradan’ın, Cennet ehlinin getir-götür hizmetlerini yapmakla görevlendirdiği başka yaratışları olabilir. Bahsedilen huriler ve ebedi yaşama erdirilmiş gençler, meleklerden olabileceği gibi, tek olan Tanrı’nın, sırf insanlara hizmet görevi için yarattığı mahlûklar olabilir.

Benzer bir kadın merkezli tercüme, Nebe Suresinin 78/33üncü ayeti için de yapılmış: “ve kevaıbe etraben” ifadesi “tomurcuk göğüslü aynı yaşta güzel kızlar” olarak çevrilmiş. Ayetteki kevaıbe sözü, “tomurcuk göğüslü” olarak, “etraben” ifadesi de “aynı yaşta” şeklinde tercüme edilmiş. Tomurcuk göğüslü olanların da, ancak kızlar olabileceği düşünüldüğünden, tercümeye “kızlar” sözü eklenmiş.

Bu tercüme hakkında fikir yürütmeden önce, aynı surenin önceki ayetlerine bakalım. Nebe Suresi 78/32inci ayet: “Bahçeler var, bağlar var”, 34üncü ayet: “Dopdolu kadehler” şeklinde çevrilmiş. Eğer bu tercümeler doğru ise ki, bunlarda kadınlardan bahsedilmediği için, hepsi aynı çevirileri yapmış, bu durumda aradaki 33üncü ayetin tercümesinin yanlış olduğu görülüyor. Bu ayetteki “kevaıbe” sözü, daneler anlamındadır. “etraben” kelimesi de “birbirine denk” anlamındadır.

Bu durumda 32, 33 ve 34üncü ayetler, birbiriyle bütünlük içerisinde, şöyle tercüme edilebilir: “Bahçeler var, bağlar var. Birbirine denk daneler (var). (ürünlerin makbul olanı birbirine denk olanlarıdır), (dolayısıyla, bahçeler ve bağlardaki bu güzel ürünlerden oluşan) dopdolu kadehler (var).”

Takdir edileceği gibi, Kur’an’ın, konuları anlatırken takip ettiği yöntemdeki bütünlük dikkate alınınca, 32 ve 34üncü ayetlerde aynı konu bahsedilirken, çok farklı bir hususun, yani “tomurcuk göğüslü kızların” aradaki 33üncü ayette bahsedilmesi düşünülemez. Hem Kur’an’ın anlatım yöntemine terstir, hem de normalde insanların sunum tarzına uymaz.

Kadın merkezli tercümenin yanlışlığını görmek için, benzer kişilerin yaptığı diğer bazı ayetlerdeki çevirilerine bakalım. Kaf Suresi 50/10uncu ayette ve Saffat Suresi 65inci ayette “tomurcuk” olarak yapılmış tercümeler var.  Kaf Suresi 10uncu ayetteki tomurcuk tercümesinin Arapçası “tal(ğ)un”, Saffat Suresi 65’deki kelime ise “tal(ğ)uha”. Kaf Suresindeki, hurma ağaçlarının tomurcukları, diğerindeki ise, “tomurcukları sanki şeytanın başı gibidir”

“Kevaıbe” kelimesinin anlamı olarak, daneler manasından başka, endamlı, şahane gibi ifadeler de verilmektedir. Bu durumda, ayetteki bu kelime, kadın merkezli olarak tercüme edilmek istenilse bile, ayetin anlamı “birbirine denk, endamlı” olarak karşımıza çıkmaktadır.

Görüldüğü üzere; Kur’an ayetlerinin anlatım tekniğine ve Kur’an’ın bütününde verilmek istenilenlere göre, yani dürüstçe tercüme edildiğinde, Cennet kadınları tabirinin, Cennette erkeklere verileceği iddia edilen “iri siyah gözlü huri dilberler” olmadığı net bir şekilde anlaşılmaktadır.

Bu dünyada sakınanlardan oldukları için, bu dünyada yaşadıktan sonra, Yüce Yaradan tarafından Cennetine kabul edilen kadınlara da, Cennet kadınları denilemeyeceğine göre, “Cennet kadınları” ifadesi ve tercümesi, kesinlikle yanlıştır. Bana göre, Kur’an’a aykırıdır.

Bu yazı KUR'AN ÜZERİNE kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.